“Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki görevine psikiyatrik uygunsuzluğu gerekçe gösterilerek son verilmiş bir subayım. Askerlik yapmak için uygun görülmeyen psikolojik özelliklere sahip olduğum saptanmış ve ordudan uzaklaştırılmıştım. Şimdi bu niteliklere sahip olan benim bir soruşturmada kaynak/dayanak yapılmasını anlayabilmiş değilim...Ayrıca psikolojik yapımdaki bazı özelliklerin manipüle edilmek istendiğini, çeşitli operasyonlarda araç haline getirilmek istendiğimi gördüm, görüyorum... 2013 Haziranında memleket sathında yaşanmış olayların yabancı ülkelerin gerçekleştirdiği bir operasyon olarak gösterilmesini kabul etmiyorum. Buna şahsımın tanık gösterilmesin ise kişilik haklarıma saldırı olarak değerlendiriyorum. Yürüttüğünüz soruşturma çerçevesinde bu uyarılarımın dikkate alınmasını ve şahsıma atfedilen görüşlerin bir dayanak olarak kullanılmasını sona emesini talep ediyorum.”
Bu cümleler geçen yıl İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulmuş bir dilekçeden.
Dilekçeyi veren kişi Murat Papuç.
Papuç, 15 yıl orduda görev yapmış eski bir yüzbaşı. Daha sonra TKP’de siyaset yapmış. 2015’de oradan da ihraç edilmiş. Sert bir ulusalcı, Gezi eylemlerine katılmış, AK Parti iktidarına muhalif bir isim. Bu köşeyi okuyanlar ismini herhalde hatırlayacaktır.
Papuç, Osman Kavala soruşturmasını 28 Mart 2016 günü verdiği ifadeyle başlatan kişiydi.
İfadesinde hiçbir delil, somut veri ileri sürmeden bir takım analizler yaparak Gezi olaylarının ve çözüm sürecinin arkasında dış güçlerin, Soros’un olduğunu, “Türkiye’nin Sorosu”nun da Osman Kavala olduğunu söylemişti. Onunla birlikte de çoğu sol içi fraksiyon kavgasında hasmı olan 26 kişinin daha ismini vermişti.
Ama kolluk kuvvetleri kendisinin ciddiye almadığı bu ifadeyi çok ciddiye aldı, soruşturma başlattı ve Kasım 2017’de de Osman Kavala’yı tutukladı.
Mahkemenin tutuklama gerekçesinde Papuç’un ifadesi vardı.
Tutuklanmasından ancak bir yıl sonra Kavala davasının iddianamesi ortaya çıktığında görüldü ki iddianamenin de tepesinde Papuç’un bu ifadesi duruyordu.
Suçlamaların şöyle tarif edildiği bir iddianameye, her akşam televizyonlara çıkan komplocu araştırmacı yazarların lakırdılarına benzeyen bu ifadenin ‘güçlü bir delil’ olarak girmesi herhalde şaşırtıcı değildi:
“Her ne kadar toplantıların içeriğine ulaşılamamış ve karanlıkta kalan yönleri olsa da iletişimin tespit tutanaklarından, Gezi’den sonra tekrar sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem adı altında yeniden çeşitli gösteri ve eylemlerin yapılmasına yönelik bir takım eğitimler ve konuşmalar düzenlendiği kanaatine ulaşıldığından...”
İçeriğine ulaşılamayan toplantılardan, karanlıkta kalan iletişim tutanaklarından kanaatlere varılan bir iddianamenin birinci delili olan bu ifadenin sahibi, bu ortaya çıkınca savcılığa başvurdu ve polisin, savcıların, hakimlerin kendisinin bile ciddiye almadığı ifadesini bu kadar ciddiye almasına itiraz etti, psikolojik rahatsızlıkları yüzünden ordudan atıldığını hatırlattı.
Buna rağmen Osman Kavala, içi bomboş bir iddianameyle hapisteki 785’inci gününü tamamladı.
İfadesiyle soruşturmayı başlayan Murat Papuç ise henüz mahkemede ifadeye bile çağrılmadı.
Üçüncü yıla giren bu hukuki fars, nihayet geçen hafta AİHM’den net bir hak ihlali kararı, “soruşturma siyasi”, “derhal tutukluluğuna son verilmeli” tespit ve tavsiyeleriyle döndü ama dün görülen duruşmada mahkeme Türkiye iç hukukunun bir parçası olan, bigane kalamayacağı AİHM kararını da görmezlikten gelerek Kavala’nın tutukluluğuna bu ‘güçlü delillerle’ devam dedi.
Böylece 1987’de Özal’ın Türkiye’yi 12 Eylül hukukundan çıkarıp, bu ülkenin vatandaşlarına devletin sürekli değişen insafı dışında uluslararası bir hukuki güvence olarak verdiği AİHM’e bireysel başvuru hakkı ve 1990’da kabul edilen AİHM’in zorunlu yargı yetkisi büyük bir yara daha aldı.
80’lerde solcuların, 90’larda Kürtlerin, başörtüsü yasakları sırasında dindarların, siyasi hakları engellenirken Erdoğan’ın ve 33 yıldır bu ülkenin hakimlerinden adalet görmemiş binlerce insanının zor zamanlarda güvencesi olmuş, daha çok da olacağa benzeyen bir kapı biraz daha kapandı.
Peki ne uğruna?
Savcılar ve hakimler; “beni bu kadar niye ciddiye aldınız ki” diyen bir tanığın kuyuya attığı taşın peşinden gitmekten vazgeçmediler, içi boş çıkan büyük iddialardan geri dönmeyi gururlarına yediremediler, devlet büyüklerini yalancı çıkarmak istemediler diye!
Muhtemelen bu yaptıklarını da “Bak nasıl AİHM’e de boyun eğmedik” diye büyük bir vatanseverlik olarak görüyorlardır!
Böylece 80 milyon artık yerli ve milli hukuka emanet.
Peki yüzde yüz yerli ve milli bir teknolojinin kullanıldığı bir hukukta başımıza neler gelebilir?
Mesela size gıcık olan bir akrabanız, sizi terörist diye ihbar edebilir.
NASA çalışanı bir ABD vatandaşı olmanız hatta ABD Başkanı bile sizi bu yerli ve milli hukukun elinden kurtaramaz.
Tıpkı Serkan Gölge’nin başına geldiği gibi.
Serkan Gölge aynı zamanda ABD vatandaşı da olan bir NASA çalışanı. 13 yıldır ABD’de yaşıyor ve çalışıyor. 2016 yazında tatil için geldiği memleketi Hatay’da 23 Temmuz 2016 günü evi basılarak gözaltına alındı.
Sonra hakkında 36 sayfalık bir iddianame yazıldı. Ama bu 36 sayfalık iddianamenin ilk 35 sayfası onunla ilgili değil. Genel olarak bir FETÖ tarifi, bilinen iddialardan ibaret.
36 sayfalık iddianamenin sadece bir sayfası, yazıyla sadece “1” sayfası Serkan Gölge’ye yönelik suçlamalar hakkında.
Peki ne yazıyor bu bir sayfada?
İddianameden soruşturmayı da başlatan en önemli tespiti okuyalım:
“22.07.2016 günü, Hatay Emniyet Müdürlüğü Muhabere ve Elektronik Şube Müdürlüğüne gelen 1008960 numaralı ihbarda;
“İsmim ve bilgilerimin gizli kalmasını istiyorum. Serkan Gölge isimli şahıs FETÖ’cülerin kriptocularından çok önemli biridir. NASA’da çalışıyor gibi söyler ancak kendisi CIA de çalışıyor. Ben bunu aile içinden duydum. Bu şahsın babasının adı...Serkan Gölge şu an ....babasının evinde. Bugün veya yarın İstanbul’a uçakla uçacak. Cumartesi veya pazar günü de Amerika’ya uçacak bu şahıs FETÖ örgütü içerisinde çok önemli kripto görevindedir.”
Suçlama bu kadarlık bir ihbar.
Peki böyle bir ihbar üzerime Emniyet ne yapmış?
Hemen ertesi günü yani 23 Temmuz 2016 günü ihbarda verilen adrese gidip Serkan Gölge’yi gözaltına almış.
Hiçbir soruşturma yapmadan, ihbarın ciddiyetini hiç araştırmadan.
Hadi diyelim o sırada darbenin üzerinden bir hafta geçmişti, ihbarcılık çok yaygındı, o günlerin havası böyleydi.
Ama aylar sonra çıkan iddianamenin ana suçlaması bu ihbardan ibaret. Yine hiç araştırılmamış, soruşturulmamış. İhbardaki kadar iddianameye konulmuş.
Peki iddianamedeki bu bir sayfadan ihbarı çıkarınca geriye kalan yarım sayfada ne yazıyor?
Diğer “deliller”. Yine okuyalım:
“2003 ve 2016 yılları arasında, İstanbul Atatürk Hava Limanından, çok sayıda giriş çıkış kaydının bulunduğu,
Son olarak, 26.06.2016 günü, İstanbul Atatürk Hava Limanından Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olarak ülkemize giriş yaptığı tespit edilmiştir.
İlgili soruşturma kapsamında, 23.07.2016 günü yakalanarak gözaltına alınan Serkan GÖLGE isimli şüphelinin ikametinde yapılan aramada; 1 ABD Doları ele geçirilmiştir.
...Örgüte koşulsuz olarak bağlılıklarını bildiren şahısları ödüllendirmek maksadı ile temsili olarak 1 (bir) ABD’ doları verildiği şeklinde bilgiler elde edilmiştir.
Ayrıca, Serkan GÖLGE isimli şüphelinin üzerinde yapılan aramada, Serkan GÖLGE adına düzenlenmiş üzerinde, “NOV 2018” ibaresi bulunan “007-739978” seri numaralı NASA (NatıonelAeronautics and Space Administration) (Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) kimlik kartı olduğu değerlendirilen kart ele geçirilmiştir.”
Özetleyelim deliller; 10 yılı aşkın süredir ABD’de çalışan birinin ABD’ye uçuş trafiği, bir hafta önce ABD’den ülkesine gelmiş birinden çıkan 1 dolar ve “ele geçirilmiş” bir NASA kartı.
Bu delillerle NASA çalışanı Serkan Gölge üç yıl hapis yattı.
Uğradığı haksızlık hakkında ABD medyasında onlarca haber yapıldı. Trump, Pompeo, ABD Dışişleri defalarca Türkiye’yi eleştiren açıklamalar yaptılar.
Nihayet üç yıl sonra geçen mayıs ayında Trump’ın bastırmasıyla, hakkındaki suçlama terör örgütü üyeliğinden terör örgütüne yardıma düşürülüverdi, hapishaneden ev hapsine çıkarıldı.
Ve geçen ay Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında Trump, dünyanın en önemli kanallarının canlı verdiği ortak basın toplantısında sözlerine şöyle başladı:
"Türkiye'nin az önce geri istediğimiz bir mahkumu serbest bıraktığını öğrendim. Az önce cezaevinden ev hapsine gönderildiğini öğrendim. Oradan da yakın bir zamanda Amerika'ya verilecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yardımı için teşekkür etmek istiyorum. Bu harika oldu. İster mahkum, ister rehine deyin, serbest bırakılan bu kişi şu anda ev hapsinde. Yakın bir zamanda Amerika'ya gönderilecek olması iyi bir haber."
Ama Trump’ın bu sözlerine rağmen Gölge haftalık imza yükümlülüğü sürdüğü için hala Hatay’da, NASA’daki işine henüz geri dönemedi.
Peki ne uğruna? Ne uğruna Türkiye, hukukun ‘h’sinden bile anlamayan bir ABD başkanı tarafından, hapisten siyaseten adam kurtarılabilen üçüncü dünya ülkesi muamelesi gördü?
Tabii ki NASA çalışanı akrabasına gıcık olan birinin ifadesini tutuklama için yeterli gören, NASA kimlik kartını suç delili sayabilen savcılar, hakimler yüzünden.
Yani siyasi bir hasmınız sizi Sorosçu diye ihbar edebilir, küçüklükten beri başarılarınızı kıskanan yakın bir akrabanız sizi FETÖ’cü ve CIA ajanı diye polise bildirebilir ya da Samsun’da muhalif bir tweet atıp kendinizi bir anda Facebook’da trollük yapan o savcının karşısında bulabilirsiniz.
Artık bunları ciddiye alan, bu delillerle sizi iki-üç yıl hapiste tutabilecek yüzde yüz Türk hukukçularının ürettiği, yerli ve milli bir hukuk teknolojimiz var.
Bu yerli ve milli hukukun elinden sizi AİHM hatta ABD Başkanı bile kurtaramayabilir.
Ne kadar gurur duysak azdır!