Gençlikten, dindar nesillerden çokça konuşulan şu günlerde, meseleye iyi niyetli fakat soyut bir yerden yaklaştığımız zamanı anmadan eğilmek mümkün görünmüyor. Hayır, Tanzimat’ın ilanına kadar geriye gidecek değilim. Kendi kişisel tarihimizden bir güne anlık bakış sadece.
11 Eylül 2001’den yaklaşık iki hafta önce bir sempozyum gerçekleştirmişti kurulalı henüz iki yıl olmuş olmamış olan Özgür-der. Seyyid Kutup’un şehadetinin 35’inci yıldönümünü idrak etmemiz dolayısıyla “Kur’an neslini inşa sorumluluğu” başlıklı programda tarihsellik, özgürlük, inşa ve ibda üzerine önemli tartışmalar ve tebliğler sunulmuştu.
***
Açılış konuşmasını yapan şair Ali Emre düşünür edebiyatçı dava adamı olarak öne çıkan Kutup hakkında çok farklı yaklaşımlar olduğunu anlattı. Arap dünyası onu yeterince anlayamadığı gibi, Türkiye’de de insanları topyekûn ret ya da onaylama alışkanlığı yüzünden, kimi göklere çıkarıyor, kimi ise onu gençleri uç noktalara savurmakla itham edip mahkum ediyordu. Maceracı, yabancı, ithal düşünür gibi nice sözler de eksik olmazdı. İnsanların eksikleri olabileceğini, uzlaşabileceğimiz yanlarını alıp birlikte yola devam edebileceğimizi kabul etmek mümkün oysa. Benim için ayetlerin tefsirinde farklı kaynaklara başvururken atlayamayacağım bir kıymetti. Amerika’da kalmış, Batı medeniyetine yakından nüfuz etmiş, Diken romanını yazmış, şiir divanı olan, Kur’anda Edebi Tasvir ve Kur’an’da Kıyamet Sahneleri kitaplarının müellifi. Elbette edebiyat ve sanattan yolu geçmemiş müfessirlere göre farklı yollar açan ve ilham veren bir tefsir olan onaltı ciltlik Kur’anın Gölgesinde eseri.
Sempozyum kitabında Emre insanın insan olmaya yabancılaştığını, zulmün ve münkerin, tuğyan ve hevaya uymanın, acıların ve yıkımların dünyayı yaşanmaz hale getirdiğini, yolun ve istikametin bulanıklaştığı bir dönemin idrak edildiğini söylüyor, 29 Ağustos 2001’de. Dünya daha da kötüye gitti o günden bu yana. Onlarca yıldır emperyal saldırılarda kıyıma ve yıkıma uğrayan halklar ve şehirler karşısında susan dünya, ikiz kulelere yapılan saldırıyla sarsıldı.
Bizde 28 Şubat’ın artçı şoklarının yaşandığı, başörtü yasaklarının en acımasızca uygulandığı zamanlar. Farklı meşreplerden yaklaşımlardan insanlar bir araya gelip konuşabiliyordu. Mustafa İslamoğlu’na göre Kur’an’ın mucizesinin gerçekleşmesi için lafzının tahriften korunması yeterli değildi. Medine toplumu ancak emaneti alan insanların onu doğru anlamaları sayesinde gerçekleşebilecek bir sonuçtu. Müslümanlar olarak muhatabın Kitab’ı teslim alması, istediğini söyletmesi süreçlerinden geçiyorduk. Konuşmacılardan Hamza Türkmen’e göre ise İslam tarihini yazanların iki sınırlılığı vardı. Biri yazanın akli kapasitedeki sınırlılık, diğeri ise yaşadığı çevre ve koşulların getirdiği kültür ve önceliklerden yeterince arınamamış olması. Bununla beraber tarihle sağlam bağımız, bize aktüel olanı, günümüzü, geleceğimizi, tüm zaaf ve imkanlarımızla birlikte doğru okumamızı sağlar. Çünkü bu günkü yaşam tarzımızın kaynağı tarihten devraldığımız kültür düşünce ve medeniyet. Bu durumda kavim coğrafya ve sınıf gibi aidiyetler kimlik halini almamalıdır der
Türkmen. Atasoy Müftüoğlu’na göre ise geleneksel kültür bugünün gerçekliği ile hesaplaşamıyor. Tarihi yapan özne haline gelmek için genç ve üretken kültürlerle boy ölçüşebilmesi lazım. Bugünü bütün boyutlarıyla tanıyan, tanımlayan, kendi kavramlarını üreten, geleceği öngören bir bakış açısına ihtiyaç var. Mehmet Pamak ağabeyimize göre ise içinde yaşadığımız toplum cahiliye döneminin bütün vasıflarını taşımakta. Fakat İslam davetçisi diğer ideolojilerdeki gibi baskı zulüm silah ya da kanlı devrimler yoluyla değil, adaletli bir hukuk sistemiyle etkili olabilir. Metin Önal Mengüşoğlu ise avam havas ayrımına dikkat çekmiş. Muhkem müteşabih ayrımlarıyla bazı ayetlerin gizlenmesine veya herkes anlamaz zihniyetiyle ruhbanlık sınıfına benzer yapılar oluşturulmasına karşı durmuş. Buna göre aklın almayacağı değil her normal çalışan aklın erebileceği bir dindir bize tebliğ edilen. Bu dinin hiçbir prensibi ilkesi bilgisi ve haberi ilk günden itibaren hiç kimseden saklanmadı, saklanamaz.
***
Elbette çok kıymetli ve verimli tartışma zeminleri yaratacak tebliğler. Tartışmaların güncelliğini aynen muhafaza etmesi de şaşırtıcı değil. Fakat ‘gençlik inşa etmek” ten başlayarak üzerine düşünülecek ne çok kavramsallaştırma var. Kitap okunmuyor denilse de günümüzde bu koca bir hurafe. Binlerce genç okuyor dinliyor tartışıyor, içinde yaşadığı dünyayı, Müslüman alemde düşünce ve pratik adına neler olduğunu anlamaya çalışıyor. İkiz kulelere saldırı esnasında da, bu tebliğler sunulurken de bebek olan gençler büyüdü, her nesil gibi korkunç bir darbeye (15 Temmuz) tanık oldular ve dünyanın farklı bir eşiğe geldiği zamanları idrak ediyorlar. Yukarıdan aşağıya inşa edilme fikrine ne diyorlar, kendilerine nasıl yaklaşılmasını bekliyorlar, sadece teoriyle yetinemeyip hayatın içinden güzel örneklerle karşılaşma ihtiyaçları çok mu kınanacak bir durum. Çok soru çok cevap zamanı.