DEVA Partisi ilk mitingini Cumartesi günü Antep’te yaptı. Aslında partinin ilk miting için ilk düşündüğü şehir Urfa’ydı. Fakat Urfa’da valilik, merkeze çekilen valinin bütün iyiniyetli çabalarına rağmen partiye talep ettiği şehir merkezindeki meydanlar yerine şehir dışında meydanlar önerince, parti de bölgesel mitingini Antep’e kaydırdı.
Valilik, önce miting için Antep’in merkezindeki Demokrasi Meydanı’nı tahsis etti. Ama daha sonra bu tahsisten vazgeçildi. DEVA, Valiliği kararını değiştirmekle, valilik DEVA’yı belgede tahrifat yapmakla suçladı.
Ve nihayet DEVA’ya şehrin merkezine yakın ama bütün hayatı Gaziantep’te geçmiş, AK Parti’nin eski gençlik kolları başkanı olan DEVA Partisi il başkanı Ertuğrul Kaya’nın bile yolunu bilmediği, kale arkasında izbe bir yerde kalmış, doldurulması daha zor Kalealtı Meydanı verildi.
Böyle bir meydanın varlığından Antepliler o kadar habersizdi ki, DEVA teşkilatı, konumlarda görünmeyen meydanın adını Google Maps’te DEVA Meydanı olarak işaretledi, şehrin her yerine oklar asıldı.
DEVAlılar ikinci zorluğu şehrin içine asmak istediği pankartlara izin verilmemesiyle yaşadı. Sadece belediyenin raket adı verilen panolarından parayla tutabilen partinin şehrin farklı noktalarına bez afişlerini asmasına yine valilik tarafından izin verilmeyince, il başkanı ve partililer sırtlarına astıkları dev pankartlarla şehirde dolaştılar.
İl başkanı Ertuğrul Kaya, AK Parti’nin ilk döneminde benzer bir meydan krizini hatırlatıyor. O zamanki adı İstasyon Meydanı olan meydanı valilik AK Parti’ye tahsis etmeyince, o zaman Erdoğan orada izinsiz miting yapmış. Daha sonra bu meydanın adı Demokrasi Meydanı olarak değiştirilmiş.
Ama zaten demokrasinin Türkiye’deki kaderi zaten bu. Muhalefetteyken, zayıfken hararetle istenir ama iktidara gelip biraz güçlenince başkalarından esirgenir.
Adı demokrasi olan bir meydan da en demokratik hakkını kullanmak istenen bir partiye verilmez.
Peki neden ısrarla bu meydan tahsis edilmemiş olabilir?
Cevap tabii ki güvenlik, ulaşım gibi gösterilen gerekçeler değil.
Demokrasi Meydanı derli toplu kalabalığı çok fazla olmasa da dolgun gösterecek kompakt bir meydan.
Ama haritalarda dahi görünmeyen Kalealtı Meydanı ise uzun, geniş, yanında geniş bir yolun da olduğu kalabalığı dağınık gösterecek, doldurulması zor bir meydan.
Nitekim bu meydan inadından muradın ne olduğu da mitingin başlamasına yakın ortaya çıktı.
İktidara yakın troll hesaplara ve bazı gazetecilere meydanı yukarıdan boş gösteren fotoğraflar gönderildi.
Mitingin başlamasına saatler kala çekilmiş bu fotoğrafları aynı anda bazı gazeteciler ve troll hesaplara kim göndermiş olabilirdi?
Fotoğrafının çekilebileceği yükseklikte mitingin çevresinde bir bina ya da minare yoktu.
Bu drone ile çekilebilecek bir fotoğraftı.
Meydanda kendileri için drone çekimi yapmak isteyen DEVA Partisi’ne emniyet güvenlik nedeniyle izin vermemişti.
Yani meydanın üstünde uçan tek drone emniyete aitti.
Yani küçük, kompakt meydanı DEVA’ya tahsis etmeyen Valilik ve emniyet, daha sonra da geniş meydanda mitinge saatler kala çekilmiş ve meydanın boş göründüğü bir fotoğrafı “DEVA’nin ilk mitinginde meydan boş kaldı” haberleri yapılsın diye iktidara yakın gazetecilere ve hesaplara servis etmişti.
Peki devletin işi olmayan bu beyhude uğraşların sonucu ne oldu?
Sadece Diyarbakır, Urfa ve Adana gibi çevre illerden otobüslerin kaldırıldığı, diğer illerden il başkanları ve partili yöneticilerin geldiği miting için DEVA’lılar son ana kadar tedirgindi. Yeni bir parti için böyle bir meydanı, sıcak havada doldurmak kolay değildi.
Ama çıplak gözle de görülebilen gerçek birazdan fotoğraflarla ortaya çıktı.
DEVA Partisi ilk sınavında meydanı doldurdu.
Arkaya doğru uzanan yeni bir parti için beklenmedik iyi bir kalabalık toplandı.
https://twitter.com/emin_ekmen/status/1528117501925761027?s=20&t=84Fjego75tGOaSRiz3qSTQ
Daha özgür olan Antep yerel medyasında da mitinge geniş yer verildi.
Geriye de devletin imkanlarının anlamsız bir siyasi karalama için kullanılması kaldı.
Ama devletin imkanlarının artık muhalefet partilerini zayıf göstermek için bile seferber edilme rahatlığı yaklaşan seçimlerin herkes için zor geçeceğini gösteriyor.
Babacan, ilk mitinginden memnundu.
Kalabalık ve çok çeşitli mecralardan davet edilmiş gazetecilerin sorularını yanıtlarken de memnuniyetini gizlemedi.
Havada 2001 kokusu olduğunu söyledi:
“Uluslararası yatırımcılarla çok yoğun bir görüşme trafiğimiz var. Partimiz kurulur kurulmaz başladı ama artan bir tempoyla devam ediyor. Son bir ay içinde toplantı yaptık, yüzden fazla fon yöneticisi katıldı. Dünyanın en büyük fonları bunlar. Münferiden gelenler var. Dünyanın en büyük bankası, dünyanın en büyük fonu. Son bir ay içinde dünyanın en büyük bankasının risk yönetiminden sorumlu kişi çıkıp geldi. Neler neler soruyorlar. Didik didik ediyorlar. Artık geçen seneden farklı olarak yeni yönetimin ekonomi politikasını soruyorlar. Mevcut yönetim artık bitiyor bunu görüyorlar. Ben bunu 2001’de yaşamıştım. Üçlü koalisyon eriyor, AK Parti belli ki iktidara yürüyordu. Bizim ekonomi politikamızı çok soruyordu herkes. Hatırlarsanız ben o zamanlar İstanbul’da, Boston’da, Londra’da road showlar yapmıştım. Onlar çok etkili oldu. Bu sayede işe başladığımız anda da sıfırdan başlamadık. Şu anda aynı ortamı ben seziyorum. 2002’de iktidara gelirken ki ortamı yatırımcılardan seziyorum.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliği dolayısıyla doğru Cumhurbaşkanı adayı olmayacağıyla ilgili muhalif çevrelerdeki değerlendirmeler için ise şöyle dedi:
“İnanın bu dönemde herhangi bir vatandaşımızın Cumhurbaşkanı adayı olup olmamasıyla alakalı etnik, mezhebi, dini inançlarıyla ilgili konuları gündeme getirmekten ben hicap duyarım. Bugünün Türkiye’sinde bunlar artık gündem olmamalı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysa, eğer eşit vatandaşlık esassa bunların tartışma konusu bile yapılmaması lazım.”
Babacan’a bu konuda halkta bir hassasiyet olduğu hatırlatılınca verdiği cevap da önemliydi:
“Tabii siyasetçiler tabanı önemser ama ideal hedefleri olmalı siyasetçilerin. O ideal hedefler doğrultusunda politika, söylem üretmeleri gerekir. Yoksa aksi popülizm olur. Bugün siyasetçi çıkıp da bir siyasetçinin vay efendim kökeni şudur da mezhebi şudur da bu çok ucuz siyaset. Artık Türkiye Cumhuriyeti’nin bu aşamayı geçmiş olması lazım.”
Siyasetin işi sadece dalgaların üzerinde sörf yapmak ya da dalgalara uyum sağlamak değil bazen de dalgakıran olmak.
Dünyadaki popülizm çağında, bir de yüzde 50 artı 1 alanın her şeyi aldığı Türkiye’deki bu ittifaklar sisteminde siyasetçiler bunu unutmuş gözüküyor.
Mesela mülteciler konusunda anketlerde halkın tepkisini gören siyasetçiler ya sessiz kalıyor ya da dalgaların üstünde sörf yapmaya çalışıyor. Halbuki mesela Türkiye’de çözüm süreci halkın talebiyle değil, siyasetin topluma öncülük etmesiyle yapılmıştı.
Herkese seslenmeye çalışmak, çoğunlukla hiç kimseye seslenememekle sonuçlanabilir.
Özellikle yeni partilerin kendi doğrularında diretmek ve bunun için mücadele etmek gibi bir lüksleri var.
(Hollanda’da Sidrig Kaag tecrübesi bunun başarılı bir örneği
https://serbestiyet.com/yazarlar/sigrid-kaagin-ilham-verici-secim-basarisi-54321/)
Babacan’ın kafasında DEVA’ya biçtiği rolle muhaliflerin DEVA’ya biçtiği rol arasında bir fark olduğu anlaşılıyor. Babacan, DEVA’yı bir seçimlik AK Parti iktidarını devirmek için kurulmuş bir parti olarak görmüyor, bunun bir maraton olduğunu düşünüyor, kimsenin üzerinde konuşmadığı 2024 yerel seçimlerinde partisinin iddiasından bahsediyor.
Her ne kadar seçimlere kendi logolarıyla gireceklerini açıklasa da altılı ittifaka gönülden bağlı olduğu anlaşılıyor. Röportajında defalarca bunun altını çizdi.
Fakat Gelecek Partisi ile DEVA arasındaki doğal bağları yok sayması ve bu sorudan sıkıldığını göstermesi pek gerçekçi değildi.
İki parti arasında bir ara SHP ve DSP arasındaki gerilime benzeyen, içindekiler için çok anlamlı ama dışarıdan bakanlar için pek de anlamlı olmayan farklar var.
Özellikle de AK Parti’den bu partilere doğru göz ucuyla bakan seçmenler için bu farkların pek bir anlamı yok, hatta bu ayrılık bir zayıflık olarak görünüyor.
Babacan’ın dediği gibi bu bir maraton, bu maratonda kimin kiminle yolunun kesişeceği hiç belli olmayabilir.
Bu arada birkaç cümle de Antep için söylemek gerek. Türkiye’de her gittiğinde güzelleşen, toparlanan bir şehir bulmak kolay değil. Antep, öyle bir şehir. Tarihi Antep ayağa kaldırılmış, şehir merkezi tabela teröründen kurtarılmış, şehir parklarla yeşillenmiş, caddelere asılan renkli lambalara bile bir kadının elinin değdiği çok açık. Belediye başkanı Fatma Şahin’in hakkının teslim edilmesi gerekiyor. En kalabalık Suriyeli nüfuslarından birinin yaşadığı, Ümit Özdağ’ın eski seçim bölgesi Antep’te bu durumundan şikayetler var ama şehir aynı zamanda başarılı bir entegrasyon örneği. Ama yerli turistlerin favori durağı haline gelmiş, sokakları ve lokantaları hala kalabalık Antep’te baklavanın kilosu 200 TL’den başlıyor. Enflasyona rağmen hayır denemeyecek baklava ve kebap dışında, şehrin her yerinde karşınıza çıkan estetik, sevimli küçük tarihi camilere ve serin çarşılara muhakkak özel bir vakit ayırın.