Dünya karmaşık, içinden çıkılmaz ve daha az konuşulur bir hale doğru yuvarlanıyor. Amerika’daki seçimin ardından ülkenin hala durulmamış olması daha önce rastlanan bir durum değil mesela. Orta Doğu desek C. Rice’ın yıllar önce açıkladığı paylaşım projesi adına şehirler yerle bir oluyor ve bölge halklarına her farklılığı çatışmaya dönüştürmesi dayatılmış durumda.
Sanat bu yaşananları doğrudan konu edinmediğinde de aslında bu büyük sıkıntının içinde yol alır ve çıkış yolu aramakla mükellef. Nadir kadın yönetmenlerden Handan Öztürk bu günlerde gösterime girecek olan Bana Git De (2016) filminde, yaşadıkları boğucu, köşeye sıkıştıran, özünü tüketen ortamlardan kurtulmak için yola çıkmış iki insanın çarpışan hikayesini anlatıyor. Ali, dedeleri Amerika’daki Ford fabrikasında çalışmış olan ancak aslen Almancı bir ailenin oğlu ve güzel bir Güneydoğu şehrinde babaanne tarafından büyütüldükten sonra müzik aşkıyla İstanbul’a göç etmiş. Kadir kıymet bilmez, lümpen, popülist müzik ortamlarına yem olan ruhunu kurtarmak, değerli olanla karşılaşmak için köklerinin, babaannenin bulunduğu yerlere doğru her şeyi yüzüstü bırakıp yola çıkar. Leyal ise ad vücut bulur düsturunu kanıtlarcasına uzun bir geceyi yaşamakta. Ailece müziğin içinde yüzerler bir bakıma; annenin manileri, konuşurken yükseliveren ağıtçı ezgicilik, dayıların sesle şarkıyla yol bulan varoluş çabaları. Leyal yol ortasında Ali’nin karşısına ana yola çıkmak isteyen yirmi yaşlarındaki genç bir otostopçu olarak çıktığında az zamana çok şey sığdırmış, dünyasını bitirmiştir neredeyse. Müziğe eğilimi ve dikbaşlılığı yüzünden yaşadığı baskılar, ev hapisleri, şiddet, ıslah olsun diye Avrupa’ya giderken yanına katıldığı dayısı tarafından adeta esir alınıp sarhoşlara söylediği şarkılar, ona torbalar dolusu para kazandırmalar, bir şoföre aşık olup kaçmak, sonra onun TIR’ın altında kalıp ölmesi. Kasabalı tarafından yaşlı ama efendi diye tanımlanan yeni kocayı düğün gecesi terk edip altınlarla ikinci kaçış. Aslında satır aralarında öğreniyoruz ki sevdiği şoför de evliymiş meğer.
***
Filmde Leyal’in hikayesi Ali onu ararken insanların dönen gözlerine, vücut dillerine değdikçe, dokundukça mekanların ezgilerin türkülerin içinden geçerek açılıyor, tıpkı mevsimlerin geçişiyle bir yaprağın açışı gibi. Onun paramparça hikayesi en yakınlarının kaçak bakışlarında dile geliyor ve parçalar yara bantlarıyla birleşince bir uzun yol öznesinin portresi çıkıyor ortaya.
En yüreğe dokunan sahnelerden biri Ali’nin kendi hikayesini anlatabilmesi. Leyal’i kocasından önce bulup korumaya çalışırken ailesine ulaşmasını sağlayan birine açılması. İnsan hikayesini hiç tanımadığı birine mi anlatmalı yoksa. Eski bilgilerin tortusundan, ön yargılardan, algıların ağırlığından azade kalarak. Algılanmak insanı azaltmaktan başka bir işe yaramıyor çünkü. İnsan anlatırken kendine başka bir geçmiş yaratabiliyor özgürce. Babasının bir izne geldiğinde getirdiği mandolinden hayatının manası olan gitara geçmek, müziği yaşamın merkezine koymak da babaannenin bir sözünden. “Ruhunu müziğe vurursan bir gün Allah’ın sesini duyar ölümsüz olursun” demiş, ama bunun o kadar da kolay olmadığını hatırlatmış. O müziği bulmak için bütün dünyayı gezmek zorunda kalabilirsin çünkü. Kim bilir belki de Leyal’di dolaşması gereken bütün dünyayı. Babaya seslenen Arapça şarkısında “kanadımı kırmayın” diyen Leyal. Kürt olması beklenirken Arap kızı olan, Arapça şarkı söyleyen, konuşan Leyal. Bu da yönetmenin renkli varlığımıza dikkat çekme üslubu.
***
Bu arada aslında izi fazla sürülmeyen bir hayalci olan babaanneyle yaşayan Elif de gidici. Avrupa ve Amerika vize başvuruları derken Almanya’dan olumlu cevap gelir. Öz annenin soğukluğu, mesafesi, kırgın ve suskun tavrı film içinde çözülmemiş bir muamma. Tablolar sahneler şeklinde ilerleyen, her anın hayatla aynı andaki akışını, ritmini duyuran filmin Güneydoğu’nun bütün güzelliğini gözler önüne seren çekimleri, kadraja giren genişlik, bulutların, ormanların, dağların ve tarlaların iç içe geçtiği yollar çok etkileyici. Kamera açıları uzaklarda da yakın planda da çok başarılı. Nehirlerin aktığı, köprülerin geçildiği çekimler çok güzel. Yolcunun göz hizasından bakmak dinlendirici ve arındırıcı. Sadece yolda olmak belki de bu yüzden önemli.