Bazı insanlar var ki onlarla sık görüşemeseniz de bu dünyadaki varlıkları, aynı göğün altındaki havayı soluma hissi güç katar insana. Ayşe Hanım bekâ alemine göçeli iki yıl olmuş. Bıraktığı iz hiç kaybolmayacak sanırım. İrfani yanını, sinemasını, sağlam Batı eleştirisini, köklerle ilgili görüşlerini yazmak lazım ama bu kadarcık yerde ancak insani yanını anabilirim.
O her şeyden önce insana cinsiyetçi yaklaşımın, zihnimizdeki katı müennes ve müzekker ikilemin yükünü hafifleten biri. Doğrudan insan ruhunun tekamülüne odaklanan düşünme biçimi, ruhun bu dünyadaki yolculuğuna ayna tutuyor. Çevresi dostlarla kuşatılmış olsa da o Necip Fazıl’ın dizelerinin parlak kahramanı: “Bütün insanlığı dövsen havanda/Herkes zerre zerre yine yalnız.”
Sinemasını insanın mana arayışının arenası haline getirmek istemişse de pratikte yaşadığı sıkıntılar, acılar buna yeterince imkan vermemiş. İlk çocukluk ve gençlik çağlarının, modernleşmenin radikal biçimde yansıdığı bir ailede, şefkatten uzak ilişkiler içinde geçmesi onu hayatı boyunca etkilemiş bir travma. Ingeborg Bachman’ın Malina’da anlattığı gibi insan hastalıklardan değil ilişkilerdeki acımasızlıktan, insanın insanda açtığı yaralardan ölüyor ve toplum kanlı bir arena bu bağlamda. Aileyi savunuruz ama bazen aile şiddetin üretildiği kaçışın olmadığı bir yere de dönüşebilir Şasa’nın hayatında olduğu gibi.
Onun hayatını bilmeden sinematografisini anlamak hiç kolay değil. Şasa hayatını cömertçe anlatmış ve yaşamının bütün fırtınalı düşünce eşiklerini paylaşmış biri olarak oldukça şeffaf bir sinema emekçisi.
Bir Ruh Macerası (2009) adlı nehir söyleşi Berat Demirci, Leyla İpekçi ve Meryem Atlas’ın sorularına verdiği yanıtlardan oluşuyor. Düşünce ikliminin zahirî anlatımı sayabileceğimiz bu kitap batınî tecrübesini aktardığı Delilik Ülkesinden Notlar’dan (2003) sonra geldi garip bir tecelli olarak. Deli ve veli arasındaki tek harflik fark kültürümüzde ikisini engin bir ruhun masumiyetinde buluşturur ve farkı siler bir anlamda.
***
Pozitivist eğitim onun Batılı ateist solcu bir genç olarak yetişmesini sağlamıştır. İlk entelektüel babası olarak andığı Kemal Tahir’le onsekiz yaşlarında liseyi bitirmek üzereyken tanışması ona kendi halkıyla, değerleriyle buluşmada birinci eşiği atlattı ve kendisiyle derin bir fikrî muhasebeye girişti Tahir’in sohbetleri ve romanları yoluyla. Şerif Mardin’le tanışıp Batılılaşma maceramıza derinlikle eğilme imkanı bulması da hayatının köşe taşlarından biri olmuş. İleride bahsi geçecek olan Muhyiddin Arabi ve çağlar boyu etkisini kaybetmeyen kitabı Füsusül Hikem’i bulmak neredeyse hayatının akışını değiştirmiştir.
Mana aleminin sınırsız zenginliği karşısında duyduğu imanî neş’eden söz eder. Şenlikli bir düşünme, tartışma, okuma, yazma dönemine girdiği besbellidir. Günümüzde eğer İslam’ı tebliğ etmek istiyorsak bunun ancak güzellik ve sevgi dolu bir hayat yaşamakla gerçekleşebileceği kanaatine yaşayarak ulaşmış biri. İyi ve doğru olanı yazmak konuşmak kitaptan kitaba aktarmak yerine emsal olmak Müslüman için en doğru yol. Yeşilçam Günlüğü ise çok özel bir kitap ve genç sinemacılara rehberlik etmeyi sürdürecektir.
***
Onu üzmüş hasta etmiş insanlara yaklaşımı da önemli bir miras:
“Hayatımdaki belli çilelerin zahirdeki müsebbibi gibi görünen ebeveynime ve diğer kişilere karşı içimde en ufak bir şikayet kalmamış olduğunu memnuniyetle müşahede ediyorum. Kadere rıza duygusu sabrı tevekkülü bir başka boyutta zenginleşmeyi getiriyor. Söz konusu kişilerden göçmüş olanlara rahmet, hayatta bulunanlara selamet dilemekteyim.”
İnançsız çevresinden kopmak yerine engin bir umutla insani ilişkilerini, entelektüel fikir alışverişini sürdürmesi de dikkat çekici. İslam’a düşmanca fikirler besleyenlerin halini nefislerine kibirlerine ve cehaletlerine verip imanın iyilik dolu güzelliğini göstermekten kaçınmamalı diye düşünüyordu. Telkine, konuşmaya açık sayısız insan olduğunu unutmamak lazımdı.
Kalplere nüfuz ederek, yaraları sararak yaşadı, Allah da ona rahmetiyle muamele etsin inşallah.