“Tertemiz seçim İstanbul’a yakıştı: Demokrasi kazandı”, “İstanbul seçimini yaptı”, “İstanbul kararını verdi”, “Milli irade tecelli etti”
23 Haziran İstanbul seçimlerinden sonraki gün iktidara yakın gazeteler birbirine benzeyen bu hayret verici manşetlerle çıktılar.
Meğer, 31 Mart’ta sandıkta darbe olmuş, 13 bin 729 fark için oylar çalınmış, iç ve dış güçler devreye girmiş, organize bir şeyler olmuş ama 23 Haziran’da fark 59 kat artıp 806 bin 415 oy olunca bu kez tertemiz bir seçim olmuş, İstanbul kararını vermiş, demokrasi kazanmış.
Peki, bir sonraki gün ne yazacaklardı acaba? İnsan uzun süre sonra gazete manşetlerini merak ediyor.
Madem İstanbul Belediyesi artık dış güçlerin, FETÖ’nün projesi olan, İSPARK’ı PKK’ya söz vermiş, belediyenin bilgilerini FETÖ’cü yöntemlerle kopyalayıp, yabancı ülke istihbaratlarına servis edecek, İstanbul’u Konstantinapol’e çevirmek isteyenlerin desteklediği Pontuslu, Yunanlı bir başkana emanet, herhalde bu gazetelerin de panik havasında başlıklarla, haberlerle, yorumlarla çıkmaları beklenirdi değil mi?
O da ne!
Bir gün sonra “Ekrem”li, PKK’lı, FETÖ’lü, Yunan bayraklı birinci sayfalar gitmiş yerine Mesut Özilli, Demet Şenerli birinci sayfalar gelmiş.
Bazılarının birinci sayfalarında seçimle ilgili tek satır haber bile bulmak mümkün değil.
Bazılarında ise YSK başkanı fotoğraflı “Oy oranlarını açıkladı”, “Bütün oylar sisteme girdi” gibi çok mühim haberlerle, vaziyet kurtarılmış.
Seçim depresyonuyla kendisini spora, magazine verenler, dış haberlere sığınanlar, yıllar sonra Filistin’i manşet yapanlar, sinirlerini Çipras’tan çıkaranlar, “Gündem milli güvenlik” gibi klişelerle günü kurtaranlar...
Hala seçim hakkında birinci sayfalarda yer verilmiş haberlerin ve yorumların teması ise ortak: Seçim geçti, artık işimize bakalım.
Sabah: “Türkiye için hamle zamanı”
Türkgün: İşimize bakalım
Yeni Şafak: Sandık bitti artık işimize bakalım
Star: İş dünyası 2023 hedefine kilitlendi.
Bunları okuyunca insanın aklına Refik Halid’in satırları geliyor;
“Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir acı kahvemizi içmeden; efendiler nereye?”
Dört ay boyunca ortaya sürülen onlarca deve dişi gibi organize seçim hırsızlığı iddiası, Büyükçekmece’de binlerce evde yapılan polis sorguları, tekrar tekrar saydırılan oylar, FETÖ parmağı iddialarıyla başlatılan soruşturmalar, ifadeye çağrılan seçim kurullarında görevli hakimler, memurlar, onlara yönelik onur kırıcı suçlamalar, televizyonlardan saatlerce yayınlanan basın toplantılarında dillendirilen onca iddia, çünkü çaldılar konulu onca yazı, yorum, dünyaya Türkiye’den verilen artık adil seçimlerin bile yapılamadığı fotoğrafı ve iyice bozulan ekonomik rakamlardan sonra hiçbir şey söylemeden, en ufak bir muhasebe yapmadan nereye?
Bütün bunlardan daha mühim bir işimiz olabilir mi?
Hiçbir şey olmamış gibi, işimize bakarsak bu Türkiye’nin hayrına mı olur?
Böyle olmayacağının delili “Seçim geçti, işimize bakalım” başlıklarıyla çıkan gazetelerin birinci sayfalarındaki öfkeli Osman Kavala haberleriydi.
Osman Kavala’nın iki yıldır, Yiğit Aksakoğlu’nun 200 gün tutuklu kaldığı fantastik Gezi Davası’nın arkasındaki akılla seçimi iptale götüren akıl aynı değil miydi?
Dün Osman Kavala iki yıl sonra çıkarıldığı mahkemede savunmasını yaparken, iddianameyi yazan savcının komplocu argümanlarla Soros’a bağladığı Arap Baharı’nı savunuyordu. Şimdi arkasından herkesin üzüldüğü Mursi’yi cumhurbaşkanı yapan Arap Baharı’nı...
Nihayet dün tahliye edilen Yiğit Aksaksoğlu’nun tabiriyle apofeninin; yani anlamsız, rastgele verilerden anlamlı örüntüler çıkarmanın bir şaheseri olan o iddianamedeki suçlamalar önce gazetelerde görücüye çıkmıştı. Ve o haberlerin altındaki imzalarla seçimde hile haberlerinin altındaki imzalar aynıydı.
Çünkü bu haberlerin arkasındaki kaynak, mekanizma, akıl aynıydı..
Aynı akıl bugün doların bu kadar yüksek olmasının sebebi olan Brunson davasında da devredeydi.
O davadaki deliller çöküp, Türkiye epey rencide edilerek Brunson uçakla ABD’ye gönderildiği gün buna bir dur denseydi, belki 23 Haziran da yaşanmazdı.
Ya da ondan önce Türkiye’yi durup dururken Almanya ile krize sokup, sonra da dünyaya çirkin bir pazarlık görüntüsü veren Büyükada davası çöktüğünde, Deniz Yücel serbest bırakıldığında biri dur deseydi...
Trump’la görüşme öncesi dün serbest bırakılan ABD Konsolosluğu görevlisi Mete Cantürk hakkında da, benzer bir krize neden olacak gibi görünen ABD elçiliği çalışanı Metin Topuz hakkında üretilen soruşturmalar, gazetelerde çıkan haberler de benzer bir aklın eseriydi.
Benzer bütün davalar, soruşturmalar, bunlar hakkında yapılan medya kampanyalarıyla, YSK’nın seçim iptali ve 23 Haziran arasında doğrudan bir ilişki var.
Çünkü hepsinin arkasında Türkiye’yi zehirleyen bir akıl var.
Bu akıl karşılaştığı bütün sorunları devlet eliyle, savcılarla, polisle çözebileceğini düşünüyor. Amacı uğruna meşruiyet sınırlarını tanımıyor. Bu akıl, her türlü muhalefetin, aykırı sesin, eleştirinin arkasında dış güçler, organize yapılar, komplolar görüyor. Her eleştiriye algı operasyonu diyor. Çok seslilikten çekiniyor.
Bunun sonucu da bazen çok konuşan birini zayıf delillerle hazırlanmış bir soruşturmayla tutuklamak, bazen de beğenilmeyen bir seçimin sonucunu bir usul hatasına sığınıp iptal ettirmek olabiliyor.
İsimlerden değil, karar vericiler arasında çok güçlü olan bir düşünme şeklinden, ideolojiden, bir devlet yönetme biçiminden bahsediyoruz.
Bu akıl devrede oldukça Türkiye’nin ya da AK Parti iktidarının normalleşmesi mümkün değil.
O yüzden “seçim geçti, işimize bakalım” denemez. Esas bakmamız gereken işimiz bu çünkü.
Bugün Türkiye’nin ekonomiden dış politikaya, yargıdan Kürt meselesine kadar önünde duran işlerin çoğu bu aklın yarattığı ya da kangrenleştirdiği problemlerden ibaret. Seçim iptali bu silsilenin son ve en tehlikeli halkasıydı.
Bu yüzden de 23 Haziran İstanbul seçimi sonucu, üzerinde denetim ve kontrol mekanizmaları kalmamış iktidarın dikkatini bu en önemli meseleye çevirmek, bir muhasebeye zorlamak için belki de elde kalan son imkan.
Ama tam da bu gazetelerin istediği gibi seçim hemen geçerse, fatura bir kaç yere kesilip defter kapatılırsa, bir kere daha buradan bir ders çıkarılmadan yola devam edilirse, bir sonraki adımda yine aynı tarz haberlerle, aynı mantıkla yapılan soruşturmalarla, benzer iddialarla başka bir krizde daha karşılaşırız, bu akıl Türkiye’yi zehirlemeye devam eder.