Buzdolabının kapısı aralanıyor mu?

Yıldıray Oğur

“Din ve milletlerini İngiliz altınlarına satmış isimleri malum şahısların aldatmalarına kapılarak, maazallah din ve devlet aleyhinde bir felakete sürüklenmeden hakikati görerek kurtuluş bulduğunuzdan dolayı sizleri tebrik eyler ve saf ve namuslu halka hak yolunu gösterme hususunda yardımınızı esirgememenizi ve vatanperverane hizmetler bulunmanızı rica eder.”

100’üncü yıldönümü yaklaşan Sivas Kongresi’nden bir kaç gün sonra 16 Eylül 1919 günü, Mustafa Kemal Paşa, “Heyet-i Temsiliye namına” bu telgrafı Kahtalı Hacı Bedir Ağa’ya göndermişti.

Telgrafta “din ve milletlerini İngiliz altınlarına satmış isimleri malum şahıslar”dan kastedilen Wilson Prensipleri’nin Kürtler için de uygulanmasını savunan Kürdistan Teali Cemiyeti’ni yöneten Bedirhan ailesiydi.

Adı geçmeyen İngiliz ise “İkinci Lawrence” ya da “Kürtlerin Lawrence”i diye bilinen İngiliz istihbarat ajanı yüzbaşı Charles Noel.

Yüzbaşı rütbesine rağmen Noel, Londra’da aralarında Savaş Bakanı Churchill’in de olduğu iktidar çevrelerinin desteğini arkasına almış, 1919 yılında bölgedeki İngiliz siyasetine “Noel siyaseti” adının verilmesine neden olmuştu.

Yüzbaşı Noel, Kürt milliyetçiliğin gücüne inanıyor, o sıralarda Erbil ve Süleymaniye’de kendi teşvikiyle kurulmuş Güney Kürt Federasyonu benzeri bir yapının Kuzey’de de kurulabileceğini, düşünüyordu.

Bu yüzden 1919’unun yaz aylarında Diyarbakır, Maraş, Malatya’ya bir seyahate çıktı. Ona Bedirhan ailesinden bölgede itibarlı isimler eşlik ediyordu. Malatya’da şehrin mutasarrıfı olan yine Bedirhan ailesinden Halil Bey tarafından karşılandı.

Yüzbaşı Noel ve Bedirhanlar, bölgedeki Kürt aşiretlerini ikna turuna çıkmıştı. Onlara silahlı adamlarıyla destek veren aşiretlerin en büyüğü Malatya’nın güneyindeki Rişvan aşiretiydi.

Aşiretin lideri ise elmas yüzüklü Hacı Bedir Ağa.

Mustafa Kemal’e göre Noel ve Bedirhanlar Kürt aşiretlerini Sivas Kongresi’ne saldırtmayı planlıyordu.

Bunun üzerine Kuvayi Milliye güçleri bölgeye kaydırılmış, Noel’e destek veren Kürt aşiretler Milli Mücadele yanlısı başka Kürt aşiretler tarafından İslam kardeşliği mesajlarıyla ikna edilmişti.

Onlardan en önemlisi Hacı Bedir Ağa’ydı.

Nutuk’ta ayrıntılı olarak telgraflarına yer verilen olayların sonunda Yüzbaşı Noel, Malatya’dan eli boş ayrılmak zorunda kalmıştı.

(1921’deki Kahire Konferansı’nda hala Noel’in Kürt tezleri baskındı. Ama İstiklal Harbi ve İngiltere’nin Irak’taki şefi Sir Percy Cox’un Arapların güvenini kaybetmemek için karşı çıkması yüzünden İngilizler Noel siyasetini 1922’den sonra terk ettiler.)

İşte Mustafa Kemal bu kararı için sağ salim tamamlanan Sivas Kongresi’nin ardından Hacı Bedir Ağa’ya tebrik telgrafı göndermişti.

Daha sonra İstiklal Harbi’ne de destek veren Hacı Bedir Ağa, 23 kişiye verilen özel bir İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiş, Ankara’dan kurulan Birinci ve İkinci Meclis’e de Malatya vekili olarak davet edilmişti.

Hatta Birinci Meclis’te mebus olmak için aranan okuma yazma bilme şartının maddeye eklenen “Diyab Ağa ve Hacı Bedir Ağa hariç” hükmüyle aşıldığı söylenir.

Bedir Ağa, Şeyh Said isyanından sonra Kürt aşiretlerinin zorunlu iskan politikaları sonucunda, portakal tarlaları verilerek Mersin’e yerleştirildi.

Ama 1927’de Üçüncü Meclis’e Kars vekili olarak girdiğine göre, rejimle arası bozulmamıştı.

(Koyu Sünni-şafi bir aşiretin lideri olan Bedir Ağa’nın adı İsmet İnönü hatıratında da geçer. İnönü bir gün çok sıkıntılı gördüğü Ağa’ya canını sıkan şeyi sorunca, Bedir Ağa “Bu kadar uğraşıp çalışıyorsunuz, demiryolları yapıyorsunuz, halk bundan çok memnun fakat yine de hakkınızda çok insafsız şeyler söylüyorlar” der. İnönü “Ne diyorlar, hırsız mı diyorlar” diye sorar. Hacı Bedir Ağa “Çok daha fenasını söylüyorlar. Bunlar adama şapka bile giydirirler diyorlar, bunu bile söylüyorlar” diye cevap verir. İnönü hatıranın devamında Şapka Devrimi’nden sonra Hacı Bedir Ağa’yı melon şapka ile gördüğünü yazar.)

1928 yılında Hacı Bedir Ağa’nın vefatından sonra Fırat, Turanlı. Özbek soyadlarını alan Rişvan aşireti siyasete merkez sağ partilerde devam etti. Demokrat Parti’den milletvekili seçilen Bedir Ağa’nın oğlu Hüseyin Fırat, torunu DP milletvekili Sırrı Turanlı Yassıada’da yargılandı.

Kardeşi Zeynel Turanlı, 27 Mayıs’ın ardından Kürt aşiret liderleriyle birlikte Sivas Kampı’na gönderildi.

Sırrı Turanlı daha sonra Adalet Partisi’nden Adıyaman Milletvekili olarak siyasete devam etti.

Ailenin siyasetteki son temsilcisi, Hacı Bedir Ağa’nın oğullarından Ali Fırat’ın oğlu geçen hafta kaybettiğimiz Mir Dengir Mehmet Fırat’tı.

Siyasete 1973’de Adalet Partisi’nden ayrılanların kurduğu Demokratik Parti’den yaşını büyüterek vekil adayı olmaya çalışarak adım atan Fırat, 80 darbesinden sonra siyasete Doğru Yol Partisi’nde devam etmiş, 1999’da da Fazilet Partisi’nden Adıyaman Milletvekili olarak Meclis’e girmişti.

Fırat, AK Parti’nin kurucuları arasında yer almış, partinin iki numaralı ismi ve sözcüsü olmuştu.

Kürt meselesinde çözümün merkez ve meşru siyaset içinde bulunabileceğini düşünen Fırat, PKK çizgisinin net bir şekilde karşısında durmuştu.

Ama AK Parti ile yolları da Kürt meselesi yüzünden ayrıldı.

AK Parti’nin demokratik açılım çizgisine girdiği 2008’de Erdoğan’la bir MYK toplantısında yaşadığı Kürtçe tartışması sonrası partideki bütün görevlerinden istifa etti.

Bir süre sessiz kaldıktan sonra Temmuz 2014’de “Bugünkü şartlardan dolayı bu manevi sorumluluğun ağır vebali olduğu kanısına vardım” diyerek kurucusu olduğu AK Parti’den istifa etti.

Ve 7 haziran seçimlerinde, AK Parti’nin rekor oylar aldığı aşiretinin tepkisini çekmeyi göze alarak Meclis’e HDP milletvekili olarak döndü. Bir kereliğine diyerek girdiği HDP’de Demirtaş’ın ısrarıyla 1 Kasım seçimlerinde bir kere daha listelerde yer aldı.

Ama orada da mutlu olamadı. Hendeklere karşı çıktı. Çözüm sürecinin bozulması nedeniyle hem hükümeti hem de PKK’yı suçlayan açıklamalar yaptı.

Hastanedeki son görüntülerinden birinde cep telefonundan Kürtçe bir şarkı dinlerken, parmağında dedesi Hacı Bedir Ağa’dan kalma elmas yüzüğü görülüyordu.

100 yıl önce ayrılıkçı akımlara karşı Türkiye’yle birliği seçmiş İstiklal madalyalı bir dedenin torunu, uzun yıllar merkez sağ partiler ve AK Parti’de siyaset yaptıktan sonra aramızdan eski HDP milletvekili olarak ayrıldı.

Kürt sorununun 100 yıllık bir sorun olduğunu bundan daha iyi ne anlatabilir?

Ama bir Kürt Mir’i olarak, 100 yıl önce dedesinin mebus olarak geldiği Ankara’ya defnedilmesi, bu meselenin çözümünün de yakınlarda olduğunu hatırlatıyor.

Mir Dengir Fırat’ın ömrü, ailesinin 100 yıldır içinde yol aldığı, kendisinin de siyasette çok uğraştığı Kürt meselesinin çözüldüğünü görmeye yetmedi.

Onun vefatı ettiği günlerde Dersim’de hala çocuklar PKK’nın döşediği mayına basarak hayatını kaybetmeye devam ediyordu.

Dengir Fırat’ın hastanedeki son ziyaretçilerinden biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı.

Erdoğan, 2015’de Çözüm Süreci’nin buzdolabına kaldırıldığını açıklamıştı.

Ama son aylardaki bazı gelişmeler o buzdolabının kapısının aralandığına işaret ediyor. Ama kapı Türkiye’de değil, Suriye’de aralanıyor.

İlk işaret Öcalan’a yeniden avukatlarının gitmesine izin verilmesi oldu. Açlık grevlerini bitirin çağrısı yapan Öcalan, örgütüne Suriye’de Türkiye’nin hassasiyetlerini duyarlı olun demiş ve hala 2013’de Newroz mektubu çizgisinde olduğunu söylemişti.

İkinci işaret ABD’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nın Kandil’deki lideri Cemil Bayık’ın Washington Post’a bir yazı yazıp “Şimdi Kürtlerle Türk devleti arasında barış zamanı” demesi. Herhalde ABD hükümetinin desteği olmadan yazılamayacak ve yayınlanmayacak bir yazıydı bu.

Üçüncü işaret Suriye’deki YPG’nin komutanı Mazlum Kobani’nin (Şahin Cilo), takım elbiseli olarak Cenevre’de BM ile çocuk savaşçılara karşı sözleşme imzalaması oldu. Bu SDG’yi yani YPG’yi Suriye’de meşru bir yapı haline getirme girişimiydi.

Dördüncü işaret ise yine Şahin Cilo’nun geçen hafta gazetecilere konuşup, Türkiye ile ABD arabuluculuğunda doğrudan olmayan görüşmeler yaptıklarını doğrulaması oldu. O açıklamalardan masadaki tartışma konusunun güvenli bölgenin nereleri kapsayacağı olduğu anlaşılıyor. Cilo’nun açıklamaları YPG’nin Kürtlerin geri dönmesi şartıyla esas sorun alanı olan Afrin’de Türk ordusunun varlığını da kabul edilebileceğini gösteriyor.

Bu arada Türkiye, masada elini güçlendirmek için bölgeye yönelik askeri operasyonu da bir askeri diplomasi kozu olarak kullanıyor. Sınıra yığınaklar yapılıyor, Hulusi Akar geçen hafta sınır hattında askeri birlikleri ziyaret etti.

Bu listeye eklenebilecek bugün de iki önemli gelişme olacak.

Suriye düğümünün arabulucusu ABD’nin Suriye temsilcisi James Jeffrey’i bugün Ankara’ya geliyor.

Bugün Diyarbakır’da ise bir miting var. HDP’nin il başkanlığı kapısındaki açıklamalarına bile izin vermeyen Diyarbakır Valiliği, ilginç bir şekilde bugün yapılacak “Onurlu barış için demokratik çözüm” adlı HDP mitingine izin verdi. Böyle bir mitingin yapılmasının görünürde bir sebebi yok. Bugün dünya barış günü ya da ya da herhangi bir tarihin yıldönümü değil.

Mitingin adındaki kavramların Öcalan’a ait olduğunu da herhalde söylemeye gerek yok.

Tabii tam tersini işaret eden gelişmeler de oluyor.

Suriye’de böyle bir askeri ve diplomatik müzakere süreci devam ederken, Erbil’de, Erbil Başkonsolosluğu’nda önemli bir görevi olduğu anlaşılan bir Türk diplomat, PKK bağlantılı iki kişi tarafından profesyonel bir suikastla şehit edildi.

Erbil’de meşhur bir cafede meydana gelen suikast, 2013’de çözüm sürecinin başında Paris’te yaşanan suikasta benziyor.

İkinci tersine gelişme, 31 Mart seçimlerinden sonra İmralı’ya gitmelerine izin verilen avukatların 23 Haziran seçimlerinden sonra yaptıkları başvuruların reddedilmesi.

Özellikle seçime üç gün kala İmralı’ya gönderilen bir akademisyenle Öcalan’dan seçimlerde tarafsızlık mesajı veren bir mektup alınması, uzun vadeli bir devlet projesinin, kısa vadeli siyasi amaçlar için kullanılması anlamında sürece zarar vermiş olabilir.

2015’de çözüm sürecini bitiren Suriye olmuştu, kapısını aralayan yine Suriye olabilir.

Türkiye çözüm süreciyle PKK’yı silahsızlanmaya ikna etmeye çalışırken, Suriye savaşıyla bölgede silahın değeri artmıştı. Bütün krizler de Suriye meselesi etrafında çıkmıştı.

Şimdi Suriye’de silahlar susuyor ve kalıcı bir çözüm için yol alınıyor ve bu sorunları konuşmak için uygun bir ortam yaratıyor. Her ne kadar Türkiye’nin demokratik standartları 2013’ün çok uzağında olsa da Suriye meselesindeki acil durum, zorunlu stratejik çözümlerin kapısını açabilir.

Aslında 2013’te başlayan çözüm sürecinin hedefi de PKK’yı tamamen silahsızlandırmak değildi. Dolmabahçe Sarayı’ndaki meşhur görüşmede okunan mektupta Öcalan, örgütüne tamamen silah bırakma çağrısı yapmamıştı, “Türkiye'ye karşı yürüttüğü 40 yıllık silahlı mücadeleyi sonlandırması” çağrısı yapmıştı.

Bugün de masada konuşulan PKK’nın Türkiye’deki silahlı mücadeleyi tümüyle bırakması, PKK’nın çözüm sürecinden elde edeceklerini harcamasını neden olan Suriye’deki kazanımlarına ise nasıl bir statü kazandırılacağı.

2010’da Öcalan’ın ateşkes çağrısını, 2013’de İmralı’yla müzakereleri ilk haber veren İlhami Işık, iki ay önce Türkiye ile YPG arasında müzakereler yürütüldüğünü yazdı. Işık, son yazısında Öcalan’ın 1 Eylül’de örgütüne Türkiye’deki silahlı mücadeleyi bitirme çağrısı yapacağını iddia etti.

Bugün 2013’de olmayan faktörler de var; Bütün tutuklama ve engellemelere rağmen son İstanbul seçiminde görüldüğü gibi HDP’nin artık Türkiye siyasetinin bir parçası olması. Hendek faciasından çıkarılan derslerle en son Dersim’de çocukları öldüren silahta ısrarın Kürtler açısından taşınılması zor bir yük haline gelmesi. SİHA teknolojisiyle PKK’nın Türkiye içinde hareket edemez hale getirilmesi.

Bakalım bu aralanan kapıdan bu kez çözüm girebilecek mi, bir asır sonra Hacı Bedir Ağa’nın torunu Mir Dengir Mehmet Fırat’ın göremediği çözümü çocukları görebilecek mi?

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (39)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.