Geçen hafta eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt İstanbul Selimiye Camii’ndeki devlet töreniyle son yolculuğuna uğurlandı. Eşinin vefatından dört gün sonra hayatını kaybetmesi trajikti.
Cenaze törenine hükümeti temsilen Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar katıldı. Hayatta olan eski Genelkurmay Başkanları’nın hazır bulunduğu törene Cumhurbaşkanı Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu çelenk gönderdi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da cenazeye katılmayıp, çelenk göndermeyi tercih etmişti.
Büyükanıt kudretli ve konuşan paşalar kuşağının son temsilcilerinden biriydi.
Fakat kariyerini bir arafta tamamlamıştı. Ardından yapılan haberlerde muhafazakar medya 2007 Cumhurbaşkanlığı krizi sırasında yayınladığı e-muhtırayı öne çıkarırken, laik ve sol medya ise o muhtıradan sonra Erdoğan’la Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı görüşmeyi hatırlattı ve “sırlarıyla veda etti” başlıkları attı.
Günün sonunda Büyükanıt, hem e-muhtırayı verdiği için muhafazakarları, hem de muhtırayı verdikten sonra Erdoğan’la Dolmabahçe’de anlaşıp geri adım attığı için laikleri kızdırmış olarak son yolculuğuna uğurlandı.
O yüzden arkasından yazılan bazı yazılarda hala e-muhtırayı vererek AK Parti’yi güçlendirdiği komplolarına sarılanlar oldu, bazı eski Ankara gazetecileri ise FETÖ kumpaslarının hedefi olduğunu hatırlatarak müşfik ve demokrat başka bir Büyükanıt resmi çizmeye çalıştılar.
Halbuki Büyükanıt, askerin siyasetin merkezinde olduğu bir devrin paşasıydı.
27 Mayıs darbesi olurken Harp Okulu öğrencisiydi.
1961’de Harp Okulu’ndan mezun olurken okulun komutanı altı ay sonra, okulun öğrencileriyle ilk darbe girişimini yapacak Talat Aydemir’di.
İkincilikle bitirdiği okulda diplomasını veren Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, 10 yıl sonra karşısına Harp Akademisi’ni birincilikle bitirirken bu kez Cumhurbaşkanı olarak çıkmıştı.
Genelkurmay Başkanı’nın bir üst rütbesinin Cumhurbaşkanı olduğu, askerlerin 10 yılda bir darbe yaptığı, ordunun Cumhuriyeti kollamak adı altında siyasetle ilgilenmesinin vazife olarak addedildiği bir TSK geleneği içinde yetişmişti.
27 Nisan e-muhtırası da siyasete ilk müdahalesi değildi.
Arşivleri karıştırınca karşımıza; 90’larda Genelkurmay Genel Sekreteri olarak yaptığı siyasi açıklamalar, 2000’lerin başında Genelkurmay İkinci Başkan olarak AB sürecinin “üniter devlet ve laiklik aleyhinde kullanılması”nı eleştirmesi, Kemal Derviş Telekom’u özeleştirmeye çalışırken, Başbakan Ecevit’i ziyaret edip TSK adına verdiği Telekom muhtırası, 2003’de bir sempozyumda yaptığı sert ulusalcı konuşma, Kürtçe tartışmaları için yaptığı “Esas sorun 500 yıldır Güneydoğu halkına Türkçe öğretememiş olmamız” çıkışı, Kıbrıs görüşmeleri sürerken Kıbrıs’a gidip yaptığı “Asker çekemeyiz” açıklaması, “Irak politikamız yok” eleştirisi, Şemdinli olaylarından sonra tutuklanan astsubay için söylediği “Tanırım iyi subaydır” açıklaması gibi pek çok örnek çıkıyor.
Tabii ki bunun zirvesi 27 Nisan gecesi yayınlanan e-muhtıraydı. Şimdi e-muhtıra denilip geçilince tam ne olduğu hatırlanmıyor bile. Sadece sonunu hatırlayalım:
“Son günlerde Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir. Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”
O gece muhtıranın haberini bir haber kanalına telefonla bağlanıp veren, şimdilerde hükümete yakın olan bir Ankara temsilcisinin saklayamadığı heyecanını, ardından kanallara telefonla bağlanan yine şimdilerde “yerli ve milli” olmaları övülen CHP’nin o zamanki yöneticilerinin coşkusunu hatırlıyorum.
Bu muhtıradan 15 gün önce Büyükanıt’ın 12 Nisan 2007’de düzenlediği “basın bilgilendirme toplantısı” da o günleri hatırlamayan yeni nesil için bugün tahayyül etmesi bile kolay olmayan bir olaydı.
Üniformalı bir Genelkurmay Başkanı, karşısına ülkenin en önde gelen gazetelerinin ve televizyonlarının genel yayın yönetmenlerini ve Ankara temsilcilerini alarak, 1.5 saat boyunca televizyonlardan canlı yayınlanan bir basın toplantısı yapmıştı.
Cumhurbaşkanlığı seçimi için “Cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanı seçileceğine inancımı ifade ediyorum” demiş, Kuzey Irak’ta Barzani yönetiminin devletleşmesine karşı askeri operasyon yapılması gerektiğini söyleyip, bunun için “Siyasetin karar alması gerekiyor” diyerek o günlerde hükümetin operasyona yanaşmayan tavrını eleştirmiş, “Türkiye’de azınlık yaratmaya yönelik faaliyetler” başlığı altında Kürt meselesi üzerine uzun uzun konuşmuştu.
Sonra da bir kısmı bugün haklı olarak iktidarın medya üzerindeki tahakkümünü eleştiren gazetecilerin bir Genelkurmay Başkanı’na sorulmaması gereken sorularına cevap vermişti.
Gazeteciler ile Genelkurmay Başkanı arasındaki şu konuşmaların bundan sadece 12 yıl önce bütün Türkiye’nin izlediği bir canlı yayında yaşandığına bugünden inanmak kolay değil:
Cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanı seçileceğine inancımı ifade ediyorum.. Bundan bir kuşkunuz mu var?
-Daha fazla ne diyeyim
Genel gidişten memnun musunuz. Belli adayların isimleri dolaşıyor ortalıkta. Hele bir tanesi var ön planda. Sizin bu tanımınıza onlar uyuyorlar mı?
-Kişiler bazında konuşmuyorum
Seçilecek şahsın bu kriterlere uyup uymadığına bir karar vereceksiniz demek ki, o süreci nasıl bekliyorsunuz, tutumunuz ne olacak TSK olarak?
-Cumhurbaşkanlığı konusunda daha fazla konuşmak istemiyorum.
Subay eşlerinin türban takması yasak. Acaba başkomutanının eşi türbanlı olursa alt taraftaki subayların başkomutana bakışı nasıl olur?
-Sorunuzu aldım.
Yani Türkiye “bugünlere” kolay gelmedi!
Bugünlerin demokraside, hukukta, medyadaki sakatlıkları, o günlerin sakatlıklarının devamı ya da onların kötü bir rövanşı.
Ama tabii ki değişenler de var.
O günlerde Kürdistan kırmızı çizgisi yüzünden ordunun Kuzey Irak’a askeri müdahale etme isteğine karşı çıkan bir AK Parti iktidarı vardı, bugün neredeyse Büyükanıt’ın o konuşmada Kuzey Irak için söylediklerini Kuzey Suriye için söyleyen bir hükümet var.
O günlerde e-muhtıra için suçu AK Parti iktidarında bulan MHP lideri ve açıktan muhtıraya destek veren o günün İşçi Partisi lideri bugün AK Parti iktidarının iki önde gelen destekçisi, e-muhtıraya karşı cevabı hazırlayan AK Parti’nin önde gelen isimlerinin çoğu ise partinin dışında, bazıları yeni parti kurma hazırlığında.
O günlerde Cumhurbaşkanı’nın başörtülü eşi için koparılan krizde hükümeti suçlayan köşe yazarlarından bazıları şimdi iktidara yakın gazeteleri yönetiyor, oralarda yazıyor, cumhurbaşkanlığı uçağında ve Beştepe’deki resepsiyonlarında ağırlanıyor. O günlerde muhtıraya karşı çıkmış isimlerin çoğu ise artık buralara davetli değil.
O günlerin Cumhuriyet mitinglerinin ateşli konuşmacılarından biri bugünlerde her akşam ekranların hükümeti destekleyen ateşli tartışmacılarından biri oldu, o günlerde 367 kararını savunmuş bir hukuk fakültesi dekanı bugün Barolar Birliği başkanı olarak başka hukuksuzlukları savunuyor, muhtıra sırasında Büyükanıt’ın yaveri ve özel kalem müdürü 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’den tutuklandı, Genelkurmay Başkanı olmaması için Büyükanıt’ın kimliği hakkında FETÖ merkezli karalama haberlerine imza atan gazeteciler bugün en önde gelen FETÖ avcılarına dönmüş durumda, o günlerde Büyükanıt’ı suçlayan iddianameyi yazan savcı da bugün hapiste...
Yani 12 yıl önceki Türkiye, bugünküne hiç benzemiyor.
En büyük değişim ise CHP’de yaşandı.
Büyükanıt’ın muhtırasını, o muhtırayla paralel olarak çıkan 367 kararını, ordu destekli Cumhuriyet mitinglerini hararetle destekleyen CHP yönetiminden bugün geriye çok az isim kaldı.
Kılıçdaroğlu, geçen ay hem CHP’nin başörtüsü tavrıyla ilgili net bir özeleştiri yaptı, hem de Karar’a verdiği röportajda askerin siyasete müdahalesini, CHP’nin o günlerdeki tutumunu eleştiren açıklamalarda bulundu. CHP’nin muhtemel Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu zaten partiye 2009’dan sonra girmiş yeni bir siyasetçi.
Ama CHP’de hala bu eski siyasi çizgiyi savunan, daha laik, milliyetçi ve Kemalist eski CHP’yi geri isteyen bir kanat var.
Bu kanat CHP’ye yakın medyaya, entelektüel kesime de hala hakim.
Son olarak “Beştepe’ye giden CHP’li kim” tartışmasında onları yeniden hatırladık.
CHP’deki bu kanadın gönlündeki genel başkan Muharrem İnce.
İlginçtir iktidara yakın medya da bir zamanlar statükocu, darbeci diyerek suçladıkları bu eski CHP’lilere bugün “yerli ve milli” diyor, Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Kaftancıoğlu, Sezgin Tanrıkulu gibi isimleri ise yeterince Atatürkçü, yerli ve milli olmamakla eleştiriyor.
Aslında CHP’de ilk defa böyle bir kırılma yaşanmıyor.
60’ların ortalarından itibaren CHP devlet partisi çizgisinden Ortanın Solu’na doğru geçiş yaparken, buna “komünistlik”, “Kemalist çizgiden sapmak” diyen Turhan Feyzioğlu başkanlığındaki 47 milletvekili ve senatör partiden istifa edip 1967 yılında Cumhuriyetçi Güven Partisi’ni kurmuştu.
Parti, bütün 70’ler boyunca Meclis’te devletin güvenlik politikalarını, sıkıyönetimleri, komünist avcılığını hatta Deniz Gezmişlerinin idamını bile desteklemişti.
Feyzioğlu (Metin Feyzioğlu’nun dedesi) bu milliyetçi Kemalist çizgisiyle, devlete çok güven vermiş olmalı ki 12 Eylül’den sonra Kenan Evren’in ilk Başbakan adayıydı.
Bugün de CHP muhafazakarlara ve Kürtlere açılıyor.
Açılımın bir adı yok ama ortada 31 Mart gibi somut bir başarı hikayesi var. Bu açılım da CHP’yi karıştırıyor. Başarıya rağmen eski CHP çizgisini savunanları rahatsız ediyor.
Son günlerde yaşananların arkasında açıkça konuşulmasa da böyle bir siyasi hesaplaşma da var.
Bu farklılık bu kez bir kırılma yaratmayabilir. Çünkü Erdoğan ve AK Parti iktidarı karşıtlığı hala onlar için ideolojik farklılıklardan daha baskın ve motive edici.
Ama eğer CHP, HDP ve muhafazakar muhaliflerle işbirliğini derinleştirirse, bu siyasi fay hatları aktif hale gelebilir, elinde devletin imkanları ve güçlü bir medya olan iktidarın da tazyikiyle CHP’yi çatlatabilir hatta CHP içinden Kemalist, ulusalcı yeni bir Cumhuriyetçi Güven Partisi çıkabilir.
Evet Türkiye değişiyor ama zemindeki sabit fay hatları tarihtekine benzer depremlere neden olabiliyor.