Tunus'ta parlamentoyu fesheden, ülkeyi kararnamelerle yöneten Anayasa profesörü Cumhurbaşkanı Kays Said'in hazırlattığı Anayasa değişikliği önerisi için yapılan referandumdan yüzde 93 “Evet” çıktı.
Dünyada demokrat çevrelerin endişe ile izlediği referandum Türkiye’deki bazı muhalif medya organlarında ise sevinçle karşılandı.
Örneğin TELE 1 referandumu “Tunus’ta görkemli laiklik zaferi. Siyasal İslam yüz kızartıcı bir iflas yaşıyor” başlığıyla duyurdu.
Bu sevincin sebebi referandumla anayasanın birinci maddesinden “devletin dini İslamdır” cümlesinin çıkarılması.
Dünyaya sadece bir perspektiften ve Türkiye’deki siyaset üzerinden bakanlar için anlaşılır bir sevinç bu.
Halbuki ortada sadece tek maddelik bir değişiklik yok.
Anayasa değişikliği paketiyle Arap Bahar’ıyla diktatör Bin Ali’nin devrilmesinden sonra 2014 yılında yapılan anayasadaki 142 madde değişmiş oldu.
Paket 30 Haziran’da kamuoyuna duyuruldu.
Yani 142 maddeyi incelemeleri için halka sadece 1.5 ay verildi,
Ülkedeki siyasi partilerin büyük çoğunluğu, büyük sendikalar referandumu boykot etti.
Hatta değişiklik paketini hazırlayan ve Cumhurbaşkanı Said’e yakın olan hukukçulardan bazıları da bu anayasa ile ülkenin otoriter bir rejime geçeceğini söyleyerek komisyondan istifa ettiler.
Sonuçta Türkiye’deki bazı Kemalist laik çevreleri sevindiren, Tunuslu laik, solcu, liberal ve İslamcıları endişelendiren referanduma katılım yüzde 27,5’da kaldı.
Yani ortada pek de halkın bir zaferi yok.
Peki bu laikliğin zaferi, siyasal İslam’ın iflası mı?
Referandumda laiklik adına neyin değiştiğine bakalım.
2014 yılındaki anayasanın birinci maddesi şöyleydi:
“Tunus özgür, bağımsız ve egemen bir devlettir. Devletin dini İslam’dır. Devletin dili Arapçadır. Devletin sistemi Cumhuriyettir.”
Kays Said anayasa değişikliğiyle “devletin dini İslam’dır” hükmünü birinci maddeden çıkardı.
Peki 2014 yılında bu hükmü anayasanın birinci maddesine koyanlar Ennahda, Gannuşi ya da “siyasal İslamcılar” mıydı?
Hayır.
1956 yılında Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Tunus’un 1959 yılında yapılan ilk anayasasından bu yana birinci maddesi değişmedi ve yani 1959 yılından beri Tunus Anayasası’nın birinci maddesinde “Devletin dini İslam’dır” yazıyordu.
Üstelik Tunus, 60 yıldır anayasasında “Devletin dini İslam’dır” yazılıyken, 1981 yılından itibaren sokaklarda bile başörtüsünü yasaklayacak kadar sert laiklik uygulamalarının yapıldığı bir ülkeydi.
2014 yılında İslamcı Ennahda’nın başını çektiği iktidar öncülüğünde yeni anayasa yapılırken İslamcı ve Selefi çevrelerden anayasaya şeri hükümleri koyma taleplerini geri çevrilmiş, 1959 Anayasası’nın birinci maddesine de dokunulmamıştı.
Yani referandumla değiştirilen hüküm 60 yıllık, İslamcıların değil ülkeyi kuran modernist seküler milliyetçilerin eseriydi.
Peki, referandumda kabul edilen bu değişiklikle Tunus laik mi oldu?
Anayasa’nın birinci maddesinden çıkarılan İslam’a atıf Anayasa’nın beşinci maddesine konuldu:
"Tunus İslam Ümmetinin bir parçasıdır. Devlet İslam’ın onurunu ve ruhunu korurken onun amaçlarını gerçekleştirmek için çalışır.”
Kays Said, bu değişikliğe gelen eleştirilere karşı da daha önce şöyle demişti:
"Yeni Anayasa'da İslam hukukunun amaçlarını gerçekleştirmek için çalışıyoruz. Anayasa'da dini İslam olan bir devletten değil, dini İslam olan bir ümmetten bahsediyoruz."
Cumhurbaşkanı Kays Said ,İslamcı olmasa da Arap Baharı'nı desteklemiş, Ennahda'nın desteğini almış bir sıkı muhafazakar.
Mimiksiz, hissiz ve kitabi bir Arapça ile konuştuğu için en meşhur lakabı “Robocop” olan Said’in sosyal konulardaki muhafazakarlığı yüzünden bir başka lakabı da “Selefi.”
Miras konusunda kadın erkek eşitliğine karşı çıkarak dinin hukuki yorumunun korunmasını savunmuş, idam cezasına destek vermiş, eşcinselliğin yabancı ülkeler tarafından finanse ve teşvik edildiğini söylemiş, İsrail ile ilişkileri normalleştiren Arap ülkelerini Siyonizm ile işbirliğiyle ve ihanetle suçlamıştı.
Bu arada Tunus'taki İslamcı siyaset de buralardan göründüğü gibi “her kötülüğün anası Siyasal İslamcılar” karikatürüne pek uymuyor.
Tunus'un İslamcı hareketi Ennahda'nın lideri Raşid Gannuşi, 2016 yılında partisinin kongresinin açılışında Ennahda'nın dini tebliğ ve cemaat işleriyle siyasi işlerini birbirinden ayrıldıklarını açıklamıştı:
“Dini siyasi mücadelelerden uzak tutmak istiyoruz. Tarafsızlık çağrısında bulunuyoruz. Modern bir devlet, ideolojiler, büyük sloganlar ve siyasi kavgalarla değil, uygulanabilir programlarla işler. Devletin gücü, baskı ve özgürlüklerin reddi anlamına gelmediği gibi; özgürlük de kaos anlamına gelmez.”
Kongreden önce Le Monde gazetesine konuşan Gannuşi, “Tunus şu an bir demokrasi. 2014 anayasası seküler ve dini aşırıcılığa limit koydu. Siyasal İslam’ı bırakıp, demokratik İslam’a geçiyoruz. siyasal İslam’ı temsil ettiğimizi iddia etmeyi bırakıp, Müslüman demokratlar olduğumuzu söylüyoruz” demişti.
Peki, 2021 yılında bir anayasal darbeyle Meclis’i kapatıp, ülkeyi kararnamelerle yönetmeye başlayan Cumhurbaşkanı Said, 2014 Anayasası’nda yaptığı 142 maddelik değişiklikle nasıl bir rejim kurmuş oldu?
Değişikliğin esas amacı anayasadan “devletin dini İslam’dır” hükmünü çıkarmak değil, 2014 Anayasası’ndaki kuvvetler ayrılığı sistemini bitirmekti.
Yeni anayasa cumhurbaşkanına hükümet üzerinde sınırsız bir kontrol verdi. 2014 Anayasası ile oluşturulan parlamenter denetim mekanizmaları ortadan kaldırıldı.
Artık hükümet parlamentoda kurulmayacak, Cumhurbaşkanı tarafından atanacak.
2014 Anayasası’nda parlamento Cumhurbaşkanı’nı ciddi anayasa ihlalleri durumunda görevden alabiliyordu. Oylanan yeni Anayasa’nın 110. maddesinde “Cumhurbaşkanı görevlerini yerine getirirken yapacağı işlemlerden sorumlu değildir” yazıyor.
Cumhurbaşkanı, artık pek çok kritik konuda kararnamelerle ülkeyi yönetebilecek, uluslararası anlaşmaları onaylayacak, iki meclisi de feshedebilecek.
Yeni anayasa ile Cumhurbaşkanı yasama ve yürütme dışında yargıda da ipleri ele geçirdi.
2014 Anayasa’sının en ciddi adımlarından olan yargıçların kendileri tarafından seçilen bizdeki HSK’nın dengi bağımsız Yüksek Yargı Konseyi Cumhurbaşkanı Kays Said tarafından zaten feshedilmişti.
Yeni anayasa Yüksek Yargı Konseyi’nin seçilme yöntemini ortada bıraktı, konseye seçilen yargıçları atama yetkisini ise Cumhurbaşkanı’na verdi.
2014 Anayasası’nda bir madde olarak yer alan “Yargı sisteminin işleyişine her türlü müdahale yasağı” da kaldırıldı. Yeni anayasa ile 2014’de getirilen Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanı’nın görevden alınması ile ilgili önergeler hakkında karar verme yetkisi de elinden alındı.
Temel haklar ve özgürlükler konusunda da 2014 Anayasası’nın verdiği güvenceler yeni anayasa ile geri alındı. Temel haklar ve özgürlüklerim kısıtlanmasına karşı eski anayasada konan orantılılık kıstası yeni anayasası ile kaldırıldı.
Pek çok maddesi ile Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine benzeyen ama onun daha sert bir versiyonu ile yönetilecek Tunus.
Ama Türkiye’den bakan ve tek derdi siyasal İslam olan bir muhalife göre tek bir maddede yapılan değişiklik diğer 141 madde ile kurulan otoriter rejime bedel.
Devletin dini İslam olmasın da gerekirse diktatörlük olsun.
Üstelik zannettiği gibi bir laiklik de yok ortada.
Dünya tek bir meseleyi takıntı yapmışlar için anlaşılması zor bir yer.
Çünkü Tunus örneğinde günün sonunda ortaya şöyle bir resim çıktı.
Tunus 2014 yılında İslamcı hareketin iktidarda olduğu yıllarda yaptığı anayasada kuvvetler ayrılığına dayalı bir demokrasi kurmuşken, hak ve özgürlükleri güvence altına almışken, İslam dünyasının tek demokratik model ülkesi olarak övülürken, bugün İslam'ı devlet dini olmaktan da çıkaran İslamcı olmayan Kays Said’in yaptığı anayasa ile yeniden otoriter bir Ortadoğu diktatörlüğüne dönüştü.
Yani bu coğrafyada mesele “siyasal İslam” değil, otoriter, devletçi, tekçi iktidar etme pratiği.
Bunun laik, milliyetçi, sosyalist ve İslamcı versiyonları da aynı iktidar etme pratiğini üretti.
Türkiye’den Tunus’taki anayasa referandumuna bakınca, 2017’deki referandumla benzerlikleri değil de bir maddedeki laiklik makyajını gören ve zafer ilan edenlerin de kafasında bu otoriter iktidar etme pratiğinin başka bir versiyonunun hayalleri var
Son 10 yılda bu denklemin dışında çıkabilen iki örnek Türkiye ve Tunus oldu ama bu iki model de ise gözlerimizin önünde eski rejime doğru evirilip yok oldu.
Halbuki büyük ümitler yeşermişti.
O kadar ki 2011 yılında devrimden sonra Tunus u ziyaret eden Başbakan Erdoğan şöyle demişti:
“Tüm bunların yanında hepsinden önemlisi Tunus, şunu ispat edecektir; İslam ile demokrasi yan yana olabilir. Türkiye halkının yüzde 99''u Müslüman olan bir ülke, biz rahatlıkla bunu yapabiliyoruz, bir sıkıntımız yok. Oldu ve oluyor, demek ki olabilir. Farklı yaklaşımlar ortaya koymak suretiyle bunun önünü kesmeye gerek yok...”
Erdoğan Tunus’tan önce ziyaret ettiği Mısır’da da iktidara gelen Müslüman Kardeşlere laiklik tavsiye etmişti.
Bu laiklik ve demokrasi tavsiyeleri o günlerde İslami çevrelerden büyük tepki çekmişti.
Sadece Türkiye dışında değil, Türkiye içinde de.
Erdoğan’a tepki gösterenlerden biri Yeni Şafak’taki köşesinde geçen hafta vefat eden Rasim Özdenören’di.
Özdenören, Başbakan Erdoğan’ın Mısır, Libya ve Tunus’ta verdiği laiklik ve demokrasi mesajlarını kibarca eleştiren bir dizi yazı kaleme almıştı.
Özdenören, İslam ve demokrasinin birlikteliği fikirlerine 90lardan beri güçlü teorik tezlerle itiraz eden bir isimdi.
Ama egemenliğin kaynağı dini mi olmalı dünyevi mi tartışması ekseninde yapılan ve İslam’ın demokrasinin verdiği bütün hak ve özgürlüklerin daha fazlasını verdiği iddia eden Özdenören’in kolayca karşı tezler ileri sürülebilecek o eleştirilerini şimdilik bir tarafa bırakalım.
Bugünden bakıldığında 2011 yılında iktidarı destekleyen bir gazetede Başbakan’ın böyle eleştirilebilmesi uzaklarda kalmış bir hayal gibi görünüyor.
O hayale de demokrasi diyoruz.
Çünkü maalesef başka hiçbir sistem, model ve değerler bütünü pratik hayatta, dünya tarihinde bir entelektüele devlet başkanını böyle eleştirebilme hakkı vermedi.
Rasim Özdenören de bu demokratik hakkı kullanmaya cesaret edebilen iyi bir entelektüeldi.
Ama bu demokrasi ve çokseslilik havası Türkiye’de de uzun sürmedi.
Nitekim rahmetli Özdenören de 2015 yılında katıldığı bir ödül töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Cumhurbaşkanım sizin yürüyüşünüz yeter” dediği için eleştirilmişti.
Demek ki demokrasi öyle hemen “Batılılara özgü bir sistem, bize uymaz, İslam daha fazla hak veriyor” deyip kenara atılacak bir sistem değilmiş.
Bölgemizde laiklik eşittir demokrasi, özgürlük, hak, hukuk adalet de değilmiş.
Bütün kötülüklerin anası “Siyasal İslam” ya da “laikler” de değilmiş.
Erken zafer kutlamaları ve erken iflas ilanları için temkinli olmak gerekiyormuş.
Özellikle de ne laiğinin ne de İslamcısının demokrat olamadığı bir coğrafyada yaşarken…