İslam dünyasına öncülük eden alimlerin en büyük özelliği bütün dünya nimetleri arasında düşünmeyi seçmiş olmalarıdır. Bütün meselelere bu kapıdan girerek çözüm ararlar. Bİr yerde durup taşlaşmaz, en doğru benim uhdemde demez, cesurca yeni ufuklara yönelmekten korkmazlar. Zamanın ruhunu gözden kaçırmadan vahyi ilkeleri daha mütekamil biçimde yeniden anlamak için gayret sarfeder ve yol açarlar. Bütün bunlar Kur’an’da sayısız kere zikredilen akletme sorumluluğunun gereğini yerine getirme bilinci.
İslam dünyası büyük bir yıkım ve kıyımdan geçiyor, bu kez emperyalizmin başat günlerinin aksine öldürülen her on müminden dokuzunun mücrimi Müslüman. Bunun nedenleri ve çözüm yolları üzerine akletmeye çalıştığımızda tekfir müessesesinin nasıl da kolayca gerekçe üretebildiğini, birbirini öldüren bütün taraflara yönlendiriciler tarafından cennet vaadedildiğini görebiliyoruz. Bu sıkıntıların en tepe noktasına vardığımız bir zamanda bilgilenme kaynağı sadece televizyon olan insanlara bir hoca çıkıp tekfiri güncelliyor. Yaşayanların tekfir edilmesi yetmezmiş gibi Batı’nın bile ilham ve feyz aldığı iki büyük İslam mütefekirinin (Farabi ve İbni Sina) kafir olduklarını söyleyebiliyor nelere yol açabileceğini akletmeden. Üstelik akıl yürütmenin sonu budur diye alay ederek, aklı aşağılayarak ve küçümseyerek.
***
Kur’an bize gayb aleminden, aklı aşan metafizik boyutlardan söz eder ama akletme alanını esas alır, akleden kalbimize hitap eder. Akletmek en yüce ibadetlerden, yükümlülüklerden biri olarak görülür. Araf Suresi 155. Ayet’te Rabbine seslenen Hz. Musa’nın yakarışı da bu yönde: “Şimdi içimizdeki beyinsizlerin işledikleri günahlar (yaptıkları) yüzünden bizi helak edecek misin?” diye sorar.
Farabi, Aklın Anlamları risalesinde halk arasında “akıllı” derken dinden tevarüs edilen akletme ve düşünmenin kastedildiğini söylüyor. Halk dini fazilet saydığı için akıllı derken iyi ve faziletli olanın tercih edilmesi veya kötülükten sakınılması hususunda yetkinleşen, zekasını erdeme seferber edebilen kimseyi kasteder. Kötü olanı bulup ortaya çıkarmada istidat gösterene akıllı yerine kurnaz, zeki gibi sıfatlar daha layık görülür. Aristo’dan beri akletmek iyi olanı yapmak ve kötü olandan sakınılması gerektiğini ortaya koymak hususunda yükseliştir. Herkesin birbirini son bireye kadar tekfir etmesinde nasıl bir fazilet var ve akletmek bunun neresinde?
Farabi’nin Medineti’l Fazıla kitabında bahsettiği şehir halkının yardımlaşma, dayanışma, hoş görme, ötekini kendi nefsine tercih etme gibi hasletlerine ancak akledileni kalple tasdik etme yoluyla ulaşılır. İnsanı insan yapan ilk mertebe akıldır. İnsanın kendisine vahyolan insan mertebesine gelmesi için akletme melekesinin gelişmiş olması gerekir ki ulaşan bilgiyi içine alabilsin.
***
Akletmeyi terkedenlerin, bu sorumluluğunu başkasına devredenlerin, kendinden başka muteber kimse görmeyen fanilere, kişilere tapınanların İslam dünyasına ve insanlığa yaşattıkları ortada. Tarihin bütün ihtilaflarını bu güne taşıyarak hatta daha da derinleştirip çoğaltarak yakıp yıkmaya zemin hazırlayan hocalar İslam’ın vaadettiklerinin kendi zaviyelerinden ibaret olduğunu sanıyorlar. Kolayca tekfir etmenin en temel sebebi çoğu kez nefsine olan aşırı güven ve başkalarını mahkum ederek itibarını parlatma aklı.
İbni Sina böyle şeylere alışık gerçi. Abbasi Devleti’nin zaafa uğrayıp çok sayıda devlete bölündüğü, birbirleriyle kıyasıya mücadele ettikleri çalkantılı bir zamanda aklın yolunu açmıştı sayısız eseriyle. Bilgisizliği kötülükle eş tutan bir tıp ve felsefe alimiydi. Hiçbir kötülüğün olmadığı bir varlık alanı var ama burası irade, seçme ve imtihan alanı olan dünya. İyilik bütün varlığa egemen olsaydı ve kötülüğe tamamen engel olunsaydı insana verilen irade yükünün bir anlamı kalmazdı Sina’ya göre.
Sünni dünyanın temel taşlarından çoğumuzun tabi olduğu Ebu Hanife’nin “ehli kıble tekfir edilemez” ilkesine çok ihtiyacımız var bu günlerde.