Milattan sonra 305 yılı. Roma’da Hristiyanlık gizlice ve hızla yayılırken, Romalıların Hristiyanlara baskıları da artmaktadır. Giragos, Konyalı dul bir kadın olan Hugida’nın üç yaşındaki oğludur. Hristiyan olan annesi baskılardan kaçmak için Giragos’u alıp Tarsus’a göç eder. Ama orada da huzur bulamazlar. Yakalanıp mahkemeye çıkarılırlar. Mahkemede işkencelere rağmen imanından vazgeçmeyen annesine yapılanları gören küçük Giragos, onu yanına çağırıp güzel sözlerle ikna etmeye çalışan yargıca annesinin mahkemede söylediklerini tekrar eder: “Hristiyan'ım ve Rab İsa’ya tapıyorum”
Yargıç çok öfkelenir, çocuğu tutup merdivenden aşağı atar. Başını taşa çarpan küçük Giragos orada ölür.
Hristiyanlık Roma’nın resmi dini olduktan sonra kilise tarafından annesiyle birlikte aziz ilan edilir. Ve bu aziz çocuk anısına çok sayıda kilise açılır.
Diyarbakır Sur’da Hançepek ya da meşhur adıyla Gavur Mahallesi’ndeki 16. yüzyılda inşa edilmiş Surp Giragos Ermeni Kilisesi, inandıkları uğruna mahkemede öldürülmüş bu çocuk azizin adını taşıyor.
Beş horanlı (yani mihraplı) kilise Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi.
Sadece otoriteye isyan, zorunlu göç, hukuksuz bir mahkeme, genç bir ölümden gelen adı dışında, başına gelenler de Diyarbakır’ın kaderiyle örtüşüyor.
1881 yılında yangınla kül olunca, Şeyhulislam’dan alınan fetvayla yeniden inşasına izin verilmiş.
Birinci Dünya Savaşı’nda Alman askerlerine ev sahipliği yapmış. (Hatta restorasyon sırasında bile Alman askerlerin şapkaları bulunmuş.) 1913’de yıldırım düşen çan kulesi yıkılınca, yerine çok büyük ve görkemli yeni bir çan kulesi inşa edilmiş. Şehirdeki bütün minarelerden yüksek bir kuleymiş bu.
24 Nisan 1915’de başlayan tehcirden sonra önce cemaatini, bir yıl sonra da askerlerin bir kilise için fazla görkemli bulup top atışıyla yıktığı çan kulesini kaybetmiş.
Cumhuriyetin ilanıyla Ermeniler sürüldükleri yerlerden memleketleri Diyarbakır’a meşhur Gavur Mahallesi’ne dönmeye başlamışlar. Ama görkemli kilise 1959’a kadar askeri depo, Sümerbank bez deposu olarak kullanılmış.
1950’den itibaren seçimlerde Ermeni cemaatinin de desteğini alan DP iktidarının son yılında, Ermeni cemaati kiliseyi Menderes’ten istemiş.
Cemaatten Yassıada’da birlikte gidip yargılanacağı milletvekilleri de olan Menderes de kiliseyi esas sahiplerine teslim etmiş.
Uzun yıllar Diyarbakır’daki kalabalık Ermeni cemaatinin özel günlerde yer bulmak için geceden sabahladığı hayatın merkezi olmuş kilise.
Sonra 1964 kararnamesi, 1974 Kıbrıs harekatı, ASALA ile artan gerilimlerle birlikte gelen göçle cemaati neredeyse kalmayan kilisenin 1980’lerden itibaren ahşap tavanı çökmüş ve kilise bir harabeye dönmüş.
Onu bu uykusundan 2011 yılında Ermenistan açılımı, demokratikleşme reformlarıyla değişen havayla birlikte dünyadaki Ermeni cemaatinden toplanan paralar ve Diyarbakır’ın belediye başkanı Osman Baydemir’in desteği uyandırmış. Kilise törenlerle açılmış, en iyi restorasyon ödülleri almış.
Çözüm sürecinde yıkılmış çan kulesi tekrar yerine konulmuş.
Tam yan komşusu dört ayaklı minareden yükselen ezan sesleri ile uyum içinde çan sesleri yükselmeye başlamış ki hendek olayları patlak vermiş.
Kurşunlar, bombalar cami, minare, kilise dinlememiş. Dört yıllık restorasyonla ayağa kalkmış Surp Giragos da tekrar kullanılmaz hale gelmiş.
Kilise vakfı çalmadığı kapı bırakmamış. Nihayet 2019 yılında kilisenin restorasyonunun maliyetini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile birlikte üstlenmiş.
Neyse ki On Gözlü Köprü başta olmak üzere Diyarbakır’daki tarihi eserleri ayağa kaldıran mimar Zülfikar Halefoğlu’na emanet edilen kilisenin restorasyonu, hemen karşısında hendek olayları sırasında yıkılan tarihi evlerin yerine bakanlığın yaptırdığı beyaz badanalı toplu konutlara benzememiş.
Surp Giragos bir kez daha 8 Mayıs günü kapılarını Ermeni patriğinin ve bakanların katılacağı bir törenle açacak.
Ermenistan’la değişen atmosfer olmasaydı muhtemelen böyle bir açılış da olmazdı.
Zaten Diyarbakır, Türkiye’de değişen siyasi iklimin mevsim normallerinin üzerinde hissedildiği bir şehir.
Türkiye’de siyasi iklimlerin değişiminin habercisi olan ilk cemreler de genelde Diyarbakır’a düşüyor.
Şehrin gökkubbesinde pek çok öncü söz hoş bir nida olarak kalmış.
İlk akla gelenler 1991’de Başbakan Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz”, 1999’da Mesut Yılmaz’ın “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer”, 2005’de Erdoğan’ın “Kürt sorunu benim sorunum”, 2013’de Newroz mitinglerinde silahlı mücadele devrinin bittiğinin ilanı ve son olarak 2022’de Kılıçdaroğlu’nun “Demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözü.
O yüzden özellikle son 20 yılda yüzlerce Kürt sorunu ve çözüm başlıklı toplantıya ev sahipliği yapmış Diyarbakır, içinde Kürt sorunu, barış, çözüm geçen cümle yorgunu.
10 yıldır barış çözümleri üzerine çalışan Demokratik Gelişim Enstitüsü'nün (DPI), Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) ile birlikte Diyarbakır’da düzenlediği yuvarlak masa toplantısı o yüzden en baştan başlığıyla kulakların açılmasını sağladı:
“Türkiye’de Barışın Kâr Payını Haritalandırmak: Barışın Alt Yapısı Olarak Ortak Ekonomik Çıkarlar”
Başlığın bir zamanlar ısrarla “Kürt sorunu yok, sorun ekonomik” diyen inkarcıların tezleriyle bir ilgisi yok.
Ama konu seçimi meselenin lügatçesinin değişmeye başladığının bir işareti.
Toplantıya gösterilen ilgi de artık sorunun “analar ağlamasın” yerine daha soğukkanlı bir rasyonaliteyle konuşulmasının zamanının geldiğini gösteriyor.
Yuvarlak masada konuşan ekonomist İzzet Akyol daha önce kimsenin girişmediği bir işe soyunup şiddetin ekonomik bilançosunu çıkarmış.
Buna göre 1985-2021 Türkiye ekonomisinin toplam büyüklüğü 23 trilyon dolar. 35 yıl Kürt meselesindeki çatışmalarla buhar olan kaynak 229 milyar dolar. Her yıl bu yüzde 1'lik kaynak buhar olmasa, 4.5 trilyon dolar daha büyük ekonomi olacaktı. Milli gelir %35 daha yüksek olacaktı.
Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı'ndan (BAYETAV) Dr. Cuma Çiçek ise coğrafi varlığını iddia etmenin bile gözaltı nedeni olduğu Kürdistan’ın ekonomik parametreler ortaya konduğu zaman Türkiye haritasında sosyo-ekonomik bir gerçeklik olarak kendiliğinden ortaya çıktığını söyledi.
Fakat bölge Türkiye’nin gerisinde kalsa, yavaş ilerlese ve son krizle bu ilerleme de sekteye uğrasa da ekonomik gelişme Diyarbakır’da oyunun kurallarını değiştiren gerçek bir king-maker.
Şehirde 70’in üstünde özel okul var. Artık Diyarbakır’ın buluşma merkezi şehre gelen gazetecilerin nabız tutmaktan yorgun düşürdüğü Ulucami etrafındaki çay ocakları değil, adını caddenin 75 metrelik eninden alan 75 Cadde’deki şık restoran ve kafeler.
Caddenin resmi adı ise Mahabad. 1946’da İran’da kurulan ve bir yıl dayanan Kürt devleti Mahabad Cumhuriyeti’nden geliyor.
Tabela değiştirmekten hoşlanan kayyımlar bu iddialı ada dokunmamış.
Ama dokuz kilometreyi bulan cadde zaten bu adın içindeki nostalji, trajedi ve siyasi davadan epey uzaktaki canlı bir hayatın merkezi bugün.
Caddenin bu hale gelmesinin kredisini herkes yurtdışına giderek hapisten kurtulan HDP’li eski Kayapınar Belediye başkanı Zülküf Karatekin’e veriyor.
2009’daki meşhur kelepçe fotoğrafındaki siyasetçilerden biriydi Karatekin.
Cadde 500 yıllık Şeyh Sadeddin Cübbavi Örfizade Eş Şeyh Es Seyyid El Hüseyni El Amidi Abdurrahman Bin Numan Vakfı’na ait araziler üzerine kurulmuş. Adından anlaşılacağı gibi bir tarikat silsilesine ait vakıf, Orfioğlu Vakfı olarak biliniyor. Vakfın mirasçıları arsaları imara açarken açgözlülük yapmamış, belediye da vakfın hassasiyetine dikkat ederek ODTÜ’den mimar akademisyenler getirip projesini çizdirmiş.
Ve sonuçta ortaya Türkiye’nin başka şehrinde göremeyeceğiniz estetik standartlara sahip, hepsi aynı boyda olan, aralarında geniş aralıklar ve yeşil alanlar bırakılmış lüks apartman sitelerinin dokuz kilometre boyunca sağlı sollu sıralandığı bir cadde çıkmış.
Sitelerdeki yüksek tavanlı ve geniş dairelerin son fiyatları iki-üç milyon arasında değişiyor.
Apartmanların altında ise caddede yol boyu yine ancak Bağdat Caddesi’nde ya da Ankara Çukurambar’da göreceğiniz ünlü markalar ve yerel markalara ait çok şık restoranlar, cafeler, kahveciler, tatlıcılar sıralanıyor.
İftar sonrası tıklım tıklım dolan üçüncü nesil kahvecilerde oturanlar arada bir üstlerinden gürültüyle geçen jetlerin seslerine aldırış etmeden San Sebastian kekleriyle, kahvelerini yudumlamaya devam ediyorlar.
O jetlerin gittiği Pençe Operasyonu şehrin pek de ilgisini çekmiş görünmüyor.
Zaten Kürt meselesinde uzun süredir tartışmaların odağı şiddet değil siyaset, PKK değil HDP, Öcalan değil, Demirtaş.
Şehrin elitleri artık Rojava’dan çok Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin adayını, CHP’nin ya da DEVA’nın şehirden kimi aday göstereceğini ve tabii hapishaneden Demirtaş’ın gönderdiği mesajları konuşuyor.
Hayat kendi çözüm sürecine devam ediyor Diyarbakır’da.
Diyarbakır merkezli Rawest, anadilde eğitim gibi Kürtlerin taleplerine olan desteğin ve Kürt milliyetçiliğinin yükseldiğini gösteriyor.
Ama artık şiddet hayatı felç eden, Kürt sorunun çözümü en acil kısmı değil artık.
Kürt sorunu artık daha komplike sorunlar demek; Belediyelere şube müdürlerini bile şehir dışından bulup atayan kayyımlar, en son işadamlarına dönük yeni bir gözaltı dalgasının olduğu hukuki standartları düşük davalar, devlete iş alımlarında Kürtlerin ayrımcılık gördüğü yolunda yaygın kanaatler artık.
Bu arada Diyarbakırlıların çoğunun şehrin Rizeli valisi Münir Karaloğlu’nu diğer kayyımlar sınıfına sokmadıklarını da söylemek gerek. Karaloğlu, şehirle iyi ilişkiler kurmuş, Kürt kimliğine saygılı, belediye başkanı vekili sıfatını mümkün mertebe kullanmayan, iş yapan bir vali olarak iyi intibalar yaratmış.
Ama şehrin ekonomisi valiliğin yatırımlarıyla düzelmeyecek kadar bozuk.
Çünkü Diyarbakır artık vergi rekortmenleri listesinde en üst sıralarda sadece müteahhitlerin olduğu bir şehir değil. Artık bütün dünyaya pijamadan çikolataya kendi ürettiği ürünleri ihraç eden bir şehir.
Ekonomik sorunlar sadece şehrin yoksul semtlerini değil, çözüm süreciyle motive olmuş girişimcileri de vurmuş.
2016’dan bu yana Hevsel Bahçesi markasıyla bölgeden tarım ve gıda ürünlerini tüm Türkiye’ye gönderen eski gazeteci Şehadet Çitil de onlardan biri.
Hendek olaylarından sonra döndüğü Diyarbakır’da Sur’da açtığı Hevsel Bahçesi artık Türkiye’de tanınan bir marka.
Ama enflasyonu fırsatçılara yıkan iktidar medyasının çizdiği profilin tam zıddı Şehadet.
Çünkü eli bir türlü ürünlerine zam yapmaya gitmemiş.
Hatta dostları, arkadaşları onu uyarmasa artan maliyetlere rağmen zam yapmadan zarar ederek devam edecekmiş.
Ama artık girdi fiyatları dayanılmaz bir hale gelmiş.
Ürünleri koyduğu kutuları bantladığı koli bandının tanesi bile 3,5 liradan 13 liraya çıkmış.
Artık rakamlar öyle bir hale gelmiş ki 2021 yılında Temmuz-Ağustos ayında yaptığı salçaların kilogram başına maliyeti, bir kilogram salçayı doldurduğu bidondan daha düşük kalmış.
Yine pek çok ürünün konup satıldığı cam kavanoz fiyatları, kavanoz başına 1,25 liradan 6 lira bandına yükselmiş.
Cam kavanoz bulunsa da kargoya koyarken kırılmasın diye ona sarılan pıtpıtlı ambalajın balyası 350-450 TL’den 1100-1200 TL olmuş.
2021 bahar aylarında 5000 adet farklı ebatlarda yaptırdığı karton kolilere 17,500 lira vermişken, Aralık ayında 75 bin TL vermiş.
O yüzden artık bazı ürünleri listeden çıkarmış.
Mesela un fiyatları yüzünden en çok rağbet gören Diyarbakır çörekleri listeden çıkmış.
Üreticiler de aynı durumdalarmış.
5 yıldır Hevsel Bahçesi için Derik zeytini üreten aile bu sene zeytinlerini toplamama kararı almış.
Zira Nisan sonu başlayacak olan zeytin bahçesi sulama işleminde geçen yıllarda gelen aylık ortalama 2000 lira elektrik faturası, bu sene aylık ortalama 8000 lira bandında.
Yani ekime kadar uzayan bir sezon için bu ortalama 40 bin lira elektrik parası demek.
Derik'teki birçok zeytin bahçesi sahibi aynı durumdaymış. Hatta artan fiyatları öngören bahçe sahiplerinden bazıları zeytin ağaçlarını kesmişler. Boşalan arazilere düğün salonu, kafe veya ev yapılmış. Aileler de Batı illerime çalışmaya gitmişler.
Bütün bölgenin morali bozulan ekonomiyle bozulmuş durumda.
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası başkanı Mehmet Kaya, evsahipliği yaptığı toplantıyı şehrin ekonomik şikayetlerini özetleyen bir espriyle kapattı:
“Keşke 90’larda ‘Kürt sorunu ekonomik sorun’ diyenlerin dediklerini kabul etseydik.”
DPI VE DTSO’nun ortak toplantısının yapıldığı Divan Hotel’de aynı anda şehri ziyaret eden DEVA Partisi lideri Ali Babacan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da misafirdi.
Bundan altı yıl öncesine kadar çözüm sürecini yürüten aynı kabinede yer alan bakanlardan Babacan Dağkapı meydanında halka açık kalabalık bir iftardan sonra Ulucami’de teravih kıldı, çıkışında halkın ekonomiden şikayetlerini dinledi, 75 Cadde’de gençlerle buluştu, bir köyde melelerle görüştü.
Bakan Soylu’yu ise şehirde sınırlı sayıda insan ancak kapalı salonlarda görebildi.
İki ziyaretin içeriği son altı yılda Türkiye’deki değişimin de özeti gibiydi.
8 Mayıs’ta Diyarbakır’a Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin açılışı için Ankara’dan yine bakanlar gelecek.
Bu yaptıkları hayır işini tamamına erdirmek isterlerse yanlarına az sayıda güvenlik alarak birkaç saatlerini Ulucami önünde ve 75 Cadde’de geçirmeleri tavsiye edilir.
Halkın bazı söyleyecekleri olabilir…