Dedektif X Bir, Lozan’ın gizli maddelerinin peşinde…

Yıldıray Oğur

2023 yılına girdik. Bu yıl sadece seçim yılı, Cumhuriyet’in 100. yılı değil. Lozan Anlaşması’nın da 100. yılı.

Yani Türkiye’nin inananı çok en popüler komplo teorisinin de yıllardır beklediği tarihi an gelip çattı.

Meşhur teori bilmeyenler için özetle:

1923 tarihli Lozan Anlaşması 100 yıl müddetli bir anlaşmaydı. Anlaşma 2023 yılında geçersiz hale gelecek. Anlaşmanın açıklananlar dışında gizli protokolleri de vardı. Ve bu gizli maddelerle Türkiye’nin eli kolu bağlanmış, kendi madenlerini bile çıkarma hakkı elinden alınmıştı. Ama 100 yıl sonra anlaşma geçerliliğini kaybedeceği için 2023 yılında bu prangalardan kurtulup gerçek bir bağımsız devlet haline geleceğiz ve üzerine taş dökülmüş petrol ve bor madenlerimizi çıkararak yeniden büyük bir güç olacağız.

Bazılarına göre anlaşmanın geçerliliğini kaybedeceği tarih 1 Ocak 2023 değil, anlaşmanın imzalandığı 24 Temmuz 2023. Bazılarına göre ise Meclis’te kabul edilip yürürlüğe girdiği 4 Ağustos 2023.

1 Ocak itibarıyla topraktan petrol çıkmamasından şüpheye düşenleri teskin için anlaşmanın hükümsüz hale gelmesinin miladı seçimden sonraya bırakılıyor olabilir.

Aslında Lozan’ın gizli maddeleri iddiası hiçbir zaman resmi bir AK Parti söylemi olmadı.

Cumhurbaşkanı, Lozan’da rahatsızlığını birkaç kez bildirdi ama gizli maddelerden hiç bahsetmedi. Hatta CİMER, gelen bir soruya cevap verdi ve Lozan’ın gizli maddeleri olmadığını söyledi.

Peki, o halde şehir efsanesi gibi yayılmış Lozan’ın gizli maddeleri olduğu iddiasının kaynağı ne?

Genelde zannedildiği gibi Lozan’ın gizli maddeleri meselesinin mucidi Kadir Mısıroğlu değildi.

Mısıroğlu, “Lozan: Zafer mi? Hezimet mi?” adlı meşhur kitabında Lozan’ın zafer değil, hezimet olduğunu iddia eder ama bu kitapta Lozan’ın gizli maddelerinden bahsedilmez.

Hatta hayattayken bu soru ona sorulduğunda “Lozan’ın gizli maddeleri yoktur, müddetli değildir” de demişti.

https://twitter.com/kadirmisiroglu/status/757325706011504640?lang=tr

Aslında Lozan ile ilgili şüphelerin kaynağı Lozan Anlaşması müzakereleri sürerken Birinci Meclis’te yaşanan tartışmalara kadar uzanıyor.

Anlaşma görüşülürken Türkiye’de Meclis Hükümeti sistemi vardı ve mebuslar hükümet üzerinde çok etkiliydi.

Birinci Meclis’teki muhalif İkinci Grup, Lozan’da Türkiye’nin çıkarlarının hükümet tarafından yeterince korunmadığını düşünüyordu. Masadaki önerilerin tercüme edilip kendilerine dağıtılmasını, her komisyondaki temsilcinin Meclis’e bilgi vermesini istemişler, epey bir gürültü patırtıdan sonra bu taleplerin hepsi karşılanmıştı.

Ama Meclis’in gizli celselerinde…

Lozan ile ilgili Meclis’te çeşitli zamanlarda 9 gizli görüşme yapılmıştı. Görüşmeler o kadar çetin geçmişti ki Başbakan olan Rauf Bey, eleştirilere cevap verdikten sonra “beş gündür Meclis görüşmelerindeyim, Hükümet devlet işlerine vakit bulamıyor, kararsızlıkla geçecek her zaman tehlikeler yaratmaya müsait”tir diyerek mebuslardan aman dilemişti.

Ama ne daha sonra yayınlanan Meclis’in Lozan gizli celse zabıtlarında, ne dönemin aktörlerinin hatıratlarında, ne de gazete haberlerinin hiçbirinde Lozan ile daha sonraki devrimler arasında ilişki kuran, anlaşmanın süresinin 100 yıl sonra dolacağını ve gizli maddeleri olduğunu söyleyen kimse olmamıştı.

Peki ilk olarak hangi tarihte ve ilk kez kim tarafından bu iddialar dile getirilmişti?

İlk kaynağın kim olduğu sorusuna ikincil kaynaklardan gitmeye çalışalım.

“Lozan’ın gizli maddeleri”ni son 30 yılda en sık yazan isim Mehmet Şevki Eygi’ydi.

Galatasaray Liseli, şehirli bir dindar entelektüel olan Eygi, aynı zamanda Türkiye yakın tarihinin en önde gelen anti-komünist, antisemitik ve mason karşıtlarından biriydi.

Zaten ona göre Lozan’ın gizli maddelerinin arkasında da Yahudiler vardı:

“Lozan’ın mimarı kimdir? Herkes bu mimarın İsmet Paşa olduğunu zanneder. Hayır, Lozan’ın mimarı Hahambaşı Hayim Nahum’dur. Dr. Rıza Nur Hatıralarında Hahambaşı’dan pek de olumlu olmayan satırlarla bahseder. Lozan müzakereleri ikiye ayrılır: Birinci bölümde başta İsmet Paşa olmak üzere Türk delegasyonu sömürgeci ve emperyalist düvel-i muazzamaya İslâm konusunda, millî kimlik konusunda fıkıh ve Şeriat konusunda tâviz vermez. Lozan müzakerelerinin bu bölümünün bende Fransızca zabıtları var, İsmet Paşa Şeriatı, İslâm hukukunu sâdıkane bir şekilde müdafaa ediyor; ecnebilerin hakları ve güvenliği İslâm hukuku tarafından garanti altına alınmıştır diyor. Sonra müzakereler neticeye ulaşmaz, delegasyon Türkiye ye döner... Lozan’ın ikinci perdesi bundan sonra başlar. Hahambaşı Hayim Nahum devreye girer, büyük devletlerin başkentlerine gider, çok gizli müzakereler yapar... Türkiye’nin Lozan resmî heyetine üye olur ve neticede bildiğimiz Lozan muahedesi (ahitleşmesi) ortaya çıkar ve imzalanır. İmzalanır ama Amerika Birleşik Devletleri bunu tasdik etmez. 1923 ten bu yana 84 yıl geçmiştir ve ABD, Lozan’ı hâlâ tanımamaktadır. Lozan imzalandığında Türkiye’nin anayasasında (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu), "devletin dini, dîn-i İslâm dır" yazılıydı. Yine Türkiye nin Dolmabahçe Sarayı nda ikâmet eden ve her hafta "Selâmlık Resm-i Âlisi" ile Cuma namazına giden bir Halifesi vardı. Medenî kanunu "Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye" idi. Hafta tatili cumaydı. Ve saire ve saire...”

Fakat bu fikirler aslında Mehmet Şevket Eygi’ye ait değildi.

Bu iddiaları ilk nerden duyduğunu 2007’de şöyle yazmıştı:

“İlk defa olarak, sanırım 1959 da merhum Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’sunda okumuştum. Bundan, uzun yıllar sonra CHP devrinde Van milletvekilliği yapmış olan merhum İbrahim Arvas "Hatıralarında" bahseder. Onun hatıraları önce küçük bir kitap şeklinde basılmıştı, daha sonra bendenize bu hatıraların ikinci kısmını müsvedde şeklinde verdi, haftalık Yeni İstiklâl de tefrika ettik. Lozan’ın Gizli Protokolleri kısmında İbrahim Bey birkaç madde halinde çok önemli ifşaatta bulunuyordu. Bunların yayınlandığı sırada durum müsait olmadığı için maalesef bu satırları basamamıştık…İki günlük gazetem battı, evrakım, arşivim tarumar oldu. İbrahim Arvas Beyin hatıratının ikinci kısmının müsveddeleri ne oldu bilmiyorum.”

Eygi’nin referans verdiği Büyük Doğu dergisindeki Lozan yazılarının doğru tarihi aslında 1959 değil, 1949.

1949 artık CHP tek parti iktidarının gevşemeye başladığı yıllardı.

Necip Fazıl, Büyük Doğu’yu yeniden haftalık olarak yayınlanmaya başlamıştı.

Anti-komünist, NATO’cu, anti-CHP bir Büyük Doğu’ydu bu.

Derginin 14 Ekim 1949 günkü sayısında iddialı bir Lozan ifşaları yazı dizisi başlamıştı.

Yazı dizisinin altında ise gizemli bir imza vardı: “Dedektif X Bir.”

Dedektif X Bir, aslında Necip Fazıl’dan başkası değildi. Davalık olabilecek Atatürk, İnönü, CHP eleştirilerini, doğrudan isimlere yönelik polemik ve ithamlarını, komünist cadı avlarını bu mahlas altında kaleme alacaktı.

Lozan yazı dizisi “dünyaca meşhur siyasi ifşalar arasında eşi bulunmayacak bir ifşaatı” vaad ederek başlamıştı.

Cevabı aranan soru şuydu:

“Bu milletin başında bulunanlar, acaba Garp dünyasına ne verdiler, ne vermeyi taahhüt ettiler ki onlar da ona madde planında, mahdut, fakat her mağlubunkinden daha ehven bir hayat hakkı vermeyi kabul ettiler?”

Arkası haftaya diye biten final de heyecanlıydı:

“O şeyin ne olduğunu ve nasıl verildiğini, tüyler ürpertici en büyük tarihi macera halinde gelecek sayımızda anlatacağım”

Yazı dizisi bir tarihçinin ya da gazetecinin araştırmasından çok, bir edebiyatçının polisiye romanına benziyordu.

“İşte” başlıklı bir hafta sonraki ikinci bölüm yine dizi film jeneriğine benzeyen “Tarihin bir mislini tanımadığı ifşanın sadece haber kısmı” spotuyla başlıyordu.

Bir girizgâhtan sonra “Müthiş bir adam birdenbire sahneye çıktı” diye ifşanın başkahramanı tanıtılmıştı:

“O zaman ki İstanbul Hahambaşısı Hayim Nahum.”

Ne yapmıştı bu Hayim Nahum? Amerika’ya gidip Türkiye lehine konferanslar vererek yani “sureti haktan görünerek” işe başlamıştı:

“İşte bu Hayim Nahum, Yahudilik genelkurmayınca idare edilen kapitalizma ve emperyalizma dünyasında Türkler lehinde vaazlar vermeğe koyularak işe Türkiyeyi müstakil hale getirdikten sonra içinden yıktırmak maksadıyla işe ilk defa Amerika’da başlamıştır”.

Konu Lozan’a ise tefrikanın ancak üçüncü bölümünde gelebildi.

Hayim Nahum “gölge gibi sinsi bir vapura binip gittiği” Amerika’dan Londra’ya geçmiş ve “nesebinin bir tarafıyla Yahudi olan Lord Kürzon’la temas etmişti.”

O günler Lozan görüşmelerinin ilk bölümünün anlaşmazlıkla sonuçlandığı günlerdi. Kilidi Nahum’un teklifi açmıştı:

“Hayim Nahum İngiliz Lorduna milyarlarca Sterling ve yüzbinlerce insan feda ederek elde edemeyecek bir kazancı basit ve bedava bir formülle takdim ediyordu: Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul ediniz, onlara ben İslamiyet temsilciliğini attırmayı kabul ve taahhüt ediyorum.”

Yazar, sanki oradaymış gibi ayrıntılar veriyordu:

“Lord Cürzon bu teklif karşısında o kadar heyecanlandı ki, bir İngiliz politikacıya yakışamayacak tarzda hislerini belli eden taşkınlıklar sergileyip tebrik için elini uzattı.”

Hayim Nahum, Londra’dan Lozan’a geçmiş ve İsmet Paşa ile buluşup sabahlara kadar müzakere etmişti.

Sonra oradan da hızlıca İstanbul’a ve sonra Ankara’ya. Tabii yine roman gibi ayrıntılarla:

“Davaya verdiği ehemmiyeti düşünün ki kendisi aile efradına çok düşkün olmasına rağmen Haydarpaşa’daki ailesine bir “Nasılsınız” bile demeden doğrudan Ankara’yı boylamıştı.”

Dedektif X Bir, öyle ayrıntılar veriyordu ki, okurlar bizzat olay mahallinde olduğunu düşünebilirdi.

Mesela İsmet Paşa ile mahiyetindeki bir zat arasındaki diyaloğu birebir aktarmıştı:

“-Yahu bu kerata bize İslami temsilciliğimizi kaldırtmak istiyor.

-Hiç olacak şey mi bu

-Ankara’ya yazdım, bakalım ne cevap verecekler.”

Sonra Ankara’da Atatürk’ün adı geçmeyen görüşmeler ve “gerisi malum.”:

“Garbın işte bu planı, bir Yahudi buluşuyla ve Türk milletinin en nazik anında hikayesini arzettiğimiz şekilde işlemiş ve sene 1923’ten itibaren sular işte bu noktadan itibaren akmaya başlamıştır. Yarının tarihçisi bu hakikati görecektir.”

Fakat Necip Fazıl işi yarının tarihçilerine bırakmadı.

6 Ekim 1950’de Lozan meselesini bir kere daha Büyük Doğu’da “Dedektif X Bir” adıyla yazdı.

Bu kez daha açıkça ve yeni diyaloglar ekleyerek.

Çünkü artık 14 Mayıs 1950’de CHP’nin tek parti iktidarı bitmiş, CHP ve İsmet İnönü hakkında istediğini yazmak artık serbest olmuştu.

Zaten Büyük Doğu’daki yazının başlığı da “İsmet Paşa ve Lozan’ın iç yüzü”ydü.

Yazının bu son ve açık halinin daha sonraki Lozan komplolarının kaynağı olduğu anlaşılıyor.

Ve tabii daha sonra çok popüler olacak Lord Curzon’un meşhur konuşmasının da…

Yazı dizisinin daha önceki bölümlerinde Hayim Nahum’a diyaloglar üreten Necip Fazıl bir adım ileri giderek Lord Curzon’a da konuşmalar üretmişti.

Daha doğrusu Necip Fazıl, “bu sözün manası şudur” diyerek Lord Curzon’a konuşma uydurduğunu bizzat kendisi yazmıştı.

Yazıdan okuyalım:

“Hep bu minval üzere devam eden ve Türk Heyetinin kafasına her defa sopayla vurmak ve gizli emelleri sezdirmekle geçen Konferans içinde Lord (Gürzon) nihayet en manidar sözünü söylüyor.

“-Türklerin hayat ve istiklaline herkes hürmetkardır. Türkiyeden istirhamım, tekrar inkişaf edebilmesi için, serbest Türkiye’nin bizimle birlikte, hulûs birliğiyle çalışmasıdır. Böyle bir Türkiye dünyanın hürmetine layık olur.”

Bu sözün mânası şudur:

“-Türkiye, İslâmî alâkasını ve İslâmî temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet minnetini kazanır; biz de kendisine dilediği istiklâli veririz!”

Aynı yazı dizisinde Dedektif X Bir olarak Necip Fazıl, İsmet İnönü’ye de altyazılar yerleştirdi, üstelik kendi uydurduğu konuşmayı “harfi harfine iktibas ettiğini” söyleyerek:

“Lozan’da Türk murahhas hey’eti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki: ‘Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden... yani an’ane-i İslâmiyetten kurtulmak’ hususunda besledikleri—yani İsmet’in beslediği—azmin inkâr edilmez delilidir. Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının, yani İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kastettiğini ve bunu hangi maksat altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz [karşılık olarak verilen şey, bedel] diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.”

Hatta İngiliz Lordlar Kamerası’ndan yine zabıtlarda olmayan, Necip Fazıl’ın edebi gücünün eseri diyaloglar da yazı dizisine eklenmişti:

“Lozan Muâhedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası’nda, ‘Türklerin istiklâlini ne için tanıdınız?’ diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevap: ‘İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.”

Dedektif X Bir’in Lozan’daki gizli paralel anlaşma ifşaatı ve Lord Curzon’a, İnönü’ye yazdığı konuşmalar bir süre sonra tarihe dönüştü ve popülerleşti.

Özellikle de Said Nursi, 50’lerde talebelerine yazdığı mektuplardan oluşan Emirdağ Lahikası’na Büyük Doğu’daki yazıyı aynen alıp, bu notla gerçekmiş gibi yayınlayınca:

“İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi…”

Peki, Dedektif X Bir’in Lozan ifşalarının ilk kaynağı Necip Fazıl olmayabilir mi? Necip Fazıl’a Lozan ile ilgili bu bilgileri kim vermişti?

İşte burada da Eygi’nin adını verdiği ikinci isme bakmak gerekiyor.

İbrahim Arvas.

Arvas, Lozan Anlaşması imzalanırken Meclis’te Van milletvekili olarak bulunuyordu.

İbrahim Arvas, Nakşi bir Kürt aileden gelmesine rağmen 1923 ile 1950 arasında kesintisiz olarak CHP’den Van ve Hakkari milletvekilliği yapmıştı.

Birinci Meclis’e de Hakkari mebusu olarak seçilmiş ama 27 yaşında olduğu için yaşının büyütülmesi gerekmiş, Meclis’in açılışına yetişmemiş, bir süre yaşadığı bölgeye kaymakam olarak atanmış ama 1923’de Lozan görüşmeleri sürerken Meclis’te yerini almış, 1950’ye kadar da olan bitene pek sesini çıkarmadan bir CHP milletvekili olarak Ankara’da yaşamıştı.

1945’den sonra özellikle CHP’nin din açılımlarında destekçi olmuş, imam hatipler ve ilahiyat fakülteleri için kanun teklifleri vermişti.

1950 seçimlerinde bile CHP listelerinden aday olmuş ama listeye konmamıştı.

DP’ye ise ancak 1955 yılında katılmış ama veto yediği için milletvekili olamamıştı.

Soyadından anlaşılacağı üzere meşhur Nakşibendi Arvasi ailesindendi.

Necip Fazıl’ın da mürşidi ve şeyhi olan meşhur Abdülhakim Arvasi hem amcası hem de onun damadıydı.

Tabii bu vesileyle Necip Fazıl’la da yakından tanışmaktaydı. Hatıratlardan Necip Fazıl’ın ona “İbrahim Amca” diye hitap ettiği anlaşılıyor.

İbrahim Arvas’ın Ankara Bağlum’daki çiftlik evi 40’lı yıllarda amcası Abdülhakim Arvasi’nin dergahına dönüşmüş, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi isimlerin sık sık gittiği bir yer olmuştu.

Abdülhakim Arvasi, vefat edince de damadı İbrahim Arvas’ın isteğiyle Bağlum’a gömülmüştü.

İbrahim Arvas, ilginç bir profildi. Atatürk’e bağlı Nakşi bir CHP’li, anti-komünist, azınlık ve Kürtçülük karşıtı bir Kürt’tü. 1949’da hala CHP milletvekiliyken Büyük Doğu’da yazıları çıkmıştı.

Ona göre Kürtçülük cereyanının arkasında Ermeni Hınçak komitesi vardı.

Meclis’te Yahudi milletvekillerinin olduğu bir komisyonda “Almanların Yahudileri temizlediği gibi bizde komünistleri temizleyeceğiz” diyecek kadar anti-komünistti.

Tabii esas düşmanı Yahudiler ve Masonlardı.

Hatıratı “Tarihi Hakikatler”de anlattığı ve daha önce kimsenin duymadığı diyaloglarla Atatürk’ün de Yahudi ve Mason karşıtı olduğunu göstermeye çalışmıştı:

“Doktor Mim Kemal Öke'yi öne katarak meclisteki masonlar toplu olarak Reisicumhur'a gitmişlerdi. Mim Kemal Reisicumhur'a hitaben: 'efendim biz zaten maiyeti devletinizdeyiz, fakat siz meşrık-ı azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız' demiş. Reisicumhur: 'Peki birşey soracağım bana cevap veriniz de ondan sonra, Siz Avrupa'dan hangi locaya bağlısınız ve metbuunuzun ismi nedir? Onlar: 'Biz Cenova'ya tabiiz ve reisimizde Barca Mişon cenaplarıdır.' Bunun üzerine küplere binen Mustafa Kemal Paşa onlara hitaben: 'Haydi defolun cehennem olun gidin Yahudi uşakları, benim milletim bana kahraman sıfatını verdi. Ben sizin gibi bir cıfıt Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız taktirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfiye hepinizi verir astırırım. Haydi defolun karşımdan.”

Tabii ki böyle bir diyalog yaşandığının bu hatırat dışında bir kaynağı yoktu.

Zaten Arvas’ın hatıratı bir hatırattan çok bir kurgu roman gibiydi.

Yine Atatürk’ün Yahudi ve dönme karşıtı olduğunu göstermek için aynı hatıratta başka hiçbir yerde olmayan başka hatıralar da yer almıştı:

“1933 yılında Mustafa Kemal Paşa meclisteki reisicumhur salonundan çıkıp aşağı inerken Ahmet Emin Yalman kendisine tanzim ve hürmetlerini arz etmek üzere yerlere kadar eğilerek selam verir. Kendisini tanıyan Mustafa Kemal Paşa " Vay herif! sen beni tazim etmeye mi geldin? Defolup git memleketten elimi kanına bulaştırma ben hayatta iken sen bu memlekette yazı yazamazsın" deyip meclis kapısından çıkıncaya kadar ona küfürler savurur. Beş gün sonra Yalman Amerika'ya giden ilk vapura atlar ve Amerika'ya gider. Ancak beş sene sonra Atatürk'ün ölümünde geri döner ve yazılarına devam eder.”

Halbuki Yalman, Şeyh Said ayaklanmasından sonra Takriri- Sükun döneminde tutuklanıp, İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış, ancak Atatürk’e yazdığı mektupta bir daha gazetecilikle uğraşmama sözü vererek idamdan yırtmış, Atatürk ile aralarında böyle bir konuşma da yaşanamamıştı.

1959’da küçük bir kitapçık olarak bastırdığı hatıratı “Tarihi Hakikatler”i yazarken Arvas, CHP’den dışlanmış, DP’nin de mebus yapmadığı yaşlı ve öfkeli bir siyasetçiydi.

O dönem Bayar’a yazdığı bir mektuba göre maddi durumu da iyi değildi.

1959’da Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada hükümete, 27 yıl mebusluğunu yaptığı CHP için ““Bir fesat ve melanet yuvası haline gelen CHP'yi kapatın” diye çağrı yapacak kadar önde giden bir CHP ve İnönü karşıtı olmuştu.

Devrin şartlarına uygun olarak hatıratının temeli de İnönü nefreti üzerine kuruluydu.

Mason, dönme, Yahudi ve Komünist karşıtlığında radikal ve ırkçı bir noktada olan Arvas, hatıratında Atatürk’ü korumak için onu Yahudilere mason localarına hakaret ettirmiş, o ana kadar hiç duyulmamış pek çok hikaye uydurmuştu.

İşte Lozan’ın gizli maddeleri olduğunun ilk yazıldığı yer de İbrahim Arvas’ın bu hatıratıydı.

Necip Fazıl, Dedektif X Bir mahlasıyla, Hayim Nahum merkezli bir gizli anlaşmadan bahsetmişti. Ama anlaşmanın maddelerini yazmak İbrahim Arvas’a nasip olmuştu.

Üstelik bizzat Lord Curzon’un ağzından ve sanki İngiliz gazetelerinden aktarıyormuş gibi:

“Lord Kürzon, Lordlar Kamerası azası tarafından şiddetle tenkid edildi… Hatiplerin hespi konuştuktan sonra, bir tomar evrakla kürsüye gelen o zamanki (İngiliz tarafsız gazetelerinin neşriyatından anlaşıldığına göre) heyet reisi Lord Gürzon söze başlayıp, özetle şöyle demişti:

“Evet misterlar. Onlara istiklal verdim. Fakat, buna karşılık, bütün maneviyatı ellerinden aldım. İşte vesikalarım” demiş, her maddeye ait vesikayı ayrı ayrı reise vermiş ve katiplere okutmasını rica etmiştir. Dinlemekle kanaat etmiyen arkadaşlara da lütfen hademeler vasıtasıyla ile gönderin ve bunları incelesinler demiştir. Bu gizli maddelerin bir kaçını burada bildireyim:

“Hilafetin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisa Kanunu yani bütün medreselerin kapatılması, şapka giydirilmesi, Latin harflerinin kabulü (ki bununla Kuran-ı azimüşşanın mekteplerden kaldırılması ve okutulmaması sonucuna varılmıştır, kadınların memur, mebus, mekus ve avukat olabilmesi, aile idaresinin erkekten alınıp kadına verilmesi, içkinin ve fuhşun serbestisi, futbolun zararlı şekilde neşr ve tamimi, Türkiye’de Müslümanlığın yasaklanması yerine Hıristiyanlığın ilanı.

Bunları gören Lordlar Kaması azalarından yaşlı olanlar, kürsüye gelerek, Lord Gürzon’un gözlerinden öpmüş ve af dilemişlerdir. Kendisinden küçük olan ve tenkid edenler de kürsüye gelerek Gürzon’un ellerinden öpmüş ve af dilemişlerdir. Ondan sonra beş dakika ayakta Lord Gürzon’u alkışlamışlardır.”

Halbuki Lordların af dileyip, ayakta alkışladığı Lord Curzon, İngiltere’de hiç de popüler bir siyasetçi değildi. 1923’de karakter sorunları yüzünden başbakanlığa uygun bulunmayınca evine çekilmiş, 1925’de de hayatını kaybetmişti.

İbrahim Arvas da 1960 darbesinden sonra bir süre İnönü’ye hakaretten hapis yattı, 1965’de daha sonra da ömrünün sonuna kadar İnönü’ye ateş püsküren yazılar yazdı ve Lozan’ın gizli maddeleri iddiasını sürdürdü.

O yazılardan birinin finali şöyleydi:

“Ey sağır Ebu Cehil. Senin kulakları işiten ağabeyin de Yahudilerle işbirliği ederek, İslamiyet’i ortadan kaldırmak için muahede yaptırmıştı. Fakat muvaffık olamadı. Sen ise bütün iblisce hile ve desiselerle bu işi başardın. Bakalım sonu nereye varacaktır. Birgün bu asil temiz millet bu hıyanetini anlayınca seni çiğ çiğ yer. Bu böyle bil Paşa.”

Arvas’ın hatıratının yayınlanmayan kısmı Mehmet Şevki Eygi tarafından yayınlandı, daha sonra kitap olarak da basıldı.

Onun ilk kez sıraladığı Lozan’ın gizli maddelerine daha sonraki yıllarda ihtiyaca göre yeni maddeler de eklendi.

Mesela 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçim krizi sırasında Eygi “CUMHURBAŞKANLIĞI konusunda kopartılan yapay fırtınaların asıl sebebi "Lozan ın Gizli Protokolları nın" ihlâli meselesidir” diye yazmıştı.

Lozan yüzünden madenlerin, petrolün çıkarılmadığı iddiası ise 90’lardaki ulusalcı dalga sırasında üretildi, 2000’lerdeki mucize bor madeni teorileri sırasında popülerleşti.

Tabii bir ümit olarak Lozan’ın 100’üncü yılında süresinin dolacağı, bu madenlerin çıkarılıp Türkiye’nin kurtulacağı iddiası da bu dönemlerin ürünü.

Bunları ilk kimin uydurduğu ise meçhul.

Lozan’ın gizli maddelerinin yazarı ise meçhul değil.

Bu maddeleri İnönü, Lord Curzon’a değil, davası için uydurmakta bile beis görmeyen Necip Fazıl’a ve onun öfkeli amcası CHP’li Nakşi Kürt siyasetçiye borçluyuz.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (34)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.