Geçen hafta gazetelerde yayınlanan İzmir mahreçli bir haber, suç duyurularından sokak gösterilerine kadar bir linç kampanyasına dönüştü.
Habere göre “İzmir Güzelbahçe Müftülüğü, 28 Kasım günü Mevlid-i Nebi etkinlikleri haftası kapsamında ‘Peygamberimiz ve Gençlik' adlı bir konferans” düzenlemiş, konferansa ilçedeki ortaokul ve liselerden öğrenciler de öğretmenleri eşliğinde götürülmüş, bu konferansta konuşan Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Mantık Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu şöyle sözler söylemişti:
"Kızlar adet olur, adet olmak bir hastalıktır. Mutlaka tedavi olması gerekiyor. 15 yaşındaki kızlar evlenebilir. Kızlar tesettüre girsinler, edepli olsunlar. Devrimcilerin hayvani duyguları vardı, hayvan gibi saldırırlar. Ama k…larına tekmeyi yer otururlar. LGBT’liler (lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender) masum gibi gösteriliyor, onların tedavi olması lazım. Laiklik en büyük tehlikedir."
Peki, Türkiye’nin ilk ilahiyatçı mantık profesörü olan, Dokuz Eylül Üniversitesi Mevlana Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü de yapan Prof. Dr. Emiroğlu konferansta gerçekten “Adet görmek hastalıktır” gibi dinen ve tıbben mantıksız bir söz söylemiş olabilir miydi?
Haberi yapan gazeteci konferansı izlememişti. Ortada konferansın görüntü veya ses kayıtları da yoktu.
Haberin kaynağı, Vatan Partisi/Perinçek çizgisindeki Eğitim-İş sendikasının İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Adem Yıldırım ve arkadaşlarının konferansla ilgili savcılığa yaptıkları suç duyurusuydu.
Peki, bu suç duyurusunu yapan sendika başkanı ve sendika üyeleri konferansı izlemiş miydi?
Hayır.
Haberi yapan ajansa konuşan sendika başkanının “Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu’nun konuşmacı olduğu konferansı izlemedim ama bazı iddialar var” sözlerinden bunu anlıyoruz.
Peki “Bu bazı iddiaların” kaynağı kimdi? Yine sendika başkanının açıklamasına göre “konferansı izleyen bazı öğrenciler”. Eğitim İş Şube Başkanı’na göre Emiroğlu “kötü iddialar kullanınca” bazı öğrenciler konferansı terk etmiş ve durumu ailelerine bildirmişti.
Çocuklarının kendilerinden izinsiz böyle bir konferansa götürülmesinden şikayetçi olan bazı veliler de okul müdürlüğüne başvurmuştu.
Habere biraz daha dikkatli bakıldığında profesörün konuşmasında söylediği iddia edilen bu “kötü iddiaların” ilk kaynağı da anlaşılıyor; Konferanstaki bir öğrencinin tuttuğu notlar.
Yani bir öğrencinin ailesine konferansta duyduğunu söylediği sözler üzerine bir sendika başkanı savcılığa suç duyurusu yapmıştı. Bir orta okul/lise öğrencisinin söylendiğini iddia ettiği sözler üzerinden, bir sendika başkanının söylendiğini iddia ettiği sözleri yazdığı savcılık dilekçesi de bir haber ajansı tarafından “profesörün böyle söylediği iddia edildiği” denerek haber yapılmıştı.
Kulaktan kulağa oyununa benzer yöntemlerle yapılmış bir haber var karşımızda. Kaynak yok, delil yok, ses kaydı yok.
En kötüsü de kimse gerçekten bir ilahiyatçı, bir mantık profesörü böyle bir şey söylemiş olabilir mi diye hiç şüphelenmemiş, haberi teyit etme ihtiyacı dahi hissetmemiş, karşı takımın kale ağlarını bir kere daha havalandırma heyecanıyla haber neredeyse bütün gazeteler, internet siteleri ve televizyonlarda hafta boyu manşetlerden inmemişti.
Haber, sadece haber olarak da kalmadı.
62 yaşındaki profesör hafta boyunca sosyal medyada hakaretlerle linç edildi.
Gazeteciler, hukukçular, sanatçılar sıraya girip profesöre ve onun üzerinden bir toplumsal kesime hakaret etme yarışına girdiler.
Yetmedi. Tepkiler sokaklara taştı. Çeşitli şehirlerde toplanan gruplar profesörün bu sözlerini protesto ettiler.
Bir haberdeki bilginin doğruluğunu teyit etmek gibi en basit bir etik tavrı gösteremeyenler ellerinde ahlaklı, bilimli, çağdaşlı, pankartlarla kendilerini sokaklara attılar.
Meclis’te bir milletvekili bu sözler hakkında işlem yapılıp yapılmayacağıyla ilgili yazılı soru önergesi dahi verdi.
Ama bütün bunlar yaşanırken kimsenin aklına en basit şeyi yapmak gelmedi: Profesör Emiroğlu’na gerçekten bu sözleri söyleyip söylemediğini sormak!
Sadece bu haberin heyecanlandırdığı medya değil, muhafazakar medya da bu topa girmek istemedi. Meselenin arka planını araştırma zahmetine girişmedi.
Neyse ki Rusya’nın Sesi radyosu (RSFM) var da Türkiye’de kimsenin dinlemeden linç ettiği bir ilahiyat profesörü sesini duyurabildi.
Tabii esas marifet Rusya’da da değil.
Bir ilahiyat profesörüne “peki siz ne diyorsunuz” diye kendini savunma fırsatını, muhafazakar iktidar döneminde çalıştığı televizyondan “muhalif” olduğu için tasfiye edilince bu radyoda program yapmaya başlamış tecrübeli gazeteci Yavuz Oğhan verdi.
Yavuz Oğhan’ın programına telefonla bağlanan Profesör Emiroğlu, bu sözleri söylemediğini, elinde ses kayıtlarının olduğunu, kaymakamlığın da bunları dinleyip kendisine hak verdiğini anlattı.
Kadınların adeti ile ilgili bir konuda asla konuşmayacağını, “kızlar 15 yaşında evlenebilir” de demediğini, sadece annesinin, kendisinin ve çocuklarının evlilik yaşının zaman içinde nasıl yükseldiğini anlatıp gençlere evlilikte 30’un geçilmemesi gerektiğini tavsiye ettiğini söyledi.
Daha sonra da konuşmasının dökümleri ortaya çıktı.
(https://twitter.com/ersinceliq/status/1071794226457915393)
Gerçekten de Prof. Emiroğlu, iddia edilen cümleleri kurmamış görünüyordu.
Ama olay burada da bitmedi.
9 Eylül Üniversitesi rektörlüğü uzun bir yazılı açıklama yaparak Profesör Emiroğlu’nun müdürlük görevinden alındığını açıkladı.
Peki rektörlük bu kararı nasıl vermişti?
Ses kayıtlarını mı incelemişti, bir idari soruşturma yürütüp, profesörün ifadesini mi almıştı?
Hiçbiri.
AK Partili eski bir bakan ve milletvekili olan Prof. Dr. Nükhet Hotar’ın rektörlüğünü yaptığı üniversitenin açıklamasından okuyalım:
“Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu tarafından sarf edildiği iddia edilen sözler, başta Rektörlüğümüz olmak üzere herhangi bir akademik veya idari birimimizin görüşlerini asla yansıtmamakta ve Dokuz Eylül Üniversitesi’ni hiçbir şekilde bağlamamaktadır. Bununla birlikte üniversitemizin; hakkında çok sayıda yazılı dilekçe ve geçmiş ders anlatımlarıyla ilgili sözlü şikayetler bulunan Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu ile ilgili kamuoyu tepkileri ve farklı illerde yapılan gösteriler karşısında kayıtsız kalması söz konusu değildir. Bu noktada üniversitemiz, gereken her türlü tedbiri almaktan ve gerekli adımları atmaktan geri durmayacaktır.”
“Sarf edildiği iddia edilen sözler” var ama inceleme yok, soruşturma yok. Kaynağı belirsiz bir iddia üzerine başlayan protestolara karşı kayıtsız kalamayan bir üniversite yönetimi var.
Ne kadar tanıdık!
Bir üniversite açıklamasından çok, yerel seçimlere giderken İzmir’de bu haberler yüzünden oy kaybetmekten korkan bir il başkanlığı açıklaması gibi.
Karşımızda zincirleme bir Türkiye kazası var.
Konferanslara velilerinden izinsiz öğrencilerin zorla götürülüp, kafalarına fikirler sokulmaya çalışılması kötü adediyle başlayan, muhtemelen o çocuklardan bir kısmının alışık olmadığı ifadelerin velilere yansıtılmasıyla büyüyen, siyaseten önyargılı bir sendikanın bu şikayetlerle siyaset yapma arzusuyla büyüyen, karşı cepheye bir gol daha atma hırsıyla basit gazetecilik kriterlerine riayet etmeyen gazetecilerin köpürttüğü, kutuplaşmış toplumun zevkle tüketip, kaynağını sormadan lince çevirdiği ve rektörlükle vekillik arasında kalmış bir rektörün yönettiği üniversitenin de kayıtsız kalamadığı bir zincirleme iletişim ve önyargı kazası bu.
Hayat enerjisini ve kimliğini, düşman grup hakkında tezviratlar üretip, bu tezviratlardan hakaretamiz genellemelere varmaktan çıkaran nefret lobilerinin bir başka linç ayinini izledik.
Bir ilahiyat profesörü de hakkını ancak Rusya’nın Sesi Radyosu’nda arayabildi...