Isabelle kolayca bir kutucuğa yerleştiremeyeceğimiz kadınlardan. Rus asıllı bir Avrupalı, babasız, vatansız, parasız, anarşist, antiemperyalist, gezgin, Müslüman, sufi, Mahmut takma adıyla yolculuklara çıkmış büyülü bir yazar. Emine K. Arslaner’in yazdığı biyografi çok etkileyici.
1877’de Cenevre’de doğmuş, henüz 27 yaşındayken 1904’te Cezayir Ayn Sefra’da bir sel felaketinde hayatını kaybetmiştir. Annesinin hayatı da oldukça dramatik. Kocası Rus Çarı 2. Aleksandr’ın yaveri general ve senatör Pavel Karloviç’in vefatından sonra çocuklarının öğretmeniyle birlikte olan, soylu bir Prusya ailesinden gelen Alman asıllı Nathalie Charlotte Dorothie Eberhardt. Bu birliktelikten doğar Isabelle. Öğretmeni babası Aleksandr Nikolayeviç Trofimovski, ermeni asıllı Ortodoks rahipken radikal bir dönüşümle anarşist felsefenin önemli savunucularından biri olmuştur. Isabelle’e din olarak değil de öğreti ve ideoloji olarak İslamdan söz eder. İslami ilkelerle yakın olmayı daha küçük yaşlarda aşılayan baba, küçük kızın adalet, eşitlik, mülkiyet, çevre gibi konularda hassasiyet kazanmasını sağlar. Tolstoy gibi asil yüzlü diye anılan Trofimovski ve Nathalie’nin Cenevre’deki evleri Jön Türklerin, Rusya’daki çarın zulmünden ve baskılardan kaçanların, Fransız devrimcilerinin uğrak yeri olduğundan, Isabelle dünyanın gidişatına yön verecek tartışmaları dinleyerek büyür.
Büyük anlatma yeteneği, bu karmaşa, kaos, yurtsuzluk ve belirsizliklerle çarpışınca yazıya sığınmaktan başka çıkış yolu kalmaz. Biyografi bizi farklı yaşam tarzı olan Müslüman bir kadınla tanıştırmakla kalmıyor, imanla çarpan bir kalbin eleştirel akılla buluşmasından doğan yeni ufuklara da işaret diyor. Isabelle ne istediğini bilen, amaçları için yoksunluklara katlanan, tercihlerinin faturasını ödemesini bilen biri. Ana dili olan Rusça ve Fransızcaya, babasından öğrendiği İtalyanca, Almanca ve İngilizceye Arapçayı eklemekte kararlı ve azimli, özgürlüğüne düşkün, öğrenmekten yazmaktan taviz vermeyen, Doğu’da yaşamaya azmetmiş, emperyalizmin karşısına dikilmiş bir Müslüman kadın. Çöllerde ve vahalar arasında yerli Arap erkeğinin kıyafetlerine bürünerek yaptığı yolculuklarda Fransız askerlerinin zulümlerine bizzat şahit olmuş ve gördüğü duyduğu her şeyi içi parçalanarak bir vakanüvist titizliğiyle kayıt altına almış. Yazdıklarını, günlüklerini, kendisine yazılan mektupları ve cümle belgeleri en zor koşullarda bile muhafaza etmesi, fakat sel felaketinde birçoğunun kaybolması da akıl almaz bir tecelli.
Güzel zeki entelektüel bir Avrupalı kadın olarak Doğu dünyasında erkeklerden ne kadar ilgi gördüğünü tahmin etmek zor olmasa gerek. Nişanlandığı Arapça öğretmeni Hacı’dan, kadını bir mülk olarak görmesi, evde kalmasını istemesi ve sadece emir cümleleriyle konuşması yüzünden uzun muhasebeler ve tartışmalardan sonra ayrılmıştır. Paris’te tanıştığı evlilik için gün saydığı Türk diplomat Ahmet Reşit beyden de yıldızları çok barışık olmasına rağmen Hollanda’ya tayini ve bundan çok hoşnut olması yüzünden büyük aşk acısıyla kopar. Çünkü İsabelle için onu hayata bağlayan yegane yaşam enerjisi bir İslam ülkesinde Müslümanların arasında yaşama, ömrünü mümkünse Cezayir Tunus gibi bir yerde Afrika’da geçirme umudu.
Hasta Arap kadınların başucunda, etrafında dolaşan yoksul çocukların yanında yerini alarak, akreplerin bastığı hanlarda kalarak, kibrit ışığıyla su arayarak, sigarasını silahıyla yakmaya kalkışan adamları görerek insana karışmış, içten ve samimi bir damar yakalamıştır. Fransız ordusuna bağlı askeri şube komutanına gelen bir ihbar mektubunda “bu kadın Fransa’ya karşı derin bir nefret beslemektedir. Onu Sömürgelerin Fransa’ya karşı ayaklanmasından daha fazla memnun edecek bir şey yoktur”denilmektedir. Oysa o devletlere değil sömürge zihniyetine karşıdır. İsabelle’in ölümcül bir suikaste uğradığı biliniyor. Bu Fransız istihbaratı tarafından mı, yoksa yerli kıyafetlere bürünerek erkek isimleriyle rahatça yolculuklara çıkması yüzünden fitne olduğu gerekçesiyle Müslüman birileri tarafından mı gerçekleştirildi bilinmiyor.
“Genç bir Avrupalı kadın gibi giyinseydim hiçbir şey göremezdim. Dünya bana kendini kapatırdı. Çünkü dışarıdaki yaşam erkekler için yaratılmış gibi, kadınlar için değil. Oysa ben kamusal yaşamın havuzuna dalmayı seviyorum. İnsanlığın etrafımda dalgalanmasını seviyorum. Kalabalığın suyuna karışmayı seviyorum.” diyordu günlüklerinde. İçine doğduğu modern dünyayı sorgulayan, günü birlik değil kalıcı değerlerin peşine düşen, İslami pratiklerden de mutmain olmayan, hiçbir yerde tam manasıyla yurtlanamayan bir ruh. Sınırlardaki yaşamı, araftaki ruhu Kadiri Tarikatına intisabıyla biraz yatışır. Teslim, tevekkül ve sabrı derinleşir.
Isabelle Furuğ’dan, Rachel Corrie’den, Melek Nazif’ten, Doktor Hümeyra hanımdan, Yvonne Ridley’den daha nice kadınlardan ışık taşıyor.
Isabelle Eberhardt, Emine K. Arslaner, Mana yayınları, 2019