Tuğgeneral Yavuz Ekrem Arslan, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında Manisa’daki Birinci Piyade Eğitim Tugayı Komutanı’ydı. Muharip olmayan eğitim amaçlı tugayda darbe gecesi herhangi bir hareketlilik yaşanmamıştı. Tugayın bağlı olduğu kolordu komutanının darbe gecesi için tuttuğu tutanağa göre Tuğgeneral Yavuz, komutanının darbeye karşı verdiği emirlerini yerine getirmişti. Aleyhindeki tek delil darbeciler tarafından hazırlanan listelerde adının Manisa Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı olarak yazılmış olmasıydı. İfadesinde bu yazıyı görünce “yırtıp attığını” söyledi. Ama 16 ay tutuklu kalmasına rağmen hakkında bir iddianame bile yazılamadan, hastalanarak hayatını kaybetti.
Korgeneral Erdal Öztürk, İstanbul Üçüncü Kolordu Komutanı’ydı. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında Side’de tatildeydi. Darbe gecesi 01.05’te TGRT’ye, 01.57’de NTV’ye bağlanarak darbeye karşı açıklamalar yapmış ve birliklerin kışlalara dönmesini istemişti. 16 Temmuz günü İstanbul’a dönerken, İnegöl’de mola verdiği bir köftecide gözaltına alınarak tutuklandı. Aleyhindeki en güçlü delil isminin darbecilerin atama listesinde İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olarak geçmesiydi. Bundan habersiz olduğunu söyledi, darbe gecesi Side’den askerleriyle yaptığı telefon görüşmelerini delil olarak mahkemeye sundu. 15 ay tutuklu kaldıktan sonra 27 Eylül 2017’de tahliye edildi.
Şırnak, 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral Abdullah Baysar da 15 Temmuz darbesinden sonra tutuklandı. Suçlama adının Şırnak Sıkıyönetim Komutanı olarak geçmesiydi. Fakat Baysar’ın darbe haberini aldıktan sonra Vali ile birlikte darbenin bastırılması için birlikte çalıştığı, darbe için harekete geçen komando tugay komutanı tuğgenerali durdurmak için talimatlar verdiği ortaya çıktı. Baysar, 16 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi.
Erzurum 9’uncu Kolordu Komutanlığı’nda görevli Yarbay Ramazan Kayacı, 19 Ağutos 2016’da darbeden tutuklandı. 30 Eylül 2017 günü, Cumhurbaşkanı’nın Erzurum ziyareti sırasında eşi bir ağaca çıktı ve eşinin masum olduğunu, görüşmek istediğini söyledi. Kayacı’nın eşi Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı ile görüştü. 15 ay tutuklu kalan yarbay 15 gün sonraki duruşmada tahliye edildi.
15 Temmuz gecesi, Yalova’daki kamplarından alınıp, komutanları tarafından otobüslerle İstanbul’a getirilen 300 Hava Harp Okulu öğrencisinden 70’i 3 rütbeli subay ve iki erle birlikte Avea Merkezi’ne doğru giderken önce Birinci Köprü yoluna girmişler ama trafik yüzünden İkinci Köprü yoluna girip, saat 03.00’de Kavacık yakınlarına ulaşmışlardı. Ama trafik nedeniyle otobüs ilerleyemedi ve olduğu yerde kaldı. Otobüsün ışıklarını, kapılarını kapatıp, perdelerini indirdiler ve sabaha kadar orda beklediler. Sabah polise teslim olup, tutuklandılar. Bu otobüsteki rütbeli subaylar dışındaki Hava Harp Okulu öğrencileri dokuz ay hapis yattıktan sonra tahliye edildiler.
Tuğgeneral Adem Arslan, Tuğgeneral İsmet Gökhan Gülmez, Tuğgeneraller Murat Yaygın ve Celalettin Çoban ile Tuğgamiral Ercan İnceoğlu darbeden bir yılı aşkın tutuklu yargılandıktan sonra tahliye olan üst düzey subaylardan bazıları.
Bunlar doğrudan darbeye katılma gibi ağır bir suçlamayla tutuklu olarak yargılanıp, aylar sonra tahliye olan askerlerden örnekler.
Doğrudan darbe suçuna katılmamış sivillerden de uzun tutukluluklar sonucunda tahliye hatta beraat alan yüzlercesi mevcut.
Ama eğer bütün bu isimler, 696 sayılı son KHK’nın yayınlanmasından önce tahliye edilmeselerdi ya da aylardır konuşulan tek tip kıyafet onların tutuklu olduğu dönemde çıksaydı, aylarca tutuklu kalarak mağdur edilmelerinin yanında bir de badem kurusu renkli tulumlar giydirilerek haklarında hüküm verilmeden ağır bir aşağılanmayla cezalandırılmış olacaklardı.
Hala daha darbeyle ilişkisi şüpheli olan bazı üst düzey subaylar, erler, askeri öğrenciler tutuklu yargılanmaya devam ediyor. Belki mahkemeler bir kısmı hakkında yine tahliye veya beraat kararları verecek ama onlar bu kararları badem kurusu renkli tulumlar içinde öğrenecekler.
Halbuki bütün bunlara sebep olmuş olan darbeci astsubay, kızkardeşinin hapishanedeyken hediye ettiği, aslında meşhur bir markaya ait ve binlerce kişinin almış olduğu HERO yazılı tshirtle mahkemeye çıkarak tek tip elbise tartışmasını başlatan astsubay ise bu badem kurusu tulumdan giymeyecek. Çünkü onun hakkında müebbet hapis cezası kararı zaten verildi. Ama ne tuhaftır ki onunla aynı tshirti alıp, giydikleri için tutuklanan kişiler eğer bu arada tahliye edilmedilerse, bir sonraki duruşmalarına o tulumlarla çıkacaklar.
Tabii bu son KHK’nın en çok tartışılan maddesi bu değil.
Artık herkes ayrıntılarıyla biliyor ama tekrarlayalım. Önce 8 Kasım 2016'da çıkarılan yasanın 37. Maddesini hatırlayalım:
"15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz."
Son 696 sayılı KHK ile bu maddeye şu fıkra eklendi:
"Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına, veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır."
Yani, bu ekle kamu görevlilerinin yanında sivillere de bahsedilen çerçevede yargı muafiyeti getirilmiş oldu.
Maddeyle ilgili tartışmalara girmeden önce hükümet yetkililerin beyanlarını esas alarak gidelim.
Yani bu cezai sorumsuzluğunun sadece 15 Temmuz darbe girişimi ve 16 Temmuz’da devam eden darbeyi bastırmayla ilgili olayları kapsadığını düşünelim.
Peki hangi olaylardan bahsetmekteyiz?
Yaralama, darp, kamu malına zarar verme gibi suçları bir tarafa bırakırsak esas olarak bu KHK’yla çözülmeye çalışılan darbeci askerlerin öldürülmesiyle ilgili suçlar.
Darbe sırasında kaç darbeci askerin öldürüldüğüyle ilgili Başbakan’ın Ağustos 2016’da verdiği 36 sayısı dışında net bir resmi sayı yok.
Darbe iddianamelerinde sanıklar arasında maktul olanlarla ilgili bilgilere yer veriliyor, oradan net bir sayı çıkarılabilir.
Ama ortada bir öldürme olayı olduğu için savcıların bu olaylarla ilgili şikayet olmadan bir soruşturma açması gerekiyor. Ama şu ana kadar bu soruşturmaların zanlıların tespiti ya da iddianamenin yazılması gibi aşamaları geldiğini duymadık.
Bu KHK nedeniyle en çok bahsi geçen köprüdeki olaylarda öldürülen askerler. İddianameye göre bu askerlerin sayısı 7.
Yine iddianameye göre bu askerlerden Kuleli Askeri Lisesi’nde görevli er Kurtuluş Kaya, saat. 02.20’de köprü üzerine ayakta dururken, gözünden vurularak yere düştü ve öldü. Sonrasında çıkan haberlerde er Kaya’nın ateş açmayı reddettiği için komutanı tarafından öldürüldüğü söylense de iddianameye göre Kaya da o sırada ateş açan grup içindeydi ve karşıdan gelen bir ateş sonucu vurulmuştu.
Diğer altı kişi ise 16 temmuz sabahı darbeciler teslim olduktan sonra meydana gelen olaylarda öldürülmüştü. Yine köprü iddianamesinden okuyalım:
“Toplanan kalabalığın kolluk kuvvetlerinin müdahalelerini aşarak şüphelilere ulaştıkları, yaşanan arbedeyi kolluk kuvvetlerinin havaya ateş açarak ve TOMA diye tabiredilen araçla tazyikli su sıkarak önlemeye çalıştığı, kolluk kuvvetleri tarafından şüpheliler hakkında yakalama işlemi yapılarak gözaltına alındıkları, olay yerindeki silah, mühimmat ve askeri araçlara el konulduğu, olaylar sırasında şüpheliler Burak Dinler, İbrahim Gül, Murat Tekin, Mustafa Çelik, Ragıp Enes Katran ve Vedat Yıldız‟ ın eks oldukları”.
Bu altı kişiden Burak Dinler (20), Kuleli Askeri Lisesi’nde askerliğini yapan bir piyade erdi. Murat Tekin (21) ve Ragıp Enes Katran (21) ise Yalova’daki kamptan İstanbul’a getirilen Hava Harp Okulu’nun 2. Sınıf öğrencileriydi. Köprüye gece 02.30’da varmışlardı.
Kuleli Askeri Lisesi’nden gelen Başçavuş İbrahim Gül, Uzman Çavuş Mustafa Çelik ve köprüdeki tankların sorumlusu olan 3. Zırhlı Tugay Komutanlığı’ndan Üsteğmen Vedat Yıldız ise diğer öğrenci ve erlerin yöneticisi konumundaki askerlerdendi.
İddianamede köprüde darbecilerin şehit ettiği 34 sivilin kim tarafından ve hangi silahlarla öldürüldüğüyle ilgili bir tespit yapılamadığı düşünülünce, eğer bir soruşturma yürütülseydi bile bu öldürme olaylarıyla ilgili somut bir sonuç alınmasının pek mümkün olmadığı söylenebilir.
Bu öldürülen askerlerin o gece ateş açıp açmadığı, emir komuta içinde mi oraya geldikleri yoksa özel olarak bilerek ve isteyerek mi darbe içinde yer aldıkları gibi soruların cevapları hala devam eden ve kararların henüz açıklanmadığı davalarda aranıyor. Benzer davalarda bu suçlamalar karşısında haklarında tahliye kararı verilen erler ya da öğrenciler oldu.
Ama maddeyle ilgili daha geniş bir kesim için esas problem burası değildi.
Her ne kadar hükümet ve iktidar partisi “15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler”den kastın 15-16 temmuz darbe girişimini bastırma sırasındaki olaylar olduğunu ısrarla söylese de maddede 15 ve 16 Temmuz tarihleri birlikte zikredilmediği, “terör eylemleri” ve “devamı niteliğindeki eylemler” ibarelerinden pek çok kişi başka ve epey ürkütücü şeyler anladığı için günlerdir büyük bir tartışma sürüyor. Maddeyle ilgili iki gündür onlarca yazı yazıldı, tv tartışmaları yapıldı, siyasiler açıklamalar yaptı,, hukukçular görüş açıkladı.
Endişelerini bildirenlerden biri 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dü.
2004 yılında AK Parti iktidarında hazırlanan yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) ile Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mimarlarından olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Adem Sözüer de maddeyi hükümet yetkilileri gibi anlamayanlardandı:
“İşlenmiş suçlardan dolayı af çıkarılabilir. Ama, gelecekte işlenecek suçlardan dolayı sorumluluk doğmayacağı yönünde hukuki düzenleme yapılamaz. Kimse böyle düzenlemeye dayanıp işlediği suçun sorumluluğundan kurtulamaz. Her tür yorum/keyfiliğe açık KHK düzenlemesi acil kaldırılmalı!” dedi.
Son olarak Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bir yanlış yazım varsa düzeltilebileceğini söyledi.
Sonuç itibarıyla aslında şu olmuş oldu: Normal şartlarda Meclis’in yapması gereken yasamanın denetlenmesi işini, KHK ile çıkarılan bu maddede kamuoyu yapmış oldu. Ama maalesef ancak kanun Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra.
Halbuki eğer bu madde KHK olarak değil de Meclis’ten olağan yollardan geçirilip yasalaşsaydı, bütün bu kaygılar ve eleştiriler önce komisyonda, ardından meclis genel kurulunda dillendirilebilecek, kamuoyu ve uzmanlar kanun çıkmadan fikirlerini söylemiş olacak ve ortaya çıkacak ortak akıl ve denetimle böyle bir yanlış yapılmayacaktı. Bütün bunların yapılabilmesi için yeterli süre de vardı, ortada çok acil bir mesele bulunmuyordu.
Fakat, kış lastiğinden taşeron işçilere kadar bütün kanunları OHAL ile ilgisiz KHK’larla hızlıca, gürültüsüz, patırtısız halletmek iktidara bir konfor sağlıyor ve bu kanunu da böyle hızlıca çıkarmayı denediler.
Sonuç malum.
Belki böyle böyle son referandum paketiyle gücü epeyce törpülenen Meclis’in kıymetini yeniden anlayacağız.
1876’dan beri Meclis’i olan bir toplum için bu kıymetin anlaşılması çok zor olmasa gerek...