İngilizler bütün güçleriyle işgal için hücum ederlerken Filistin bölge komutanı Ali Fuat Paşa’nın eli mahkumdu. Birçok cephede savaşa girmek zorunda kalan İstanbul hükümetinden yardım talep etmesi mümkün değildi. 2 Kasım 1917’de Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını öngören Balfour Deklarasyonu ortaya konmuş, ilerleyen İngiliz birliklerini mevcut koşullarda durdurmanın imkanı kalmamıştı. Fuat Paşa’nın Şam’daki ordu karargâhına 8 Aralık’ta kalbi parçalanarak geçtiği son mesaj Filistin halkının bütün acılarının başlangıcı: Düşman kuvvetleri buraya bir buçuk saat mesafede. Allahaısmarladık Kudüs.
Bundan sonrası ölümler, katliamlar, yıkımlar tarihi. Bir halkın kendi vatanında, topraklarında toplama kamplarına, mülteci çadırlarına sürülme kronolojisi. Filistin halkına yaşatılanların boyutunu sadece Müslüman Araplardan değil, mesela Filistinli bir Hristiyan olan Fawaz Turki’nin anılarından da okumak mümkün. İsrail devletinin 1948’de kurulduğu gün neden büyük felaket, kara gün, acı ve talihsizlik olarak anılıyor acaba? Kuşaktan kuşağa şahit olduklarımız bize de çocuklarımıza da yeter.
***
Hepimiz buradayken gözümüze bakılarak çocukluğumuzdan beri yaşananların son örnekleri Gazzelilerin başına gelenler. Her şeyi unutsak da 2008’de on binlerce insanı evsiz bırakan, yüzlerce savunmasız kadını, çocuğu, doktoru ve yaşlıyı öldüren Dökme Kurşun Operasyonu’nu hatırlamamak mümkün değil. Bütün dünyanın tepki göstermesi sonucu bir daha olmaz sanılırken her zamanki pervasızlıkla 2014’te Gazze’de 500’ü çocuk olmak üzere 2000’den fazla insanın kısa sürede öldürülmesi.
John Berger, 2008’de Türkiye’deki yayıncısına bir mektup göndermiş ve 20. yüzyıl Avrupa tarihinin en büyük ırkçı işgali olarak tanımladığı bu duruma karşı sesimizi yükseltmemiz gerektiğini yazmıştı. Yahudi halkının bunu kabul etmesi ve sindirmesi ise tarihin ironik bir şakasıydı ona göre.
Bütün çareler ve yollar kapatılınca, insanlığın ölüme terk edilen bir halk için son bir atılışla harekete geçmesidir Mavi Marmara. 560 yolcu, kalpsiz dünyanın kalbini temsilen yola çıkmıştı. Türkiye vatandaşlarının yanı sıra 37 farklı uyruktan insan vardı.
***
İngiliz bir erkek berberi, İngiliz ev hanımları, İngiliz esnaflar, Kuveyt’ten hayırsever kadınlar, Avustralyalı öğrenciler, Belçika’dan annesi babası faşistlerce öldürülmüş bir aktivist, bir doktora öğrencisi, Bahreyn’den hakim, mühendis ve banka temsilcisi, Endonezya’dan öğretmenler, Malezya’dan çeşitli sivil toplum temsilcileri, işletmeciler, Alman bir inşaat teknisyeni, Moritanya Kalkınma Partisi’nin başkan yardımcısı, eşiyle birlikte gemiye binen İsveçli profesör Mattias Gardell, İrlanda ve Lübnan’dan dindar Hristiyanlar, bunun dışında her milletten sayısız gazeteci, radyo ve TV programcısı. Cezayir’den işadamları, Ulusal Parti temsilcileri, iş konseyi başkanı ve birçok vakıf temsilcisi.
Kıyıcı bir silahlı güce karşı patates, soğan çuvallarıyla silahsız olarak yola çıkmak kaba bir romantizmden başka bir şey değildi kimilerine göre. Üstelik çoğu yüzme dahi bilmiyordu. Otoriteye karşı durulmaz baş eğilirdi ancak. Anlaşma bu kutlu yolculuğu itibarsızlaştırmamalı. Bu dava insanlığın kamu davasıdır ve şehitlerin aileleri adına dışarıdan karar alınamaz.
Aralarından su sızmayan İsrail ve Rusya’nın ikisiyle birden restleşmek devlet pragmatizmi açısından uygun görülmeyebilir. Reel politikten rasyonaliteden söz edip anlaşma imzalayanlar, ablukayı derinleştirdiklerinin de bilincinde olmalı. Bize düşen, mevcut koşulları kabul edip teslim olmak değil tersine değiştirmek için mücadeleye devam etmek. Filistin halkının esir alınmış olmasını değiştirilemez bir realite olarak kabul etmek, kanıksamak suçtur. Apartheid, abluka, ambargo ve kuşatma kelimelerinin içinden çıkıp özgürleşmek, yardımla değil öz imkanlarıyla yaşamak en doğal hakları. Anlaşmanın imzalandığı günlerde bile Mescid-i Aksa’ya namaza gelenlere saldırılmasını izliyoruz, “İsrail diz çöktü” diye dolaşıyor birileri. İyi ki irrasyonellerin ütopyaları, muhayyileleri, hayalleri var, yoksa adalete ve iyiliğe doğru bir taş oynamazdı yerinden.