Trump’a suikast girişimi aynı anda pek çok kişinin aklına 1988’de Turgut Özal’a suikast girişimini getirdi.
Özal, ANAP’ın kongresinde tam da kaçakçılarla mücadeleden bahsederken ve “buyur kardeşim” dediği anda 32 yaşındaki Kartal Demirağ, silahını çıkarıp ateş açmıştı.
Ne tesadüf ki Trump da kaçak göçmenlerle ilgili konuşurken, bir tabloyu göstermek için başını çevirdiği anda 20 yaşındaki Thomas Matthew Crooks tarafından vuruldu.
Trump şans eseri kulağından, Özal şans eseri parmağından yaralandı.
Trump anlık bir baş hareketiyle, Özal önündeki mikrofon sayesinde kurtuldu.
Özal, suikasttan sonra ayağa kalkıp partililere “Allah’ın verdiği ömrü onun isteğinden başka alacak yoktur” dediğinde aralarında Rize ANAP yöneticisi babamın da olduğu kalabalık aşka gelmişti.
Trump da suikasttan sonra ayağa kalkıp ve yüzü kan içindeyken yumruğunu havaya kaldırıp “Fight, Fight” (Savaşın) diye bağırdığında taraftarları çuş-u huruşa geldi.
Tarihi bir andı.
Tabii farklar da vardı.
Özal’ın suikastçısı Kartal Demirağ, kapalı spor salonunda yüzlerce kişinin arasından komando gibi dönerek kurşunlardan kurtulmuş, yaralı olarak yakalanmıştı.
Trump’ın suikastçısı 20 yaşındaki Crooks ise bulunduğu çatıda anında vurulup öldürüldü.
Bakalım sonu da benzemeyecek mi?
Çünkü Özal bu suikasttan sekiz ay sonraki 1989 yerel seçimlerinde büyük bir hezimet yaşamıştı.
Trump’ı beş ay sonra başkanlık seçimi bekliyor.
Görünen o ki sonuç benzer olmayacak.
Trump’ı vuran 20 yaşındaki genç, güvenlik zaafiyeti ile ilgili haklı olarak şüpheler, komplo teorileri var.
Trump, Amerikan devletinin nefret ettiği bir isim. Başkan olursa bürokraside büyük tasfiyelere hazırlandığını saklamıyor. Malum 2016-2020 arası dört yıllık bir tecrübe var.
Ve onun tekrarlanması endişesine kapılan birileri bu suikast girişiminin arkasında olabilir.
Henüz bilmiyoruz.
İşte henüz bilmemek kısmı da benzerlikler arasında.
Çünkü üzerinden 36 yıl geçmesine rağmen Kartal Demirağ’ın neden Özal’ı öldürmeye çalıştığını henüz bilmiyoruz.
Bildiğimiz Kartal Demirağ’ın öfkeli bir yalnız kurt olmadığı.
Daha doğrusu kurt olduğu kesin ama yalnız değil boz bir kurttu.
Özal suikastı Kartal Demirağ’ın 32 yıllık kısa ama hareketli ömrüne sığdırdığı ilk cinayet girişimi ve saldırı değildi.
1971 yılında Afyon’da girdiği Ülkü Ocakları’nın aktif bir üyesiydi Demirağ.
1972 yılında Afyon’un Güney ilçesinde bir Dev-Genç üyesini yaralayarak suç alemine girmişti.
1973 yılında Çardak’ta bu kez bir İGD’li genci yaralamıştı.
1976’da yine Afyon’da iki solcu öğrenciyi silahla tehdit etmişti.
1978 yılında Afyon Dazkırı’da Ülkücü Gençlik Derneği’nin kurucuları arasında yer almıştı.
En büyük eylemi ise 70’lerin başında Dazkırı Kaymakamı Tuncer Ergüler’e pusu kurarak yaralamaktı.
Üstelik bu son olayın siyasi bir yönü de yoktu.
Hikayesi Sinan Çetin imzalı Halı Türküsü diye filme çekilen (müzikler Zülfü Livaneli) Tuncer Ergüler, geçen sene hayatını kaybetmiş çok ilginç bir profildi.
1971’de Afyon Dazkırı’ya kaymakam olarak atanan Ergüler, ürettikleri halıları aracılara çok ucuza satan köylüleri bir araya getirip bir kooperatif kuran. Tabii halı tüccarları ve aracılar buna çok kızar. Tehditler, şantajlar ve hatta saldırılarla vazgeçirilmeye çalışılır. Meclis’te hakkında soru önergeleri verilir. Nihayet tayini çıkarılınca kaymakamlıktan istifa edip, kooperatifin başına geçer, kooperatif sonra bir fabrika kuran. Daha sonra ilçede avukatlık yapan Ergüler’in karşısında çıkarılan isimlerden biri de Kartal Demirağ’dı.
“Ben Dazkırı’da kaymakamlık yaparken Acıgöl Kooreratifler Birliği’ni kurmuştum. Koy-Koop’un yapılarından biriydi. Halı üzerindeydi. Bizi önce ciddiye almadılar. Fakat ekonomik bir güç olmaya başlayınca halı tacirleri tepki göstermeye başladı. Bunlar Kartal ve arkadaşlarını bize karşı kullanmaya başladılar. Halı tacirlerinden birinin oğlu MHP ilçe başkanıydı. Bunlar bu çocukları etraflarına toplayıp sağa sola saldırmaya başladılar. Bir gün davetli olduğum bir düğünden çıkarken pusu kurmuşlar, yola ağaç koyarak yolu tıkamışlar. Arabadan inince bana saldırdılar ve yaraladılar. Kartal’ın bana yaptığı saldırı kesinlikle tek başına bir iş değildi. O zamandan beri bu çocuk bir örgütün içinde bana göre kullanılmaya elverişli bir kişi.
Demirağ, 12 Eylül’den sonra da vurdu kırdı işlerine devam etmiş, 1985’de bir ülkücü arkadaşını öldürmeye teşebbüsten hapse girmişti.
Cezaevindeyken ilginç ziyaretçiler gelip gitmeye başladı.
Suikasttan sonra verdiği ifadede onlardan birini anlatmıştı:
Cezaevinde girmeden önce Dazkırı’da Osman Atay isimli arkadaşını gördüğünü, bu kişinin 10-15 sene önce İsviçre’ye gittiğini, Türkiye’deyken işsiz olduğunu, şimdi ise zenginleştiğini, cezevinde bu kişinin de kendisini gördüğünü, Osman Atay’ın kendisine “İsviçre’ye gelseydin başına bu işler gelmezdi, rahat ederdin” dediğini, biraz para verdiğini, 1987 yılı yaz aylarında bir Kurba Bayramı gününde Osman Atay’ın Dinar’daki cezaevine tekrar geldiğini, kendisiyle yalnız gçrüştüğünü, İsviçre’de gece kulübü ve kumarhanede çalıştığını, Kemal Horzum’un yanında görev yaptığını, Kemal Horzum’un Türkiye’de cezaevlerinde ve yurtdışında adamlarına yardımda bulunduğunu, bu kişilere para yardımı da yaptığını, cezaevindekiler ve yurtdışındakilerin serbedt kalmasını sağlamaya çalıştığını, Özal hükümetinin affa kesin karşı olduğunu Osman Atay’ın kendisine söylediğini, Tarım Açık Cezaevi’ne nakledileceğini söylediğinde de Osman Atay’ın cezaevi müdürüne söyleyerek yardımda bulunabileceğini, cezaevinden çıktığında da kendisine yardım yapabileceklerini, bu arada İsviçre Basel şehrinde Usvil Otel adresini Osman Atay’ın kendisine verdiğini ve yine “ Senin gibi mert, gözüpek, yiğit kişilere ihtiyacımız var” diyerek her türlü yardımı da yapabileceklerini görüşmeler sırasında söylediğini….”
Özal suikastı iddianamesinde Demirağ’ın DGM Savcısı’na verdiğine ilk ifadeye göre Osman Atay bir kez daha cezaevinde Demirağ’ı ziyaret edip cezaevinden kaçmayı planlayan Demirağ’a pasaport sağlamak için ondan bir fotoğrafını almış, kaçtıktan sonra saklanabileceği yerleri tarif etmiş, “Kemal Horzum ve ekibi Özal hükümetinin uygulamalarından şikayetçi, sen ufak işlerle cezaevinde çürüyorsun, yapacaksan büyük bir iş yap” demişti.
Demirağ, mahkemede DGM Savcısı’na verdiği bu ilk ifadeyi reddetti.
Peki kimdi Osman Atay bağlı olduğu Kemal Horzum?
Kemal Horzum, hortumlamak kavramının ortaya çıkmasını sağlayan Türkiye'nin ilk banka hortumcusuydu. Emlak Bankası'nı yaklaşık 90 milyon dolarlık bir vurgunla dolandırıp 1985 yılında İsviçre'ye kaçmıştı.
Bu o devrin en büyük skandalıydı ve Horzum hakkında Meclis’te soruşturma komisyonu kurulmuştu.
Kemal Horzum, Kartal Demirağ’ın da Afyon Dazkırı’dan hemşehrisiydi. Bir dönem Afyonspor başkanlığı yapmıştı.
Özal suikastı ile ilgili DGM Savcısı’nın iddianamesinde Kartal Demirağ’ın Osman Atay üzerinden, Kemal Horzum’la bağlantısının altı çizilmişti. Demirağ’ın kullanılmaya müsait olduğu yazılmıştı. Ama bağlantıların ucu cinayete getirilmemişti.
Halbuki Kartal Demirağ, Osman Atay’ın ona söz verdiği gibi 1987’in sonunda açık cezaevinden kaçtı. Özal suikastına kadar beş ay firari olarak yaşadı.
“Cezaevinden firar ettikten sonra 5 ay çok önemli olaylar geçti başımdan... Silah belde dolaştım. Polislerle arkadaşlık yaptım” diye anlatmıştı o günleri.
1988’de suikast girişiminden sonra 20 yıl hapis cezası alan ama örgüt bağlantısı bulunamayan Demirağ, 1992’de Cumhurbaşkanı Özal’ın affıyla cezaevinden çıktı.
Demirağ, Dazkırı’da Çiğdem Anat ve Emin Çölaşan’a röportajlar vermişti.
Çiğdem Anat’ın “Sizi kim eğitti” sorusuna “Komando kamplarında bir emekli general eğitti bizi…” diye cevap vermişti.
Yine 1991’de Emin Çölaşan'a, "1970'li yıllarda komando kurslarında hem siyasi, hem bedensel, hem de silahlı eğitim gördük. Başımızda emekli bir general vardı” demişti.
Yıllar sonra yazdığı bir mektupta da “Gençlik yıllarımda, Denizli Güney ilçesi Kanlı Göl civarında ilk eğitimimizi aldık. Daha sonraları bazı illerimizde komando kamplarına gönderildim. Subaylar tarafından bize komando eğitimi verildi. Bilindiği üzere o zaman komünizm tehlikesi vardı. Ülkemizi bu tehlikeden korumak için ve terörist saldırılardan korumak amacıyla genellikle emekli subaylar bizlere eğitim verdiler” diye konuşmuştu.
Kaymakam Tuncer Ergüler de bu bilgiyi doğrulamıştı:
“Ben Dazkırı Kaymakamlığı’ndan ayrıldıktan sonra orada büyük bir gizli örgütün varlığını öğrendim. Ben kaymakam iken bunun varlığını bilmiyordum.”
Özal, kendi suikast girişimi soruşturma işini, Horzum skandalını soruşturan savcı Uğur Tönük’e vermişti.
Dazkırı’da incelemeler yapan Tönük, “Kartal Demirağ’ın Afyon Dazkırı’da 1974-77 kurulan kontrgerilla teşkilatında yetiştiğini” tespit ettiğini daha sonra Meclis’teki bir komisyona anlattı.
Uğur Tönük, çok sayıda röportaj verdi, Ergenekon soruşturmalarında da ifadesi alındı. 2013 yılında verdiği bir röportajda şöyle demişti:
“Ben o dönemde Yargıtay Başsavcı Yardımcısı olarak görev yapıyordum. Sonra Yargıtay üyeliğine seçildim. Ben bu suikasttan önce Kemal Horzum olayının tahkikatını yapıyordum. Sonra beni bu olayla görevlendirdiler. Başlangıçta ben bu olayla ilgili olarak Emniyet’ten yardım aldım. Bilgi aldığım başka kurumlar da olabilir. Tahkikatla ilgili herhangi bir rapor hazırlamadım. Çünkü beni İstanbul Ulus’ta bir villaya çağırdılar. Üç kişi vardı. İsimlerini söylemediler ben de ulaşamadım. Sonrada herhangi bir yerde kimliklerini tespit edecek bilgiye ulaşamadım. Bana ‘Paşamız bu tahkikatı yapmanızı istemiyor’ dediler. Bu paşa dönemin MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu’ydu. Ortam çok gergindi. Hatırladığım kadarıyla mealen ‘Bu soruşturmayı bırak, işi karıştırma çek git, yoksa senin akıbetin de iyi olmaz’ gibi benzer ifadeler kullanarak beni tehdit ettiler. Ben bu işin suikast olduğu kanaatini edindim.”
Tönük, bu uyarılar üzerinden emekli olmuştu. Daha sonra soruşturma nedeniyle tehdit edildiğini, kızının kaçırıldığını da iddia etti.
Tabii bu anlattıklarının ne kadarı doğru bilinmez.
Demirağ hala hayatta ve memleketinde yaşıyor.
Demirağ’ın ideolojik bir insandan çok kiralık bir katil olduğunu söylemek mümkün.
Belki bir gün konuşursa 1988’de Başbakan’ı vurmak üzere onu kimin tuttuğunu da anlatır.
İşte o zaman iki suikast girişimi arasında önemli bir fark ortaya çıkar.