70’ler ve 80’lerin Türkiye siyaset tartışmalarında sık sık geçen AET yani Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu Avrupa Birliği’ne çeviren 1992 yılındaki Maastricht Anlaşması oldu.
Aslında tam olarak bütün ülkelerin anlaşmayı kabul etmesi 1993 yılını buldu.
Çünkü üç ülke Avrupa’yı ekonomik ve siyasi olarak birleştirecek anlaşmayı referanduma götürdü.
Fransa’da az farkla, İrlanda’da büyük bir farkla halk anlaşmayı onayladı, tek hayır oyu ise sürpriz bir şekilde Danimarka’dan çıktı.
Danimarkalılar, başa baş giden bir referandum kampanyası sonunda yüzde 50.7 ile “hayır” dediler.
Az farkla “Hayır” çıkmasında, referandum kampanyasında çok kullanılan bir gazete manşeti etkili olmuştu.
İngiliz The Telegraph Gazetesi’nin “Delors Avrupa’ya hükmetmeyi planlıyor” manşeti.
Delors, 85-95 yılları arasında, Schengen’den Euro’ya Avrupa’yı birlik haline getiren bütün kararların arkasındaki Avrupa Komisyonu’nun başkanı Fransız Jacques Delors’tu.
Haberin iddiası büyüktü; Delors’un Maastricht Anlaşması’yla aslında tüm Avrupa’nın kalıcı lideri olmayı planlandığını iddia ediyordu.
Delors kızdı, yalanlandı ama ikna edici bir dille yazılmış haber Danimarkalı ulusalcıları irrite etmeyi başarmıştı.
Bu manşetin altında The Telegraph’ın 27 yaşındaki genç Brüksel muhabirinin imzası vardı; Boris Johnson.
O uydurma altında imzası olan genç muhabir, dün itibarıyla üyelerinin yüzde 66’sının oyunu alarak Muhafazakar Parti’ni başkanlığına seçildi ve böylece Britanya’nın 77. Başbakan’ı oldu.
Boris Johnson, tıpkı büyük dedesi Ali Kemal gibi gazetecilikten siyasete geçti
Aslında gazetecilik performansıyla siyasete geçiş yaptı demek daha doğru.
Genç yaşta adının hem Avrupa’da hem de Britanya’da duyulması 1989 ile 1994 yılları arasında beş yıllık Brüksel muhabirliği sayesinde oldu.
Aslında varlıklı bir Muhafazakar Parti milletvekilinin oğlu olarak İngiliz aristokrat sınıfının gittiği Eton Kolej ve Oxford Üniversitesi’nden mezun olup gazeteci olması beklenmiyordu.
Ama ailesinin geniş çevresiyle kendisini önce The Times’da stajer, ardından 1989 yılında 24 yaşındayken de The Telegraph’ın Brüksel muhabiri olarak bulmuştu.
Brüksel’in ve Avrupa Birliği’nin yabancısı değildi. Babası Stanley Johnson, 70’lerde Avrupa Komisyonu’nda yöneticilik yapmıştı, 79’da Brüksel’e İngiliz Muhafazakar Parti parlamenteri olarak dönmüştü.
Boris Jonhnson da Eton Kolej’den önce Brüksel’deki Avrupa Okulu’nda okumuştu.
Ama herhalde Avrupa Birliği’nin başkentinde geçen gençlik yıllarından çok bunalmış olacak ki, Brüksel’deki beş yıllık gazetecilik kariyeri, daha sonra İngiltere’yi Brexit’e taşıyacağı, Avrupa-septik performansının başlangıcıydı.
Onun temsilciğine kadar, İngiliz medyasında Brüksel mahreçli haberler kimsenin ilgisini çekmiyordu. Ama Boris Johnson haberleriyle Brüksel, Ada’da manşetlere çıkmaya başlamıştı.
Tabii yaptıklarına sadece haber denemez. 30 yıl sonra Fake News denecek sahte haberciliğin kurucu babalarından biri bile sayılabilir.
Ama bunu çok zeki, çok iyi bir eğitim almış, kalemi ve mizah duygusu gelişmiş bir İngiliz olarak başarıyla yapmıştı.
İlk “fake news”ini de 23 yaşındayken stajer olarak girdiği The Times’da yaptı. Kral II. Edward’ın 14. yüzyılda yaşadığı bir sarayla ilgili yazdığı makaleye, Oxford’da tarih profesörü olan vaftiz babasından Kral’ın eşcinsel fantezileriyle ilgili sahte bir görüş ekledi. İlk tekzibini de vaftiz babasından yedi.
Brüksel’den gönderdiği manşetlere çıkan haberleri ise bu kadar masum değildi.
1990’da o günkü adıyla AET’nin Brüksel’deki karargahı Berlaymont binalarının 1991 sonunda patlatılacağını, binaya patlayıcılar yerleştirildiğini yazdı. Haber uydurmaydı.
1991’de İtalyan prezervatif üreticilerinin Avrupa Birliği’nden prezervatiflerin boyutunun küçültülmesini istediğini, AB’nin bunu reddettiğini, Brüksel’in bu meseleye bile karıştığını yazdı. Haber hem İtalyanları kızdırdı hem de İngiltere’deki Avrupa her şeye karışıyor fikrini popülerleşmesine yardım etti.
Bizdeki “AB kokoreçi yasaklayacak” haberine denk düşen haberi ise İngilizlerin meşhur pembe karides sosunun sağlıksız olduğu için Brüksel tarafından yasaklanacağı haberiydi.
Mütevazi evinde görüştüğü AB yöneticisinin kalede oturduğunu yazmış, Avrupa Birliği yöneticilerinin İngilizlerin vergileriyle Brüksel’e dünyanın en büyük binasını dikmeye hazırlandıkları iddia etmişti.
Haberleri İngilizlerin zaten pek hoşlanmadığı Brüksel’e ipleri kaptırma korkusunu büyütmüştü.
Ama yine de Brüksel’deki AB yetkilileri bile bu provokatif gazeteciyi zeki, sevimli, entelektüel ve başarılı bulmaya devam ediyordu.
Herhalde bu şeytan tüyü sayesinde gazetecilik kariyerinden sonra iki dönem Londra Belediye Başkanı seçildi. Bu sırada şimdiki siyasi çizgisinin uzağında göçmen dostu, liberal bir İngiliz muhafazakarı kimliği sergilemişti.
Muhafazakar Parti milletvekilliği sırasında özel hayatıyla ilgili skandallara rağmen Dışişleri Bakanlığı’na kadar yükseldi, İngiltere’yi Avrupa Birliği’nden koparan Brexit’in mucidi ve önde gelen savunucusu oldu.
Son yalan haberlerinden biri de Türkiye hakkında olmuştu. Brexit kampanyası sırasında “76 milyonluk Türkiye AB’ye üye olacak” açıklaması billboardlara kadar çıkmış, çıkalım diyenlerin en önemli argümanlarından biri olmuştu.
İngiliz muhafazakarları zeki, entelektüel, sempatik, uçarı halini severken, ana akım medya, liberaller ve solcular göçmen karşıtı, kolonyalist, İslamofobik, sürekli çam deviren bir Trump’ları olduğu için kahroluyor.
Sık sık İngiliz kolonyalizmini öven, hatta Dışişleri Bakanı olarak Mynamar ziyareti sırasında Kipling’in Burmalı kızları nasıl öptüğünü anlatan bir İngiliz eski kolonyal subayıyla ilgili yazdığı şiiri okuyup büyük bir çam deviren, Sih Tapınağı’nda Hindistan’a gidince nasıl ucuz viski aldığını anlatan, “İkisi de birleşmiş Avrupa istiyordu” diyerek AB’yi Hitler’e, Burkalı kadınları posta kutusuna benzeten, ifade hürriyetini savunmak için düzenlenen Erdoğan’a hakaret yarışmasına hakaretamiz bir şiirle katılıp 1000 sterlin kazanan, son olarak Ortadoğu’nun İslam yüzünden geri kaldığını söylemiş epey patavatsız, dengesiz bir İngiliz Başbakanı ile karşı karşıyayız.
Trump’dan sonra dünyanın Trump’dan daha zeki, Eton ve Oxford mezunu bir derdi daha oldu.
Alexander Boris de Pfeffel Johnson olan tam adında görünen Alman, Fransız kökenleri olan, ailesinin Meksika’daki Rus arkadaşlarından ilhamla Boris adını verdiği ve isminde görünmeyen 1922’de fikirleri yüzünden linç edilmiş bir Türk büyük dedeye sahip çok kimlikli bir siyasetçi, Britanya’daki içe kapanmacılığın başını çekiyor.
Varlıklı ve aristokrat bir ailenin iyi eğitim almış oğlu olarak politik doğruculuk süzgecinden geçirmeden fikirlerini ifade etme özgüveni, belki şımarıklığı Başbakanken de epey çam devirmesine neden olabilir.
O çamların bir kısmı Türkiye’nin üzerine doğru da devrilebilir.
Çankırı’nın Kalfat köyünden, Downing Street 10 Numara’ya giden bu hikaye ancak Boris Johnson imzalı bir “fake news” olabilirdi.
Ama bu kez haber gerçek.
(Boris Johnson’un Brüksel maceraları için kaynak https://www.theguardian.com/politics/2019/jul/14/boris-johnson-brussels-bashing-stories-shaped-politics)