33 yaşındaki Dilruba Kayserilioğlu, İzmir’de kendisine uzatılan bir Youtube kanalı mikrofonuna şöyle demişti:
“Parlamenter sistemden çıkıp, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni tek adama verirsek o da böyle babasının ahırı gibi kullanır. Elin Arap’ı öldü diye ben neden yas tutayım, beni ilgilendirmez. Çat diye ‘kapattım oldu’ olmaz. Bir gece yasa çıkartıyor, hayvanlar ölsün istiyor, Allah’ın adıyla hayvanları katletmeye yönelik yasa çıkartıyor. Bir gece oluyor İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıyor. Bir gece Instagram’ı kapatıyor. Bu yaptığı darbe. Sosyal medyayı kapatması, darbe. Hayvan katliamıyla yasa çıkarması, darbe.
Destekleyenlere de şunu söylemek istiyorum: geri zekâlısınız. Bütün özgürlük haklarınızı tek bir kişiye teslim ettiğiniz için, Allah’tan da üstün tutup ona taptığınız için, sosyal medyanın kapatılmasını desteklediğiniz için, hayvanların katledilmesini desteklediğiniz için hepiniz beyni emcüklenmiş birer geri zekâlılarsınız. Bu söylediklerimin hiçbir şekilde kesilmesini de istemiyorum.”
Normalde anaakım bir medyada yayınlanmayacak, hakaret içeren bir konuşmayı Youtube kanalı gerçekten de sansürsüz yayınlandı, video bir anda viral oldu, Youtube’daki bir sokak röportajında genç bir kadın kendince saçmalamış denmedi, tepkiler büyüdü ve Dilruba Kayserilioğlu “halkı kin ve nefrete tahrik” ve Cumhurbaşkanı’na hakaretten” tutuklandı. 13 gün hapis yattıktan sonra da serbest bırakıldı.
Genç kadının bir Youtube röportajı yüzünden tutuklanması haklı bir tepkiye neden oldu.
Hiçbir siyasi ve fikri değeri olmayan ayak üstü edilmiş hakaretlerle genç kadın bir anda cesaret sembolüne dönüştü.
Tepkiler siyasete kadar ulaştı. Özellikle kendi kamuoyundan Erdoğan ile yürüttüğü normalleşme görüşmeleri için tepkiler alan Özgür Özel, hapishanede Dilruba’yı ziyaret etti.
Birkaç gün sonra bırakılan Dilruba’yı İzmir Fuarı açılışında Özgür Özel’in yanında otururken gördük.
Neredeyse bir kahraman gibi karşılandı.
Özel kürsüden ona hitaben bir konuşma yaptı:
“Ben bugün burada bizimle olan birini anmak istiyorum. İzmir zaman zaman haklı tepki gösteren, hak ettiğini almadığında sözünü esirgemeyenlerin kenti. İzmir’de bir kardeşimiz bir mikrofona birkaç şey söyledi. Biz dün onu cezaevinde ziyaret ettik. Ben çok emin bir şekilde şunu yaptım. Cezaevine gidip de kapının önüne çıkıp da şunu da yapacağız, onu da yapacağız demek yerine ‘Haksızlığa itiraz etmek önemli bir melesidir. Bir de cezaevinde bir davet yaparsanız o davet kısa sürede karşılığını bulur. ‘Dilruba, sen buradan çıkacaksın. Ben kapının önünde bir konuşma yapacağım. Seni de davet edeceğim.’ Sen buradan çıkıp partimizin kuruluş yıldönümü kutlamalarında bizimle olacaksın’ dedim. Dilruba’ya koruma memurlarının yanında dedim ki ‘burada racondur. Ziyarete gelen iade-i ziyarete gitmen lazım’ dedim ‘İnşallah Özgür Bey’ dedi. Kendisi 24 saat olmadan iade-i ziyarete geldi. İyi ki varsın Dilruba. CHP, düşünce özgürlüğünü sonuna kadar savunuyor.”
Bir gün sonra bu kez Kara Harp Okulu mezuniyet törenindeyiz.
Kara Harp Okulu mezuniyet töreninin resmi kısmında ant içen 960 mezun teğmenden 300-400’ü törenin ardından kılıçlarıyla bir araya geldi ve bir saat önce zaten kendilerine ant içirmiş dönem birincisi eşliğinde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganı attıktan sonra bir kere daha ant içtişer.
İçtikleri ant 2016’dan önce harp okullarında genç teğmenlerin kılıçlarıyla içtikleri “Subaylık Yemini”ydi.
Ama içinde “laik, demokratik Cumhuriyeti korumak”, “karşılarında bizi bulacak”, “kılıçlarımız keskin ve hazır olacaktır” gibi siyasi sloganlar bulunan bu yemin 2016’dan itibaren ortadan kalkmıştı.
Yani teğmenler ikinci kez, kendi inisiyatifleriyle, 2016’da kaldırılmış eski bir harp okulu yeminini etmişlerdi. Bu yemini etmeden önce de “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye sloganlar atmışlardı.
Belki de siyasi bir mesaj değil, sadece kılıçların çekilip birbirine tokuşturup edilen eski geleneksel yemine öykünmeydi bu.
Ama ordu gibi disiplinli bir kurumda, kötü hatıralar da çok tazeyken bu disiplinsizlik iki türlü tepki aldı.
AK Partililer bunu yeni bir kalkışma, ezilmesi gereken bir başkaldırma olarak gördüler.
Muhalifler ise ordunun yeniden Kemalist özüne dönmesinden memnuniyetlerini bildirdiler.
Onlara Özgür Özel de katıldı:
“Sizin akıl önderiniz fesli deli Kadir’in ’Keşke Yunan kazansaydı’ dediği gibi ‘Trikopis’in askerleriyiz’ mi diyeceklerdi? Elbette Mustafa Kemal’in askerleri onlar!”
Bu tehlikeli tırmanış listesine eklenecek iki olay daha var.
Biri yılın yılbaşında yaşanmıştı.
Gazze için sabah eyleminden dönen, elinde yeşil bayrak olan bir kişiye bir üniversite öğrencisi yumruk atmış, bu yüzden tutuklanmış, öğrenci neredeyse kahraman ilan edilmiş, CHP gençlik kolları öğrencinin posterini yapmış, Fatih Altaylı eline sağlık demiş, Özgür Özel ailesini aramıştı.
Sonuncusu ise geçen ay Meclis’te oldu.
Meclis’te AK Partililere karşı sert bir konuşma yapan Ahmet Şık, Alpay Özalan tarafından darp edildi.
Ve Özalan neredeyse kahraman ilan edildi. İnsan Hakları Komisyonu üyesi bir AK Partili kadın milletvekili bile “eline sağlık” yazdı. Muhtemelen bu yumruk için Özalan epey tebrik aldı.
Bu dört farklı olaydan duyulan gerilen Türkiye’nin fay kırılma sesleridir.
Zannedildiğinden çok daha ciddi bir tehlikedir bu.
İktidar partisi seçmenlerine dümdüz hakaret eden genç bir kadın, tutuklanmak gibi en sert kolluk tedbiriyle muamele görünce bu kez kahraman haline geliyor, protokole giriyor, normu onun dili belirliyor.
Sokakta yürüyen adamı cumhuriyet ve laiklik için yumruklayan öğrenci ayıplanacakken yine tutuklanıyor, bu kez kahramanlaşıyor, bu sayede yumruk atmak övülüyor.
Meclis’te TİP’li milletvekilini döven AK Parti milletvekili kahraman ilan ediliyor, neredeyse yumruk atmayıp olay yerinden kaçanlar korkaklıkla suçlanıyor.
Genç teğmenlerin iktidara değil, Atatürk’e bağlılığı bunu kınayan ya da övenler arasında tartışmalara neden oluyor. Kimsenin aklına teğmenlerin iktidar ya da muhalefet lehine siyasi bir tavır içinde olmasının kendisinin bizzat yanlış olduğunu söylemek gelmiyor.
Muhtemelen devlet yine olay yerine çekiçle gelecek, mağduriyetler tepkileri artıracak.
Tam olarak otoriterliğin trajedisi bu.
Toplumun doğal iletişim kanalları kapatılınca, karşılıklı diyalog imkanları ortadan kaldırılınca kutuplaşma, siyasi hasmını düşman görme artıyor ve karşılıklı olarak meşru görülüyor.
Ve bundan sadece iktidar değil, muhalefet de payını alıyor.
İktidarın elinde her mesele için çekiçten başka araç olmayınca, iktidar etmek sadece kaba güç göstermeye dönüşünce muhalefette de şahinlerin sesi yükseliyor, makul sesler dalga geçilen naifliklere dönüşüyor.
Böylece protokole oturtulan hakaretler, övülen yumruklarla konuşmanın anlamı ortadan kalkıyor.
Siyasi rekabet, düşmanlığa, demokratik mücadele her şeyin meşru olduğu bir varlık savaşına dönüşüyor.
Bir toplumun başına gelecek en büyük felaketlerden biri bu.
Türkiye kısa süreli bir normalleşmeden hızla anormalleşmeye sürükleniyor.
Tehlikenin farkında mısınız?