Bu tarz soruları hepimizin zihni çok uzun yıllar daha rahmetli Kenan Işık’ın sesiyle duyacak.
Eğer o yarışmada böyle bir soru sorsaydı herhalde yarışmacının kafası biraz karışırdı.
Mısır? Suudi Arabistan? Yanlış cevap.
Aa evet “tabii ki İsrail, son kararım” diyip gururla kazanmayı bekleyenleri de ayıplayamayız.
Evet, İsrail’in de çok fazla lideri Filistin’de savaştı.
Üstelik bir kısmı asker bir kısmı ise terörist olarak.
İsrail’in kurucusu ve ilk Başbakanı David Ben-Gurion, Osmanlı vatandaşı olarak doğmuş, İstanbul Üniversitesi’nde hukuk okumuş ama 1918’de İngiliz Ordusu’nun Yahudi taburlarında Filistin Cephesi’nde Osmanlı ordusuna yani Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak isimlere karşı savaşmıştı.
İkinci Başbakanı Moshe Sharett de benzer bir hikayeye sahipti. Osmanlı vatandaşıydı, İstanbul’da Hukuk okumuştu ama savaşın tam tersi cephesinde yer almış, Osmanlı ordusunda Filistin cephesinde tercümanlık yapmıştı.
Ama onlardan sonraki kuşağın askeri kariyeri teröristlikti.
İsrail’in üçüncü Başbakanı Yigal Allon, silahlı Yahudi örgütü Haganah’ın kurucuları arasındaydı.
Dördüncü Başbakan Golda Meir, askeri faaliyetlere katılmasa da silahlı örgütlerle ilişkisi yüzünden İngiliz manda yönetimi tarafından tutuklanmıştı.
Beşinci Başbakan İzak Rabin, Filistin köylerine saldırıp, onları göçe zorlayan silahlı Palmach örgütünün komando birimi olan Yishuv’un mensubuydu.
Altıncı Başbakan Menachim Begin, Haganah’tan kopan Irgun adlı terör örgütünün kurucusuydu ve 1931’de 91 kişinin öldüğü Kudüs’teki King David Oteli’nin bombalanmasının talimatını verenlerden biriydi.
Örgütü Irgun ve ondan kopanların kurduğu Lehi, 1948’de Der Yasin Köyü’nde 250 Filistinli köylüyü katletmişti.
İsrail’in yedinci başbakanı Yitzhak Şamir, bu Lehi örgütünün kurucusuydu. Katliamdan bizzat sorumluydu.
Fakat yine de doğru cevap İsrail deği. Çünkü İsrail Cumhurbaşkanları daha düşük profilli, çoğunlukla sivil kariyerden gelmiş profiller.
Peki o halde doğru cevap ne?
Türkiye.
İlk beş Cumhurbaşkanı’ndan dördü Filistin’de hatta Gazze’de savaşmış dünyadaki tek ülke Türkiye.
Mustafa Kemal Atatürk, Yedinci Ordu Komutanlığı görevini 1 Eylül 1918’de Nablus’ta teslim almış, Gazze ve Filistin cephesinde İngilizlerle savaşmıştı.
Atatürk, 1918’de Gazze yakınlarında (Kaynak Mesut Uyar /Twitter)
Sonra Yıldırım Ordu Komutanı olarak bütün Filistin Cephesi’ni komuta etmişti.
İkinci Cumhurbaşkanı Albay İsmet Bey, 3. Kolordu Komutanı olarak 1917’de bizzat Gazze’de Birüssebi Savaşı’nda İngiliz ordusuna karşı savaşıp, Gazze’yi müdafa etmişti.
Dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel topçu asteğmen olarak 1918’de Gazze’de savaşıp esir düşmüştü.
Beşinci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da yine asteğmen olarak Filistin Cephesi’nde savaşıp, Batı Şeria’da İngilizlere esir düşmüştü.
Türkiye için o yüzden Filistin, uzaklardaki bir dış mesele olarak kalmadı.
Bugün eğer dünyanın İsrail gibi meselesi varsa bunun sebebi 1947 yılında Filistin’in taksimine ve İsrail
Devleti’nin kurulmasına karşı Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamaydı.
Türkiye, BM’nin taze üyelerinden biriydi.
Ve savaşın kazananlar cephesinde, Batı ittifakının yanında olmaya çalışan bir ülke olmasına rağmen CHP tek parti iktidarının yönettiği Türkiye o oylamada red oyu veren 13 ülkeden biri oldu.
Çoğu İsrail lobisi tarafından parayla satın alınmış Latin Amerika ülkeleri olmak üzere 33 ülkenin onayıyla geçen kararla İsrail’in 1948’de kurulmasının önü açılmıştı.
Daha sonra kurulan uzlaştırma komitesinde de Türkiye yer aldı. Komitenin başkanı İsveçli diplomat Bernadotte, Yahudi terör örgütü Lehi tarafından öldürülünce uzlaşma çabaları boşa düştü.
Ama Türkiye, 1948’de ilan edildikten sonra da İsrail’i tanımama politikasını sürdürdü.
Hatta patlak veren Arap-İsrail savaşında Arapların ağır bir yenilgi alması üzerine kurulan barış komitesine ABD ve Fransa’yla birlikte Araplara yakın ülke olarak Türkiye de seçilmişti.
Daha sonra İsrail’in Arap ülkelerine karşı mutlak galibiyeti, Türkiye’nin Batı ittifakı içinde kalma ve kurulmakta olan NATO’ya dahil olma çabaları nedeniyle 1949’da Türkiye İsrail’i tanıyan ilk İslam ülkesi oldu.
Kararın altında imzası olan Başbakan Şemseddin Günaltay bir İslam tarihi profesörüydü.
7 yıl sonra Türkiye, 1956’da İsrail’le Mısır ve Arap devletleri arasındaki Süveyş Kanalı savaşından sonra bir kere daha İsrail’le ilişkilerini maslahatgüzarlık seviyesine düşürdü.
İki yıl sonra 28 Ağustos 1958 günü İsrail'in El Al Havayolları'na ait bir uçak teknik arıza nedeniyle Yeşilköy Havalimanı kulesinden zorunlu iniş için izin istedi.
Ambulanslar, itfaiyeler uçağın ineceği yere doğru hareket ettiler. Dönemin gazetelerinde küçük bir haber olarak yer alan o uçağın sırrı 30 yıl sonra ortaya çıktı.
Uçak Başbakan Menderes'le gizli bir görüşme için Türkiye'ye gelen İsrail Cumhurbaşkanı Ben Gurion ve Dışişleri Bakanı Golda Meir'ı taşıyordu, acil iniş de Menderes kamuoyu baskısından çekindiği için senaryonun gereği olarak düşünülmüştü.
Bir ambulansın içinde havaalanından çıkarılan İsrail Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı Ankara’ya götürülmüştü.
Ben Gurion Türkiye ile ilişkileri hakkında daha sonra şöyle diyecekti: “Türkiye bize metres gibi davranıyor. Halbuki evlendik, evliliğimizi bir türlü açıklamıyor.”
Türkiye’nin başbakanı İsrail tarihinin en ılımlı ve solcu Başbakanı’nı bile herkesin gözü önünde misafir etmek istememişti.
1967'deki Arap-İsrail Savaşı sırasında da Türkiye açıkça Filistinlilerin yanında yer aldı. Savaş sırasında Türkiye, ABD'nin İsrail'e ikmal için Türk hava üslerini kullanmasına izin vermedi.
Türkiye, üç yıl önce Münih’te İsrail kafilesini öldüren, uçak kaçıran bütün dünyada terör listelerinde olan Filistin Kurtuluş Örgütü'nü 1975’de tanıdı.
FKÖ 1979'da Ankara'da temsilcilik açtı ve bu açılışa da Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat geldi.
Bugün Hamas lideri neyse, o gün de Arafat oydu.
Bu sırada dünyada terör listelerinde yer alan Leyla Halid gibi isimler Türkiye de kahraman olarak görülüyordu.
İsrail’in Kudüs’ü 1980 yılında başkent olarak ilan etmesinin ardından da en sert tepkilerden birini Türkiye verdi.
İsrail’in Kudüs’ü ebedi başkent ilan etme kararını protesto için en büyük mitinglerden biri 6 Eylül 1980 günü Konya’da Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın liderliğinde düzenlenen Kudüs’ü Kurtarma Mitingi’ydi.
Mitingden bir hafta sonra 12 Eylül darbesi oldu.
Darbeye gösterilen gerekçelerden biri, hatta darbenin iki numaralı ismi Orgeneral Haydar Saltık’ın ifadesiyle “bardağı taşıran gelişme” Konya’daki bu Kudüs Mitingi ve mitingin bir “şeriat gösterisine” dönmesiydi.
Ama aynı darbeciler, 30 Kasım 1980’de radikal bir karar aldılar ve İsrail’in Kudüs’ü ebedi başkent ilan etmesini protesto için ilişkileri İkinci katip seviyesine kadar düşürdüler.
Bu Türkiye ile İsrail arasında tarihteki en düşük ilişki düzeyiydi.
Cumhurbaşkanı Evren, daha sonra Arap ülkelerini ziyaret turuna çıkmış, her gittiği durakta, İsrail’i kınamış, Kudüs’ün “bir Arap ve İslam şehrini olduğunu” söylemiş, hatta Kuveyt ziyaretinde “Ortadoğu’daki istikrarsızlığın kaynağı İsrail” diyerek çıtayı biraz daha yukarı çıkarmıştı.
Bu çizgi iktidar değişiklerine rağmen değişmedi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin İsrail’i ziyaret eden ilk başbakanı 1994’de Tansu Çiller oldu.
Sonra 2009 Davos Krizi’ne kadarki dönemde Türkiye-İsrail ilişkileri tarihinin en yakın ilişkileri oldu.
Sonrası zaten malum.
Türkiye ile İsrail ilişkileri iki ülke arasındaki sorunlar nedeniyle değil, her zaman Filistin yüzünden bozuldu.
İsrail’in Filistin’deki intifadayı kanlı bastırması, Batı Şeria ve Gazze’deki katliamları her zaman Türkiye’de birinci haber oldu, hükümetler tarafından kınandı.
Yani bugün İsrail’e ilk kez tavır alınıyormuş gibi davranmak bu tarihi bilmemek demek.
Türkiye zaten hep böyleydi. Hep Filistin’in yanındaydı. Dün bu Arafat oldu, bugün El Fetih’ten geriye prostat sorunları yaşayan yaşlı adamlar dışında pek bir şey kalmadığı için bugün Hamas.
Bu tarihte esas marjinal olan, Türkiye gibi bir ülkede yaşayıp Filistinlilere karşı İsrail’i tutanlardır.
Dört Cumhurbaşkanımız neyse ki bunu görmediler.