15. İstanbul Bienali zamanın ruhuna en uygun gelecek başlığı seçti. İyi Bir Komşu. Komşu kelimesi insan ruhunu harekete geçiren muazzam çağrışımlarla dolu. Komşuluk farklı ölçeklerde yaşanabilir, ev mahalle şehir ülke ve hatta evren olabilir bu genişlik, bu helezondan yola çıkmış küratörler. Dünyanın buhranına bakıp acaba kimliklerimizden feragat etmeden, asgari nezaket içinde bir arada yaşamak mümkün olabilecek mi diye kaygılandığımız zamanlardayız. Anadolu’daki bir arada yaşama tecrübesinde bunun hiç de zor olmayan bir kendiliğindenlik içinde gerçekleştiğini bilmek büyük ferahlık. Dünya şiddet içinde kavrulurken, nefret hiç olmadığı kadar yaygınlaşmışken, komşuluğun getirdiği esneklik empati, kendisi için istediğini başkası için de dileme, birine yapılmış kötülüğü hepimize yapılmış kabul etme duyguları tekrar gelişebilir mi? İç içe geçmiş ev mekan bölge kader yakınlığı, bizi bu dünyadaki ortak varoluşa kadar taşıyan kesişmeler yaratabilir. İnsanı bütün koşullarından farklılıklarından soyutlayıp, sadece yalın yalnızlığını ve biricikliğini görebilsek, ilk özle teması bırakmasak.
Amerika’dan Uzak Doğuya kadar birçok sanatçının eserinin sergilendiği bienalde öncelikle İslam coğrafyasında yetişmiş sanatçılara eğilmek istedim bu yazıda. Elbette Bütün eserlerin aynı ortak insanlık havuzuna döküldüğünü unutmadan.
***
Adel Abdessemed Cezayir Konstantin doğumlu. Feryat(2013) adlı eseri, napalm bombasıyla yanmış Vietnamlı bir kız çocuğunun çırılçıplak koştuğu meşhur fotoğraftan derinlemesine esinlenmiş bir soyutlama. Hatta heykelin kızla aynı boyutta olması izleyen için dehşet verici; yakın ama uzak, sesini duysanız da kucaklamaktan yoksunsunuz. Çalışma insanı tekil bir olaydan, ırktan soyutlamaya, cihanşumüllüğe işaret eden kirli beyaz kemik rengi malzemeden. Bu seçim heykele insanın ortak iniltisini temsil kabiliyeti vermiş. Tek ayağının üzerinde duran küçük kız kollarının duruşuyla da bütün acıları, dile gelmeyen makus talihi açığa vuruyor, hayatta kalmayla ölümü dengeliyor. Gözlerin kapalı oluşu küçük kızdaki yoğun kederin konacak bir kalp bulamayıp tekrar ona dönmesinin, çıkmayan sesi yine sadece kendisinin duymasının tezahürü. Haykırışların yankılanacak bir öteki bulamaması sıkıntısıyla uzun süre heykelin önünde kalakalmak ve çaresizliğin içindeki nice zafiyetlerimizi keşfe çıkmak, kendimizle yüzleşmek mümkün.
El Khnansa- Fas’tan Latifa Echakhch Silinen Kalabalık(2017) adlı, karşılıklı duvarları baştan başa kaplayan iki freskten oluşan enstalasyonunda, kaos eğilimlerini, çürümeyi, dünyanın her yerinde demokrasi ilerleme gibi ideallerin, kimi güçlerce yerle bir edilişini anlatıyor. Bir araya gelen insanlar dünyadaki kötücül basınçla silinip gitmeye başlamış, ufalanmanın etkisini duvarın dibine dökülen sıvaların taşlı batıcı görünümünden çıkartmak mümkün. Parçalanıp dağılmış boyalar insanlığın ortak krizine, güven bunalımına, sıkışmışlığa, yanılsamalara dikkat çekiyor. Biraradalığın imkansızlığına da bunu ihtimal dahiline sokacak bilinç yükselmesine de gönderme var. Belki de birlikte yaşayamayacağımız duygusudur en temel yanılsama.
Kütahya ve İstanbul da yaşayan Gözde İlkin Gezek(Kabul Günü) serisinden eserleriyle katılmış. Kendi ailesine ait kumaş ve örtüleri kullandığı bir dizi yapıtta, perdeler, masa örtüleri, çeyizlik çarşaflar, anne ve anneannesinden öğrendiği delik açma, sökme, aplike ve bağlama gibi tekniklerle hal değiştirmiş, aile fotoğraflarından yükselen imgelere dönüşmüş. Sanatçı kumaşlardaki desenleri, hafızayı ve şimdiyi, hayal ve gerçeği birbirine bağlayan yapılar olarak düşünmüş. Ailenin dokusuna, iç odalarına, uyum ve uyumsuzluklarına, ihtilaflı alanlara, hatta buradan genel politik varoluşlara kadar kumaşlardan yola çıkarak ilerlemek gerçekten ilgi çekici.
Tahran’lı Mirak Jamal’in çalışmasında Rusya ve Almanya’da geçen sürgün çocukluğuna dair izler var. Çocukluğunda 1984’te çizdiği Minsk Mutfağını 2017’de hatırlama yoluyla, alçıpan panel üzerine kazıyarak yeniden oluşturma çabası. Aradaki silik boşlukların işaret ettiği yeterince hatırlayamama, sanatçının kendi varlığıyla ve içinden geçtiği yaşantıların hakikatiyle buluşma. Kendi biyografisini hatırlamaya çalıştığı çocukluğundan yola çıkarak yeniden kurması, kendimize sürekli farklı bir geçmiş icat etme ihtiyacımızla paralel işleyen bir süreç sanki. En güzeli de çocukken yaptığı bir resmi yıllarca saklamış ve onu yetişkin bir sanatçı olarak yeniden güncellemiş olması.
Bağdatlı Mahmoud Obaidi’nin Kompakt Yurt Projesi 2003-04 başlıklı projesi Körfez Savaşında ülkesinden ayrılmış Iraklı bir gencin anayurdunu kaybetmiş olmaya verdiği sızlayan bir tepki. Irak’tan ayrılmasından itibaren biriktirdiği eskizler, gazete küpürleri ve daha nice gelip geçici şeylerden kurulan bir arşivin sanat yoluyla deşifresi. Bu malzemelerin içinde yer aldığı metal ve tel ayraçlardan oluşan klasörler bir bakıma ümit vaat ediyor. Yıkımdan sonra yeniden inşanın imkanlarına, hafızanın yeni başlangıçlar için sağlam bir zeminde hazır oluşuna dair işaretler var. Anılar mekanlar ve gelecek fikri arasındaki ilişkiler, Suriye ve Filistin gibi yıkılmış yerler için izlenecek yolun da haritası. Obaidi sanatıyla yitirilenin arkasından yas tutmakla kalmayıp, sanattan yararlanarak yola devam etmeye ve yeniden yapılandırmaya ışık tutuyor gerçekten de.
1992 doğumlu bir genç olan Cezayir Saide’dan Lydia Qurahmane, ülkesinde Fransız sömürgeciliği sonrası yaşamın devamlılığına, bağımsızlık mücadelesinin geçmişten geleceğe nasıl tevarüs edildiğine tanıklık etmiş bir sanatçı. Cezayir gayrımenkul piyasasındaki kuralsızlıklara dikkat çekmek istemiş. Mülkiyet haklarının fiziki mülkiyet alanının aşağısındaki ve yukarısındaki dünyaya da uzandığı göstermek üzere seçmiş başlığını: Cennetin En Tepesinden Cehennemin En Dibine Kadar(2017). Yapıt dört metrekare işgal ediyor, her birinde demir uçların ve inşaat beklentisinin açık olduğu dört beton sütundan oluşmuş. Bu aynıyla Arzew şehrindeki şaibeli bir arazinin boyutunda, yeniden satılmasına da üzerine bir yapı inşa edilmesine de elverişli olmayan küçük gerçek arazi. Hak hukuk fırsatçılık toprağın haksızca el değiştirmesi ve doğayla ilişkili imalarla dolu çalışma. Bütün bu saçma yapılaşma tarzının ve rant çılgınlığının gençlerde yol açtığı infialin dışavurumu. Keşke Türkiye’yi de masaya yatıran, sanat yoluyla kentleşme mimari ve ekoloji yaklaşımlarını tefekküre açan etkinlikler olabilse.
Mardin Derik’ten Erkan Özgen’in videosu ise yaşadığımız mülteci dramına ayna tutuyor. Suriye’deki İşid saldırılarından Türkiye’ye kaçan bir ailenin çocuğu olan işitme ve konuşma engelli Muhammed, yaşadıklarını bu video çalışması için anlatmış. Sözcükler yerine bedenini kullanması, bildiğimiz yolun çok dışında bir anlatımla karşılaştırıyor izleyeni. Çalışmanın adının Harikalar Diyarı(2016) olması çok ironik. Yaşanan acıların ya da deneyimlerin başkalarına aktarılmasındaki imkanlar ve imkansızlık arasında yakınlığı ve uzaklığı aynı anda hissettiren bir çalışma daha. Savaş ve çatışmayı, yaşanan korkuları, ümitsizlikleri, bu deneyimlerden uzak insanlara ulaştırmak, öteki ruhlarla ilişkilendirip bir rabıta kurmak hiç kolay değil. Fakat bunu her yolla denemekten başka yol da yok.
***
Türkiye’den eserleri sergilenen sanatçıların çoğunun İstanbul’la ilişkili, hatta bu şehirde yaşıyor olması tesadüf değil. İstanbul sanatın başkentlerinden biri. Yurt dışında yaşayan birçok sanatçı da var elbette. Müslüman dünyada doğan sanatçıların ise neredeyse hepsinin Avrupa’da yaşıyor olması üzerine düşünmek lazım. Sözünü ettiklerimizden Abdessemed Londra ve Paris’te, Echakhch İsviçre’de, Jamal Berlin’de, Obaidi Kanada’da, Qurahmane Londra’da yaşıyor. Ülkemizden yıllardır nice sanatçılar geçip gitti, mesela Suriyeli ressamlara şairlere yazarlara ev sahipliği yapabildik mi? Şu anda İslam dünyasından hangi sanatçılar yerleşik olarak bulunmakta ülkemizde, onları gerçekten merak ediyorum. Bu konuda bir çalışma yapılsa tanışıklığımız, ilişkilerimiz ve dayanışmamız gelişse keşke.