93 Harbi, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, mübadele, göçler, İkinci Dünya Savaşı... İlk akla gelenler ölümler, kayıplar, acılar, yokluklar, toprak kayıpları. Ama bütün bu travmalardan bir tek iyi sonuç çıkmış olabilir; Bisküvi.
93 Harbi ile yurdundan edilmiş Kırımlı Devlet ailesi Tekirdağ’a kadar gelmiştir. Sonra Balkan Savaşları çıkar, aile biraz daha geriye İstanbul’a çekilir. 1913’de İstanbul da karışınca tekrar anayurtları Kırım’a dönerler. 1917 Bolşevik Devrimi olur, Menşeviklerle hareket eden Kırımlılara yönelik komünist zulmünden yeniden Türkiye’ye gelirler. Önce İstanbul’a sonra patlak veren İkinci Dünya Savaşı günlerinde İstanbul’da hayat zorlaşınca Ankara’ya. Sonra çalışmak için tekrar İstanbul’a...
Dünyayı altüst eden bu çalkantılar hamurun kıvamını bulmasını sağlar ve 1944’de Kırımlı Devlet ailesinden Hacı İslam Devlet’in (devlet böyle İslamcı slogan gibi adı kabul etmediği için Berksan soyadını verir) oğlu Sabri Berksan Ülker bisküvilerini kurar. Adının Ülker fırtınasından geldiği söylenen bisküviler o kadar tutar ki kısa bir süre Sabri Berksan adını Sabri Ülker olarak değiştirir.
Artık ünlü bir işadamı olan Sabri Ülker’in 1959 yılında kapısını 27 yaşında genç bir un tüccarı çalar.
Genç un tüccarını buraya atan fırtınalar da benzerdir.
Gümülcine’de yaşayan varlıklı değirmenci iki kardeş olan Hacı Ahmet Efendi ve Mehmed Efendi, Balkan savaşları, artan çetelerin Müslümanlara baskılarıyla artık gitme zamanı geldiğine ikna olmuştur. Her ne kadar Batı Trakya Türkleri’ni kapsamasa da Lozan mübadelesi sırasında 1924 yılında Türkiye’ye gitmeye karar verirler. Bütün varlıklarını satıp altına çevirirler, iki çantaya koyarlar. Ama yılların emeği olan iki çantayı çetelerle dolu yollarda taşımaları tehlikelidir. İmdatlarına Gümülcine’de diplomatik muafiyeti olan bir Türk konsolos yetişir. Çantaları ona teslim ederler. Ahmet ve Mehmed kardeşler ailelerini de alıp önden İstanbul’a varırlar. Konsolosla buluşacakları Sirkeci İstasyonu’na yakın bir otele yerleşirler. Birkaç gün beklerler gelen giden olmaz. Telaşlanırlar. Sonra bir gün istasyona bir tren yaklaşır ve konsolos altın dolu çantalarla trenden iner.
Aile önce Adapazarı’na yerleşir ama sonra un işi için en uygun olduğuna karar verdikleri Eskişehir’e taşınırlar. Taş değirmende işler büyür, 1948’de Gümülcineli Un Fabrikası’na dönüşür.
***
Ahmet Bey’in 1932 yılında bir oğlu dünyaya gelir. Oğluna büyük vefa hissi duydukları o konsolosun, Selanik doğumlu Gümülcine Şehbenderi Firuz Kesim’in adını verirler; Firuz.
(Gümülcineli olarak bilinen aile neden soyadı kanunuyla Kanatlı soyadını aldı, bilmiyoruz. Bazı kaynaklara göre Gümülcine’den gelirken zaten bu adla biliniyorlardı. Ama gazete arşivlerine bakılırsa 1930lu yıllarda aile Eskişehir’deki Türk Hava Kurumu’na üye olarak yüklü bağışlar yapmıştı. )
Artık fabrikatör olarak anılan Hacı Ahmet Bey, işleri bırakacağı oğlunun en iyi şartlarda yetişmesi için elinden geleni yapar. Önce onu Eskişehir’den Galatasaray Lisesi’ne gönderir, sonra da üniversitede işletme okutmak için Zürih’e.
Zürih Ünivertesi’nde işletme okuyup, Eskişehir’de babası ve amcasının un ve şeker fabrikalarına dönen Firuz Bey’in aklında hep yeni bir şey yapmak vardır. Askerdeyken kantinlerde bisküvinin çok tüketildiği dikkatini çekmiştir.
Bu arada 1958 yılında Moda’da yaşayan bir bankacının kızı olan 16 yaşındaki Gülay Pekcan’la evlenir.
İşte 1959’da o güne kadar un satamadıkları Ülker’in kapısını şansını denemek için çaldığında kafasında bu belirsiz fikirler vardır.
Ülker Fabrikası’ndaki camla kaplı yazıhanede görüştüğü Sabri ve Asım Ülker’e uzun uzun istedikleri kaliteli unu üretebileceklerini anlatır, çok dil döker ama “Bizim istediğimiz unu siz yapamazsınız, biz unu çok özel kırdırıyoruz” diyen işinde titiz Sabri Ülker’i bir türlü ikna edemez.
Sonra zor zamanlar gelir. 27 mayıs 1960, Demokratların kalelerinden, Menderes’in gözaltına alındığı Eskişehir’deki aileyi de vurmuştur. Gülay Kanatlı bir röportajında o günleri şöyle anlatır:
“Bayağı zor senelerdi. İhtilalde bizim bazı işlerimiz durdu. Yapılamayacak hale geldi. Sanki dünyamız yıkıldı gibi oldu. O dönem arabamız da yok kamyonumuz vardır. O zaman da kamyonlar buz gibi, ısınmaz, donardık””
Firuz Bey, 30 yaşında bu zor şartlarda hiç bilmediği bisküvi işine girer. Sermayesi babasından ve bir bankadan aldığı kredi ile Amerika ve Avrupa’dan getirdiği iki kitaptır. Tarifleri tercüme ediyor, Gülay Hanım evde pişiriyor, halkın sevip sevmeyeceği evde bizzat yiyerek test ediliyordu.
1962 yılında kurdukları bisküvi şirketlerinin ilk adı olan Bal, ismin tescilli olduğu anlaşılınca ve ismin sahibi de çok para isteyince ETİ olmuştur. Logosu da tabii Hitit güneşi.
Etimek üretmek için aldıkları üç çuval unu saatlerce yıkayıp glüten çıkarmak gibi işler yapan Gülay Hanım’ın adı bebe bisküvisinden sonra Eti Anne’ye çıkar. Birlikte büyüttükleri şirketleri 1967’de üretimlerini beş tondan 24 tona çıkaran makineyi ODTÜ’lü genç bir mühendise yaptırır. Bir Amerikan dergisinde gördüğü Oval finger bisküvileri yapan makineyi fabrikalarında imal ederler. (Hatta gazete haberlerine göre mühendislerine uçak bile yaptırmıştır Firuz Bey)
Makineyi merak edip görmeye gelen bir isim onu çok mutlu etmiştir; Sabri Ülker.
İki firmanın tatlı rekabeti onları büyütür. Sadece çubuk krakerler, çikolatalı gofretlerle yapılan bir mücadele değildir bu. 70’lerin başında ilk tv reklamları başlayınca Ülker’in “Akşama babacığım” şarkısına karşılık ETİ’nin “Bir bilmecem var” şarkısı çıkmıştır. Ya da tam tersi.
Ama siyaset iki bisküvicinin de peşini bırakmaz. 1980 darbesinden sonra grevler, İstanbul’da evlerine atılan bombalarla sarsılan Firuz Bey’in ETİ’sine 1982’de bir ortak gelir. 1960 darbecilerinin kurduğu Ordu Yardımlaşma Kurumu OYAK. Eti’nin dağıtım şirketinin yüzde 26’sını alan OYAK, en çok bisküvi tüketilen ordu kantinlerine ucuz bisküvi almak, ETİ ise en büyük satıcıyı garanti etmek istemiştir.
Ama bu ortaklık günün sonunda ikisine de yaramaz. ETİ ordunun bisküvisi diye bilinmeye başlar. Muhafazakarlarla arasını açılmasının sebebi belki de bu ortaklıktır.
28 Şubat günlerinde bu kez darbe alma sırası Ülker’dedir. Ordu kantinlerinde satışı yasaklanır, irticacı şirketler listelerinde adı ilk sıradır, alışveriş yapılmayacak o irticacı firma listelerini faxlarla insanlar birbirine göndermektedir. Komutanlara gönderilen bisküvili çikolatalı hediye kutuları geri döner, en son Çevik Bir’le bizzat görüşerek teşvik yasağından kurtulurlar.
***
Firuz Kanatlı’nın başında ise tam tersi bir bela vardır. İstanbul’daki dağıtıcıları mallarının daha iyi dağıtılması için Fethullah Gülen’den icazet almasını tavsiye etmiştir. Sonunda cemaatin bir iftarına gider, Gülen gelmez, önlerine konan katalogda yapılacak yurtlar, okullar için yardım istenmektedir. “Bir düşüneyim” deyip kalkar oradan.
Ama bisküviler bir kere laik ve muhafazakar olarak ikiye ayrılmıştır artık. O da yetmez bir kere milli ve gayri milli olarak ayrılır.
Ülker, üzerindeki irticacı imajından kurtulmak için TSK’nin kurdurduğu think thanklere sponsor olur, dergilerine reklam verir, basketbola para akıtır, boş çerçeve bile satın alır.
ETİ, 2012’de zaten uzun süredir kötü giden ortaklığa son verir ve pazarlama şirketindeki %26lık OYAK hissesini satın alır. Ortalıklarda görünmeyi sevmeyen Firuz Kanatlı Yeni Şafak’a röportaj verir, Gülen hikayesini, yeni başlayacaklar için namaz hocası yazdığını anlatır.
Ama her ikisi de üzerlerine yapışmış imajlardan, komplo teorilerinden henüz tam olarak kurtulamamışlardır.
2009’dan 2017’ye kadar bazı forum sitelerinden örnekler okuyalım (yazım hataları sitelerden kaynaklanıyor):
“eti bizim mi ?ben etiyi de onların diye biliyorum ama..detaylı olarak arştırılıpbilgilendirilmesi gerekli”
“ETİ gercekten bizimmi”
“müslüman olarak etinin içnde domuz eti olduğunu duyduk bu gerçekten doğrumu ?Etinin türk mallı olduğuna karşı şüpheliyiz”
“bencede eti ve ülkeri merak ediyorum türkmü yoksa yahudi malımı cevap gelse çok güzel olur hem dinen hemde bedenen saglıksız sey yemek istemeyiz…”
“eti ne malıdır. ülkemiz neden düşman ülkelere yardım ediyor bunları satarak bilgilendirirsebiz sevinirim:)”
“arkadaslar eti türk diyorsunuzda ben hiçbir reklamında türklügü öven yerliyiz diyen birsey duymadım. kardesim benim firmam eti olsa bunu bagıra bagıra söylerim..”
“arkadaşlar ETİ=ERMENİ TİCARİ İŞLETMELERİ demektir yalnız ermeniler bir uyanıklık yaparak şirketin türkiyedeki fabrikasını eskişehire kurup türk malı yerli malıymış gibi bize yıllardır yedirdiler bunun kısa ve özü budur”
“Ülkerin sahibi Karay yahudisidir.Bende yeni öğrendim, artık ülker almıyacağım, o kadar.En azından Eti nin sahibi türk ve ülkeye faydası var.Ülker hem yahudi,hemde %47 yabancı sermayenin.”
“Ulker israil mali degil evet dogru Türk mali ama “Kırım yahudisi” olan bir aileye ait! Zaten her Türk musluman olacak diye birsey yok. yabancı şirketlerle ortaklik kurmalarida bundan. Kellogs gibi markalar bildiginiz gibi israil/amerikan markasidir. Yukaridaki linke tiklayip kendinizde okuyabilirsiniz. Eti TSK tarafindan kullanilan bir marka bu yuzden ben etiyi tercih ediyorum. Hersey gorundugu gibi degil arkadaslar. Okuyup arastirmak gerekiyor.”
“etinin barkod numarası ile danonenşnki aynı numara ile baslıyo etiş türk malı degil bence”
“yorumlara baktımda kendınden cok emın olanlar var ama hatalılar eti %100 türk malı beyler tam tersi ülker hristiyanların ve az bi de yahudilerin olması lazım onu tam bilmiom ama eti %100 türk malı….”
“90 lı yıllar! ermeniler müslümanları azerileri katlediyor.türkiye ermenistana ambargo uyguluyor.ama ermenistana ambargo yıllarında ürün veren tek firma ÜLKER.”
“ETİ İSRAİL MALI ÇÜNKÜ ETİNİN FABRİKALARI TÜRKİYEDE AMA İSRAİL ETİYİ SATIN ALTI SİZ BİLİNDE KONUŞUN İNSANLARI YANLIŞ BİLGİLENDİRMEYİN”
Bir rivayete göre iki firma birbiri aleyhine bu dedikoduları yaymaktadır. Ama herhalde bu da şehir efsanelerinden bir diğeri olmalı.
Örneğin 2009 yılında ETİ’den şöyle bir açıklama yapılır:
"12 Kasım tarihinde eskisehireti@gmail.com adresinden rakibimiz Ülker ile ilgili olarak sizlere ulaştırılan ve Prof. Dr. Ahmet Maranki'nin de Ülker ürünlerinde domuz yağı kullanıldığına dair görüşlerinin yer aldığı e-mailin şirketimizle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
Sektörümüzdeki rekabeti her zaman destekleyen bir şirket olarak, rakibimiz ile ilgili yapılan bu asılsız iddiayı şiddetle kınıyoruz.”
2012 yılında Sabri Ülker vefat ettiğinde Firuz Kanatlı gazetelere “Aziz hatıran önünde saygıyla eğiliyorum” diye biten tam sayfa ilanlar verir, 2015 yılında Gülay Kanatlı vefat ettiğinde Eskişehir’deki cenazede en önde yürüyenler arasında Ülker ailesi de vardır.
Ama hala Google’da ETİ ve Ülker ile en çok aranan sorular arasında içinde domuz yağı olup olmadığı, Yahudi olup olmadıkları var.
Aslında bu komplo teorilerin, dedikoduların arkasında ticari rekabetten çok, başarılı olmuş bir markanın asla ‘biz’den çıkmış olamayacağına dair derin bir aşağılık kompleksi olabilir.
Sadece bu iki marka için değil, Türkiye’de aktör olmuş, bir konuda başarı göstermiş her nefis bunu tattı ve tadacak.
Bu komploları kuranlar, üretenler, yayanlar bunu milli bir görev heyecanıyla yapsalar da aslında kendi toplumlarına hakaret ettiklerinin, cesaret kırdıklarının, ‘bizden adam çıkmaz’ ideolojisinin inanmış birer militanı olduklarının, böylece kendi ülkelerine karşı en büyük komployu yaptıklarının herhalde farkında değildirler.
Gümülcineli Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu, Zürih’te işletme okumuş, 1962’de eşiyle bisküvi üretmeye başlayan, emekliliğinde namaz hocası yazan Firuz Bey bugün Eskişehir’de muhtemelen tarihi Gümülcine Camii’nden son yolculuğuna çıkacak.
O Bilmecenin cevabı için epey ipucu var yukarıda.
Bisküviler bile laik ve muhafazakar, milli-gayri milli diye bölünür, bilin bu ülkenin adı nedir?“
Kaynaklar:
Firuz Kanatlı röportajı/Emeti Saruhan/Yeni Şafak
http://www.yenisafak.com/firuz-kanatli-kimdir-h-2803515
Rüştü Kanatlı ve acı bir mübadele hikayesi/ Rüştü Bozkurt/Dünya Gazetesi
https://www.dunya.com/kose-yazisi/firuz-kanatli-ve-aci-bir-mubadele-hikayesi/387124
“Eti’nin ilk bisküvilerini o yoğurdu”- Gülay Kanatlı ile röportaj/ Eylem Türk/Milliyet
Cumhuriyet Özel ETİ eki/ 14 Ocak 2012.