“Posta”, “posta kutum” deyince artık çok az insanın aklına fiziki olanları geliyor.
Faturalar, reklam broşürleri, dergiler dışında hala posta alan bir kaç iş kolundan biri galiba gazeteciler.
Her hafta Karar’a gittiğimde posta kutumda birikmiş, fiziki postaları da alıyorum.
Çoğu tarihi geçmiş, zaten asla icabet edemeyeceğim davetiyeler, yeni çıkmış kitaplar ve tabii üzerinde ülkenin hapishanelerinin adları yazan çok sayıda mektup...
Oturup onlardan bir yazı yazmayı hem gazetecilik sınırlarını aşan aktör rolüne soyunmak hem de tembellik olarak görürdüm.
Bugüne kadar. Peş peşe açtığım postalardan fazla söze yer bırakmayan net bir Türkiye fotoğrafı çıktı.
İlk dikkatimi çeken bir dergi oldu. Üzerinde Aydınlık gazetesinin logosu vardı. “Aydınlık dergisi yeniden mi çıkıyor, çıkıyorsa da bana neden göndermiş olsunlar ki” derken, bunun Aydınlık gazetesinin bastığı bir ek olduğunu fark ettim.
Gösteri yapan Çinli kızların resmi olan kapağında; “70 yılda Çin Mucizesi” yazıyordu. Ön ve arka kapaktaki resimler Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70’inci kuruluş yıldönümü için 1 Ekim günü Pekin’de Tianamen Meydanı’nda düzenlenen kutlamalardanmış.
Süper kalite kuşe kağıda basılmış 32 sayfalık büyük dergi boyutundaki ekin içinde tek bir ilan bile yoktu.
Ek, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Xi Jinping’in kutlama törenlerinde yaptığı konuşmasıyla açılıyor.
Şöyle bitiyor konuşma:
“Yoldaşlar! Arkadaşlar! Çin çoktan adını insanlık tarihine yazdırmıştır. Bugün Çin yüz milyonlarca insanın ellerinde yükseliyor... “İki Yüzyıl Hedefleri”nin gerçekleştirilmesi için mücadeleye durmadan devam etmeliyiz ve Çin milletinin Büyük Çin Rüyası’nı gerçekleştirmeliyiz. Yaşasın Çin Halk Cumhuriyeti! Yaşasın Çin Komünist Partisi! Yaşasın Büyük Çin Milleti.”
Geri kalan sayfalarda da uzun uzun Çin’in faziletleri anlatılıyor, resimler, profesyonel çizilmiş grafikler, Çinli ve Türk yazarların yazıları yer alıyor...
Peki neden ancak Çin milliyetçilerini heyecanlandıracak böyle bir şeyi biz Türkçe okuyoruz ve bu neden özel olarak insanlara postalanıyor?
Ve tabii neden sloganı “Vatan, emek, namus” olan bir Türk gazetesi bunu yapıyor, bu kadar kaliteli kağıda basıp, sıfır reklamla hepimize postalıyor?
Aydınlık’ın Maocu olduğunu biliyorum tabii, ama “Büyük Çin Rüyası”nın propagandasını Türklere yapmak Maoculukla açıklanabilir mi ondan emin değilim.
“NATO’dan çıkmayalım”, “AB adaylığı çıpasını kaçırmayalım” diyenlerin bile ezik, batıcı, hatta ajan muamelesi gördüğü, AB yetkilileriyle büyükelçilerin yazışmaları Karen Fogg’un çocukları diye teşhir edildiği, yurtdışından fon alan bütün STK’ların beşinci kola faaliyeti, sivil örümcek diye yaftalandığı bir ülkede, her akşam televizyonlarda yapıldığı yetmezmiş gibi, propaganda ekleri basıp insanlara göndererek aleni Rusya ve Çin propagandası yapmak vatanseverlikten sayılıyor.
Bu tuhaf eki, daha önce yine Aydınlık’ın Uygurların ne kadar mutlu mesut yaşadıklarının anlatıldığı 32 sayfalık kuşe kağıda basılmış ekinin yanına kaldırıp sıradaki postayı açıyorum.
Bir hapishane mektubu bu. Erzincan T Tipi Kapalı Cezaevi’nden yazılmış. Ama bu mektubu diğerlerinden ayıran bir fark var. Mektubun yazarı kendi tutukluluğuna ya da aldığı cezaya itiraz etmiyor. Herhalde bu koşularda adaletten şikayet etmekten vazgeçmiş. Hatta adaletten daha öncelikli bir meselesi var; Cezaevinin yakınında açılmış atık lastikleri yakarak elektrik üreten bir fabrika:
“Fabrika çalıştığı zaman etrafı lastik kokusu kaplıyor ve nefes almakta zorlanıyoruz. Avluda bulunan beyaz masaların üzeri siyah lastik toz parçalarıyla kaplanıyor. Ve biz bu lastik parçacıklarıyla dolu havayı solumak zorunda kalıyoruz. Çünkü gidecek başka bir yer yok! Bu mektubu yazdığım esnada fabrika yine çalışıyor, aynı kirli havaya yine maruz kalıyoruz. Mektubu yazarken ağzımı, burnumu tshirtüm ile kapatarak yazmak zorunda kaldım. Bu durumun düzeltilmesi için birçok kere şikayette bulunduk. Şikayetler Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne gönderiliyor ama hiçbir işlem yapılmıyor... gidecek bir yeri olmayan insanları zehirli havayı solumak zorunda bırakmak insanlık suçudur.”
Fabrikanın filtresinde sorun olduğu tespit edilmiş ama artık fabrika hangi dokunulmaz müteşebbise aitse hiç bir şey yapılmamış. Ya da zaten hapishanede yatan ‘kötü’ adamların ve kadınların bir miktar zehirlenmesi kimseyi o kadar da fazla rahatsız etmemiş.
Mektubu yazan okurumu en çok üzense izleyebildikleri kanallar arasında olan TRT Haber’de nefes almalarını zorlaştıran yanı başlarındaki fabrikayı öven bir haberi izlemiş olmak.
Sonraki postadan bir kitap çıkıyor.
Ama bu yeni çıkan bir kitap değil. İlk baskısı 2005 yılında yapılmış. Yayınlayan yayınevi kapatılmış. Muhtemelen bu kitap da yasaklı kitaplar listesinde. Bir ev baskınında kitaplığından çıkınca aleyhindeki deliller klasörüne eklenecek kitaplardan. Adı; “Barış Köprüleri: Dünyaya Açılan Türk Okulları.”
Kitabın üç editörü var biri rahmetli Toktamış Ateş, diğerleri İlber Ortaylı ve Eser Karakaş.
Kitapta bahsedilen Türk Okulları’nın hangi okullar olduğunu biraz Türkiye siyasetini bilenler anlamıştır. İçeridekilerin tamamı kapatılmış, dışarıdakilerin çoğu ise Maarif Vakfı’na geçmiş o günlerin adıyla Gülen Cemaati’nin, bugünkü adıyla FETÖ’nün kolejleri hakkında entelektüellerin yazılarından derlenmiş bir kitap bu.
Bambaşka bir bağlamda, bugün bildiklerimizi bilmezken, kimsenin bu cemaati ve onların okullarını övmesinde tuhaf veya yanlış bir taraf yoktu.
Zaten bu kitabı bana postalayan okurumun da amacı böyle bir trollce teşhir değil.
Ama kitaptaki yazılardan birinin yazarının geçen haftalarda KHK’lılarla ilgili ettiği bir laf onu da kızdırmış olmalı ki, bu açıklamayı eleştirdiğim bir yazıdan sonra bana email atarak bu kitabı hatırlattı ve göndermek istediğini söyledi.
Göndermiş de. Teşekkür ederim. Şimdi önce kitaptaki o yazıdan bir bölümü okuyalım:
“Bu arada küçük bir eleştiriyi ifade etmeden geçemeyeceğim. Belki yanılıyor olabilirim, ancak bana öyle geldi ki, bu okullarda görev alan kimi insanlar, okullar aleyhine yapılan yayınlardan gerektiğinden fazla etkileniyorlar ve yaptıkları işleri anlatırken adeta akıllarının bir kenarında yazılı olan bu suçlamalara “cevap yetiştirme çalışır” bir ruh hali içinde yapıp ettiklerini dile getiriyorlar, hiç de öyle olmadıklarını anlatmaya özel bir önem veriyorlar... işin doğrusu, bir tür güvensizlik duygusunun hissedilmesine neden oluyor. Sonuçta herkes birilerine yönelik eleştiriler dile getirebilir ama bu noktalandığında herkes işinin başına döner. Bence en iyi cevap, yapılan işin kendisi ve onun tarihi sonuçları. Bunun daha ötesine herhangi bir söz düşürülebileceğine de ihtimal vermek mümkün değil.”
Bu sözleri şimdi problemli yapan, 2005’de bu cümleleri bir doçent olarak yazmış kişinin bugün AK Parti’nin Grup Başkanı olması da değil. Ama KHK’lılara af gelecek mi sorusuna şöyle bir yanıt vermiş olması:
“Öyle bir şey olmaz... Kimisine ilişkin delil bulunamamış beraat etmiş ama devlet aklında bir şüphe kalmış, onunla çalışmak istemiyor mesela... Bunlar kolay işler değil. Terörle mücadele ediyorsun, ucu bucağı belli olmayan bir örgütle mücadele ediyorsun."
Bu kitabı ve bu satırları ilginç yapan ise son olarak açtığım mektup oldu.
Mektup Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi’nden geliyordu. İki sayfalık mektubu açtığımda içinden bir fotoğraf düştü. Küçük, sevimli bir kız fotoğrafıydı bu.
Babası “isimlerimizin geçmesinde hiç bir sakınca yok” dediği için adını yazabilirim. Ama bu yazılar arşivlerde kalıyor ve küçük sevimli bir kızın böyle berbat olaylardan bahsedilen bir yazıda adı geçmemeli.
22 aylık küçük kız. Hem annesi hem de babası cezaevinde. 31 yaşındaki öğretmen babası Mustafa Kaygas ve 29 yaşındaki öğretmen annesi Semra Kaygas Antalya Cezaevi’ndeki iki ayrı koğuşta kalıyorlar. Biri 7 yıl, diğeri 9 yıl mahkumiyet almış. Onlara atfedilen suç FETÖ terör örgütü üyeliği. Peki onları bir terör örgütüne üye yapan ne?
2013-2015 yılları arasında bir FETÖ kolejinde öğretmenlik yapmak.
FETÖ koleji bile diyemeyiz, çünkü onlar orada öğretmenlik yaparken, böyle bir terör örgütü de henüz yoktu.
Bir zamanlar solcu Başbakan Ecevit’ten büyük tarihçi İlber Ortaylı’ya kadar herkesin öve öve bitiremediği, şimdinin AK Parti grup başkanvekilinin “Bunun daha ötesine herhangi bir söz düşürülebileceğine de ihtimal vermek mümkün değil” diyerek kefil olduğu okullarda iki yıl öğretmenlik.
Suçları; 17/25 Aralık’tan sonraki siyasi kavgada iktidarı değil, cemaati seçmişler. Ya da profesyonel olarak o okullarda öğretmenlik yapmaya devam etmişler.
Darbeden sonra baba Kaygas bir yıl önce istifa ettiği FETÖ’nün yine devletin izniyle kurulmuş sendikasına üye olduğu, öğretmenliğe devam ettiği devletten KHK’yla ihraç edilmiş.
Genç karı-koca her an başlarına bir iş gelecek korkusuyla iki yıl geçirmişler. Ahmet Kaygas, bu sırada Twitter hesabından KHK’nın adından bahsetmiş, ufak da olsa bir duyarlılık göstermiş bütün siyasetçilere, bütün gazetecilere yazmış, çaresizce kendini anlatmaya çalışmış.
Bu sırada çocukları dünyaya gelmiş. Geçen yıl bebekleri 11 aylıkken de önce baba sonra anne gözaltına alınmış ve tutuklanmış, sonra haklarında terör örgütü üyeliğinden mahkumiyet kararı verilmiş.
Anne, önce adi suçlar koğuşuna konunca ve koğuşta sürekli kapılara sert cisimlerle vuran bir mahkum olduğundan bebeğini yanına alamamış. Sütü için gerekli alet de verilmemiş. Hapishaneden milletvekillerine, gazetecilerine şikayet mektupları yazmış.
Mektupta yazdıkları şeyler korkunç. Küçük insanların sırtına, işlemedikleri, hakkında bir fikir sahibi olmadıkları büyük siyasi suçlar, terörist yaftası yapıştırılmış.
Devletin elinde olan bilgilerden habersiz cemaat sırlarını bilmeyen, büyük bir kavganın ortasında, yanlış tarafta kalmış iki genç öğretmen.
Şimdi bu ‘affedilemez” tercih hatası yüzünden 22 aylık küçük kızlarının en az yedi yılını kaçıracaklar. Dertlerine bir çare bulmak için tanımadıkları gazetecilere, belki kalpleri biraz yumuşar diye küçük kızlarının fotoğrafını gönderiyorlar.
Ama kimsenin kalplerini yumuşatamıyorlar. Mahkemeler hala suç değil, mensubiyet avcılığı yapıyor. Ama yukarılarda “tanıdığı” olanların mensubiyetleri tarihten silinirken, böyle sahipsiz genç öğretmenler bir anda kendilerini köprüde ateş açmış darbeci teröristlerle aynı örgüt içinde buluveriyor.
Ceza almalarına neden olan çalıştıkları kolejlere zamanında kefil olanlar iktidar partisinin Meclis grubunu yönetirken, bu adaletsizliklerden rahatsız olan son AK Partili vekil de partiden istifa ettirildi.
Üstelik bütün hayatı Almanya’da Milli Görüş teşkilatı içinde geçmiş, Türkçe olimpiyatlarında hiç coşkulu konuşmalar yapmamış belki de tek ve bu örgüte en uzak milletvekili.
2019 yılı Kasım ayına girerken posta kutumdan çıkan Türkiye fotoğrafı böyleydi...