Fransa ve bütün Batı medyası bu aralar, Fransa’daki “bir insan bunu nasıl ve neden yapar” dedirten korkunç bir olayı konuşuyor.
Güney Fransa’da yaşayan elektrik teknisyeni 71 yaşındaki Dominique Pélicot, 2011 ile 2020 yılları arasında 72 yaşındaki eşi Gisèle Pélicot’a uyuşturucu verip, internetten bulduğu erkeklere tecavüz ettirerek filme çekmiş. Bu 9 yılda 72 erkek, ne olduğundan habersiz yaşlı kadına 92 kez tecavüz etmişler.
Sapık eş ve 72 erkek yargılanmaya başlandı. Günlerdir bunun nasıl olabildiği konuşuluyor.
Ama anlaşılan tartışmalarda kimsenin aklına sapık eş Dominique Pélicot’un hangi partinin destekçisi olduğu, dindarlığı ya da dinsizliği, milliyetini sorgulamak gelmemiş.
Kimse bu korkunç vahşetin arkasında ideolojik bir saik, akli bir neden aramamış.
İnsanlığın karanlık yüzü herkesi dehşet içinde bırakmış ama suça da suçluya da hak ettiğinden fazla anlam yüklenmemiş.
Tabii ki Katolik Kiliseleri’nde tecavüz, taciz, kapalı devre yapılarda cinayetler, kültürel, dini, sosyal arka planı olan suçlar da var.
Ama her suçun akli bir nedeni, ideolojik, siyasi, kültürel, sosyal bir bağlamı olmayabilir.
Bazen suçlar sadece suçtur ve insanlığın karanlık yüzünün eseridir.
Ama Türkiye gibi kutuplaşmış, siyasi fay hatlarının keskin olduğu ülkelerde herhangi bir tartışmanın büyük siyasi kavganın mezesi haline gelmesi birkaç dakika alıyor.
Orman yangını, olimpiyat oyunları, Avrupa’daki seçimler, trafik kazası ya da futbol maçı farketmiyor.
Türkiye’de kamuya malolmuş bütün tartışmalar kısa bir süre sonra Türkiye iç siyasi tartışmaları tarafından yutuluyor.
Her konu kendi mecrasında birkaç saat tartışıldıktan sonra mevcut derin kutuplaşmanın bir malzemesine dönüştürülerek konuşuluyor.
Bu herkesi kahreden Narin’in başına gelen felaket sonrası da böyle oldu.
Narin’in kaybolma hikayesinin ilk cümlesinden itibaren başladı bu fırsatçılık.
“Diyarbakır Bağlar’a bağlı Tavşantepe Mahallesi’nde yaşayan 8 yaşındaki Narin, Kuran Kursu’ndan çıktıktan sonra ortadan kaybolmuştu.”
İlk haberler Kuran Kursu vurgusuyla verildi.
Kuran Kursu’nda taciz, istismar iddiaları ortaya atıldı.
Daha olayın ilk günü “tarikatları kapatın”, “Kuran Kurslarına çocuklarınızı göndermeyin” çağrıları başladı.
Halbuki ortada ne bir tarikat ne de bir Kuran Kursu vardı.
Köyde yaşayanlar Fatih’e hocalık yapmış Kürt alim Molla Gürani’nin soyundan geldiği iddiasındaydı ve bu yüzden soyadları Güran’dı ama köyde aktif bir tarikat, medrese, şeyh, mele yoktu.
Zaten köylülerin görünüşleri, giyimleri mutaassıplığı yansıtmıyordu.
Köydeki tek dini yapı depremde minaresi yıkılmış eski tek katlı bir camiydi
Ortada bir Kuran Kursu da yoktu.
Depremde minaresi yıkılmış eski bir camide Diyanet’e bağlı imam, yazın çocuklara elifba öğretiyordu.
Bu yaz milyonlarca başka çocuğun da yaptığı gibi. Milyonlarca çocuk camilere gitti, elifba öğrendi ve sağ salim evine döndü.
Sonra özellikle DEM çevreleri ve solcu gazeteciler köyün Hüda Par’ın kalesi olduğu yazıldı ve kayıp için Hizbullah suçlanmaya başlandı.
Bunun için köyün ne olup ne olmadığını en iyi bilen Diyarbakırlı DEM’li siyasetçiler yürüyüşler yaptı, “Hizbülkontra” ya karşı sloganlar attı.
Halbuki 2023 ve 2024 seçimlerinde AK Parti birinci, DEM Parti ikinci, HÜDA- Par üçüncü olmuştu.
Her seçimde AK Parti’ye 100 ve üstü oy, DEM’e 30 civarı oy ve HÜDA Par’a da 16 oy çıkmıştı.
Halbuki izbe, ulaşılmaz bir köy olarak bahsedilen Tavşantepe, Diyarbakır şehir merkezinden sadece 10 kilometre uzakta 300 nüfuslu Bağlar ilçesine bağlı bir mahalleydi.
Çocukların gittiği bir köy okulu vardı. Köy ilkokulunda da kadın bir öğretmen.
Havalimanına beş dakika, fen lisesi, Anadolu lisesi ve özel okullara 10 dakika uzaktaki “Cumhuriyetin memurlarıyla aydınlatması gereken” Fakir Baykurt romanlarındaki izbe bir dağ köyü değildi.
Köyse ağalık, aşiret, melelik, şeyhlik gibi bir Kürt toplumsal yapısı da yoktu.
Şimdi bütün spotların üzerine çevrildiği, 60 haneli mahallenin çoğunluğunu oluşturan Güran ailesi Milli Görüş ve merkez sağ çizgide bir aileydi. Aileden daha önce DYP’de, şimdi ise AK Parti ve İYİ Parti’de siyaset yapanlar vardı.
Ailenin devletle, köyün hemen dışında karakolu olan Jandarma ile de ilişkileri çok iyiydi. Köyün muhtarı da olan, katil zanlısı amca günlerce Jandarma ile arama faaliyetlerine katılmıştı.
Narin’in kaçırılması ve öldürülmesinden bütün ailenin haberi olduğu ve köyün bu suça ortak olup sessiz kaldığını söyleyen ve yine Yakup Kadri’nin köy romanlarını hatırlatan omerta tezini destekleyen ise henüz bir veri yok.
Narin’in anne, babası, kardeşi ve amcasının adı zanlılar arasında geçiyor.
Ama bütün köyün buna tanık ve suç ortağı olduğu tezi önyargıdan ötesine geçmedi.
Cenaze Narin’in bir abisine teslim edildi, cenazeyi Güran soyadlı akrabalar kaldırdı, mezarının başında akraba olan diğer köylüler ağladı.
Ve tabii “Narin’i koruyamadık” gibi boş sloganlarla, ekranlarda çığlık atıp, türkülü klipler yaparak acıdan rol çalmaya çalışanların diğer büyük iddialarının da altı boş.
Böyle bir acıyla ilk kez bu kadar yakından yüzleşenler için 8 yaşındaki bir kızın öldürülmesi insanlığın yoldan çıktığı, toplumun çürüdüğü, devletin çocukları koruyamadığı, kıyametin artık kopması gerektiği gibi tepkilere neden olabilir.
Ama ilk defa çocuk öldürülmüyor.
Adli İstatiklere göre Türkiye’de maalesef her yıl 1300 ile 1500 arasındaki çocuk cinayetlere kurban gidiyor.
Mağduriyet türü ve cinsiyete göre güvenlik birimine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı, 2015-2019 | |||||
| 2015 | 2016 | 2017 | 2018 | 2019 |
Öldürme | 1815 | 1722 | 1847 | 1584 | 1446 |
Yaralama | 120159 | 120881 | 115547 | 120268 | 119009 |
Cinsel suçlar | 16258 | 22655 | 23713 | 32759 | 31445 |
Aile düzenine karşı suçlar | 16480 | 17272 | 16667 | 18801 | 22683 |
Çoğu cinayette de failler aile ya da yakınlar. Bu rakamlar radikal biçimde artmıyor, belli bir düzeyde her yıl yaşanıyor.
Hepsi çok trajik hikayeler, biz bu trajedilerden sadece birine 19 gün boyunca tanıklık ettik.
Türkiye’de çocuklar kayboluyor. Ama her yıl 10 binin üstünde çocuğun kaybolduğu bilgisi de çarpıtılmış bir bilgi.
Adli İstatistiklere göre 2023’de Türkiye’de 15 bin çocuk kaybolmuş.
Bu sayı kayıp olan çocuk sayısı değil, ailelerinin “çocuğum kayboldu” diyerek polise başvurduğu vaka sayısı.
Bu kayıplar içinde pazarda çocuğunu kaybeden de var, aile için kaçırma olayı da.
Bu çocukların çok önemli bir kısmı da sağ olarak bulunmuş.
Bazıları da öldürülmüş ya da hala kayıp.
Sayılarla ilgili bilgiler sınırlı.
Ama örneğin “Hala aranıyorlar” diye Gülben Ergen’in sosyal duyarlılık göstermek için tweet attığı Kayseri’deki üç çocuk, 2011 yılında onları cinsel taciz için kaçıran işçi tarafından öldürülmüş ve Yozgat’a gömülmüş olarak bulunmuştu.
2011’de bu korkunç olay siyaseten bir tartışmaya dönmemişti. Çünkü 2011’de toplumsal kutuplaşma bu kadar sert yaşanmıyordu.
Evet, karşımızda aile içi işlenmiş bir suç var. Ama buradan hareketle aile kurumunun berbat bir suç yuvası olduğunu söylemek, konuyu bağlamından koparıp, kadınlara yönelik şiddete, erkek egemen kültüre getirmek de siyaseten istismarın bir başka türü oluyor, bu ideolojik bağlam bizi hakikatten de uzaklaştırıyor.
Her suç bir sosyal gerçekliğe tekabül etmeyebilir, “bizim”le ilgili bir şey söylemeyebilir.
“Hepimizin suçu” gibi beylik, aşırı genelleştirmeci, faydasız duyarlılık gösterilerine dönen sloganlar suçları suç olmaktan çıkarıyor, her suça kriminal değil, toplumsal, kültürel bir mesele olarak bakılıyor.
Çünkü kafalarda tek bir suçlu var; o da her türlü kötülüğün bekleneceği siyasi hasımlarımız.
O yüzden suçların failleri olay yerinde değil, kendine düşman olarak bellediği ötekisinde, kafasındaki mutlak kötüde aranıyor.
Narin’in trajedisi, suç genelleştirilebildikçe, siyasi hasımlara yıkabildikçe ilgilerini çekiyor.
Arada varsa devletin ihmali, Jandarma-muhtar ilişkisi gibi deşilmesi gereken meseleler de tali kalıyor.
Trajedilere büyük anlamlar yüklemek, onları siyasete çekmek sizi duyarlı insanlar yapmıyor, aksine sadece kendi dertleriyle ilgilenen insanlar yapıyor.
Bu hem kötücül bir bencillik hem de toplumu kutuplaştıran, düşmanlığı artıran kötücül bir siyaset.