Fethiye Topak (66), zor şartlarda kızlarını tek başına büyütüp evlendirmiş, torunları ve hasta annesiyle ilgilenerek hayatını geçiren TC’nin sıradan bir vatandaşıydı.
Uzun bir hastalık döneminin ardından 2021 Nisan’ında annesini kaybetti. Yıllardır tek başına bakımını üstlendiği annesinin kaybının ardından hem çok üzülmüş hem de çok yorulmuştu. Yazın kızı ve damadı dinlenmesi için onu çok sevdiği Mersin’deki yengeleri Nebahat Gülmez’in (64) Erdemli Avgadı Yaylası’ndaki evine bıraktılar.
1 Temmuz 2021 günü Fethiye Topak ve Nebahat Gülmez, evlerine 1.700 metre uzaklıktaki pazara gitmek için evden çıkıp yürümeye başladılar.
Kenarından yürüdükleri yol tenha bir yayla yoluydu.
16.00 sıralarında, pazara 600 metre kala Emekli Hava Albayı Zekeriya Suna’nın kullandığı otomobil hızla arkadan ikisine çarpıp, havaya fırlattı ve iki kadın olay yerinde hayatını kaybetti.
Jandarma bölgesiydi. İhbar üzerine olay yerine Jandarma Komutanı ve jandarma görevlileri geldi.
Tuhaflıklar bu sırada başladı.
Rutin olarak Jandarma’nın çevredekileri uzaklaştırmaları, görgü tanıklarını bulmaları, varsa kameraları tespit etmeleri ve olay yerinde gördüklerini tutanağa yazmaları gibi rutin işlerini yapması gerekirdi.
Ama öyle yapmadı.
Bütün kaza tutanağı kazayı yapan sürücü emekli albayın beyanına göre yazıldı.
Jandarma’nın Zekeriya Suna’nın anlatımına göre yazdığı tutanağa göre iki kadın yolun bir metre içinde ve sağ tarafında otostop yapıyordu. Aracın üzerine doğru gelmişler, şoför fren yapamadan direksiyonu kırmasına rağmen yolun orta çizgisinin sağında yayalara çarpmıştı.
Jandarma hazırladığı tutanakta olay yerinde kamera kaydı ve görgü tanığı olmadığını yazdı.
Ve emekli albayın beyanına göre tutulan bu tutanağa göre hayatını kaybeden iki yaşlı kadın asli kusurlu bulundu.
Halbuki iki kadının oturdukları evin önünden toplu taşıma geçiyordu. Yürüdükleri pazara da sadece 600 metre kalmıştı. Yani 60’lı yaşlardaki iki kadının hayatlarında hiç yapmadıkları otostop yapmaları için bir sebep yoktu. Üstelik 20 dakika yakınlarında iki özel araçları olan çocukları da vardı.
Evleri yolun solundaydı. Caddeye soldan bağlanıp, o saatte gölge olan sol taraftan yürüyerek yine sol tarafta kalan pazara doğru yürüyorlardı. Yolun sağına geçmeleri için de hiçbir sebep yoktu.
Fakat tuhaflıklar burada bitmedi.
İki kadının öldüğü bir kazada rutin olarak önce karakola götürülen şüpheli Zekeriya Suna’nın ifadesi alınmalıydı.
Ama öyle de yapılmadı. Zekariya Suna’nın akrabaları 19.39’da Güzeloluk Jandarma Karakoluna giderek, Suna’dan 15 dakika önce olay yerinden geçtiklerini, iki kadını panik halde, yolun bir metre içinde otostop yaparken gördüklerini anlattılar.
Bu ifadeden iki saat sonra 21.25’te Zekeriya Suna’nın ifadesi alındı. Ve o da akrabalarıyla aynı ifadeleri kullanarak, “yolun bir metre içinde panik halde otostop yapıyorlardı. Duyduğuma göre başkalarına da otostop yapmışlar” dedi.
Suna’dan önce karakolda ifadeleri alınan akrabaları daha sonra tekrar ifade verip, kendilerini jandarmanın arayarak ifadeye çağırdığını söylediler.
Yani Jandarma tutanağını kazayı yapan emekli albayın ifadesine göre tutmuş, sonra karakola albayın akrabalarını çağırıp kendi tutanağına şahit bulmuş, en sonunda da emekli albayın ifadesini bu tutanak ve şahitlerle uyumlu olarak almıştı.
Tam bir bozacının şahidi şıracı soruşturması yapılmıştı.
Şüpheli Zekeriya Suna ertesi gün çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı.
Acı içerisinde annelerini yolcu eden Fethiye Topak ve Nebahat Gülmez’in çocukları bu ifadelerden kazadan üç gün sonra haberdar olunca şok oldular.
İki kadın bir yayla yolunda kendilerine çarpan arabayla hayatını kaybetmiş bir de suçlu olmuştu. Üstelik yolun ortasından yürüdükleri, panik içinde otostop çektikleri gibi hayatın akışına ters bir hikayeyle…
Jandarma’nın yok dediği görgü tanıklarını Nebahat Gülmez’in kızı, olay yeri çevresindeki evlerin tek tek kapılarını çalarak buldu.
Jandarma kazaya 30 metre mesafede kiraz satan Ali Yıldırım, kazayı ihbar eden Şerife Yıldırım’ı dahi dinlememişti.
Kazanın en yakın tanığı olan kiraz satıcısı Ali Yıldırım, gördüklerini daha sonra savcılığın soruşturma dosyasına giren ifadesinde şöyle anlattı:
"Biri zeminde sürüklenerek bana doğru yaklaştı. Yaklaşık 10-12 metre civarımda durdu. Eşime seslendim, panikledim, şahsa bakamadım. Diğer çarpılan kişiyi 3-4 dakika sonra gördük. Bu çarpma üzerine hemen eşimi aradım. Eşim benden 50-60 metre uzaklıktaydı. Geldiğinde şahsa dokundu, bana yakın düşen şahsa baktı, nabzına baktı, diline baktı ve nefes almadığını söyledi. Yerdeki şahsın bayan olduğunu anladık. Diğer bayana da eşim baktı. Hemen arabanın yanına gittim. Arabanın içinde bir kişi oturuyordu. 45-50 yaşında vardı. Kıyafeti düzgündü… Adam kendi kendine 'ben katil oldum, adam öldürdüm' diye bağırmaya başladı. Akabinde birkaç yere telefon etti. Ben çarpmadan evvel fren sesi duymadım. Vefat eden iki bayanın kazadan önce geçtiklerini görmedim. Ben jandarmaya gördüklerimi anlatmak istedim fakat beyanlarımıza başvurmadılar. Ben aracın çarpıp durduğu yerin karşısında otostop yapan kimseyi görmedim. Olsaydı görürdüm."
Hayatını kaybeden iki kadının çocukları Jandarma’nın yapmadığını kendileri yaptı, olay yerinde tanık buldu.
İki kadının yolun sol tarafından caddeye bağlandıklarını şahitlerle kanıtladılar.
Yoldan geçerken çiçekli bir balkon görüp, çiçek sevmişlerdi. O ev sahibi gelip ifade verdi.
Kazanın gerçekleştiği iddia edilen yerde kaza olduğuna dair hiçbir iz yoktu. Ne kan izi ne de araba parçası ne de fren izi...
Sürücü ilk yapması gereken şeyi yapıp, yolun içinde insanlar gördüğünü iddia etmesine rağmen frene basmamıştı.
Olay günü yol kenarında, kaza yerine 30 metre mesafede kiraz satan tanık Ali Yıldırım ve Şerife Yıldırım daha sonra hem mahkemeye, hem de keşfe gelip yolda otostop yapan, panik halde yola atlayan kimseyi görmediklerini söylediler.
Yani Zekeriya Suna ve ondan 15 dakika önce aynı yerden geçen akrabaları dışında, 15 dakika boyunca panik halde yola atlayan iki yaşlı kadını gören kimse olmamıştı.
Jandarma Zekeriya Suna’nın siciline bile bakmamıştı.
Çünkü soruşturmanın ilerleyen aşamalarında 2010 – 2018 arasında 8’i hız limitini aşmaktan 14 trafik cezası çıktı.
Suna daha sonra savcıya verdiği ifadede bu cezaları 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tekrar göreve geri çağırıldığında yaptığı şehirler arası yolculuklara bağlamıştı.
Suna, ifadesinde 3. vitesle 60/70 km hızla gittiğini söylüyordu ama araç durur haldeyken 4. vitesteydi.
Araç öyle süratliydi ki çarptığı kişiler 10 metre farklı yöne savrulmuştu, Nebahat Gülmez bir evin önündeki tel örgüyü aşıp bahçenin içine düşmüştü. Her ikisi de olay yerinde hayatlarını kaybetmişlerdi.
Suna, iki kadına yandan çarptığını, ikisinin aracın üzerine geldiklerini söylemişti. Oysa her ikisinin de bacak arkalarında kırık ve yırtıklar vardı. İkisi de yüzüstü düşmüşler. Çarpma arkadan gerçekleşmişti.
Fakat bütün bunlara rağmen Adli Tıp raporu, olaydan çok kısa bir süre sonra çıktı.
1 Temmuz’da yaşanan kazadan bir ay sonra 8 Ağustos’ta çıkan Adli Tıp raporunda Jandarma’nın kaza tutanağında yazdıkları tekrarlanmış ve yine yayalar asli kusurlu bulunmuştu.
Aileler İTÜ’den teknik heyet incelemesi talep etti. İncelemede ikili değerlendirme yapılarak, Suna’nın söyledikleri doğru kabul edilse dahi kazada asli kusurlu olduğu ama ikinci değerlendirmede de tam kusurlu olduğu tespit edildi.
Soruşturmaya bakan savcı iddianamesinde Zekeriya Suna ve akrabalarının ifadelerinin bir kurgudan ibaret olduğunu, akrabaların tanıklıklarının kabul edilemeyeceğini, kazada sürat ve fren yapmaması sebebiyle Suna’nın bilinçli taksirle ölüme sebebiyetten cezalandırılması gerektiğini söyledi.
Jandarma tutanağında imzası olan görevliler tutanağı sadece sürücünün beyanına göre yazdıklarını kabul ettiler.
Tutuksuz yargılanan emekli albay Zekariya Suna, katıldığı duruşmada kendinden çok emin ve pervasızdı.
Mahkemedeki ifadesinde “Müteveffaların çarpmanın etkisiyle nasıl bu kadar savrulduklarını bilmiyorum, ben çarptıktan sonra kaçıp orada vefat etmiş olabilirler” deyince kadınların çocuklarının ağlamaya başlaması mahkeme tutanağa geçti.
Peki, nasıl bu kadar kendinden emindi? Neden Jandarma yapması gereken rutin işlemlerin dışında çıkıp, bir trafik kazasında emekli albayı aklamaya çalışmıştı?
Mahkemenin ilerleyen aşamalarında dava dosyasına emekli albay Suna’nın telefonunun HTS kayıtları girdi.
Kayıtlara göre emekli albay Suna kazadan sonra ambulansı aramamıştı.
Ama daha karakolda ifadesi alınmadan önce bir Tümgeneral’i ve bir Yargıtay üyesini aramıştı.
Suna, aynı tümgeneralle kazanın ertesi günü de birden fazla görüşme yapmıştı. Tümgeneral ile görüştüğü saatlere yakın zamanlarda Orduevi ve Orduevi gazinosundan da aranmış görünüyordu.
Ayrıca yine aynı saatlerde, olay yeri tutanağında imzası olan Jandarma Komutanı ile de görüşme yapmıştı.
Peki daha ifade vermeden neden bu tümgenerali ve Yargıtay üyesini aramıştı?
Bu tümgeneral ve Yargıtay üyesi daha sonra başka yerleri de arayıp, soruşturmaya müdahale etmişler miydi?
Jandarma’nın aklama çabasının nedeni bu rütbelilerin araya girmesi miydi?
Adli Tıp sürecine Yargıtay üyesi müdahil olmuş muydu?
Bu soruların cevabı belirsiz. Çünkü mahkeme sürücü emekli albayın aradığı kişilerin kimliklerinin belirlenmesi talebini reddetti.
Yine HTS kayıtları ve uydu verilerine göre Zekeriya Suna, arabasıyla seyir halindeyken yakınlarıyla telefon görüşmeleri yapmıştı. Burada da daha önce mahkemeye yazılı olarak sunduğu ifadesinde neden seyir halindeyken cep telefonunu aracının torpido gözünde tuttuğu detayını verdiği de ortaya çıkmış oldu.
Mahkemede de tuhaflıklar yaşandı.
Jandarma tutanağında imzası olan ve Erzurum’a tayin edildiği için keşifte bulunamayan Jandarma Komutanı ve olay günü görevli jandarma çavuşun mahkeme bulundukları yerden ifade vermeleri için tebligatta bulunulmuştu.
Mahkemenin beşinci celsesi bu kişilerin ifadelerinin alınması için ertelenecekti. Hayatını kaybeden iki kadının çocukları ve avukatları bu yüzden davaya gitmeyeceklerini mahkemeye bildirmişlerdi. Ama ne tesadüf ki hiçbir duruşmaya gelmeyen emekli albay Suna, bu duruşmaya geldi, üstelik yanında Jandarma Komutanı ve jandarma çavuşuyla birlikte. İki asker bulundukları ilde ifadeleri alınabilecekken bir anda Mersin’e gelip mahkemede ifade vermişlerdi.
Mahkemede tutanaklarında yazdıklarını tekrarlandılar.
Davanın önceki gün yapılan son oturumunda mahkeme kazayla ilgili İstanbul Teknik Üniversitesi'nden 3 kişilik bilirkişi heyeti belirlenmesine ve kazadaki kusurun kime ait olduğunun tespit edilmesi yönünde karar verdi.
Ve duruşmayı 2 Mayıs’a erteledi.
Mersin’de tenha bir yayla yolunda arabasıyla annenizi çarpıp öldüren bir kişi Ankara’daki hatırlı dostları sayesinde, elini kolunu sallayarak hayatına devam edebilir, bir de üstüne kaybettiğiniz annenizi suçlu duruma düşürebilir. Ve bu haksızlık karşısında dedektiflik yapmak, tanık ve delil bulmak size kalabilir. Emekli Albay da ceza alsa en fazla birkaç yıl yatıp çıkardı zaten.
Bu olay Türkiye’deki adalet sistemi, adam kayırmacılık, çürümüşlüğün net bir fotoğrafı.
Maalesef Türkiye, insanlara yaslarını bile tutmalarına izin vermeyen, hüznün öfkeye dönüşüp katmerlenmesine neden olan bir ülke.
Üstelik bu Ankara’nın ortasında işlenen Sinan Ateş cinayeti değil, bir trafik kazası sadece…
(Davayla ilgili bu yazıdaki bilgiler, olayı başından beri takip eden Independent Türkçe’den Cihad Arpacık’ın haberinden alındı.