Gezi Davası’nda Yargıtay son sözünü söyledi.
Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’ya ise 18’er yıl hapis cezalarını onadı. Mücella Yapıcı, Hakan Altınay ve Yiğit Ekmekçi’nin cezalarını ise bozdu.
Böylece Gezi Parkı eylemlerini Otpor’a bağlayan, Arap Baharı’nı dış güçlerin bir oyunu olarak kötüleyen komplocu, absürt iddialar Yargıtay tarafından da tasdik edildi.
Böylece bir zamanlar Türkiye’nin hararetle desteklediği Arap Baharı artık Türk yargısının kayıtlarına “özgürlük mücadelesi görünümü ile halkların, hükümetleri ortadan kaldırması” olarak geçti:
“…2010 yılında başlayan ve Arap coğrafyasında halk hareketleri ile sonuçlanan Arap Baharı'nın, Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleri ileri sürülerek ortaya çıktığı, bölgesel ve toplumsal bir siyasi ve silahlı bir hareket olduğu, bu itibarla protestolar, mitingler, gösteriler ve iç çatışmalar yaşandığı, özgürlük mücadelesi görünümü ile halkların, hükümetleri ortadan kaldırdığı, Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas'ta küçük çapta olmak üzere tüm Arap coğrafyasında baş gösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalar şeklinde gerçekleştiği, bu süreçte demokrasi talepleri ileri sürüldüğü ve birçok siyaset bilimcinin bu eşi görülmemiş halk hareketini, Arap coğrafyasında yaşanan en büyük değişim olarak ifade ettiği, ülkemizde ise bu olayların farklı bir yansıması ve uyarlaması olarak, bu olayların ülkemizde de gerçekleşmesi arzusu ve isteği ile İstanbul Taksim Bölgesi Yayalaştırma projesi kapsamında Taksim Gezi Parkı'ndaki bazı ağaçların 27.05.2013 tarihinde başka yere nakledilmesi bahanesiyle başlayan Gezi Parkı eylemlerinin provokasyonlarla birlikte ülke çapında olaylara ve şiddet içerikli eylemlere dönüştüğü anlaşılmıştır.”
Bu gerekçeyle sadece Türkiye Osman Kavala’yı değil, Sisi Mısır’da Müslüman Kardeşleri, Kays Said Tunus’ta Gannuşi’yi yargılayabilir.
Yargıtay kararıyla ilk olarak şimdi FETÖ suçlamasıyla hapiste olan eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele müdürü Nazmi Ardıç’ın 2013’te hazırladığı polis fezlkesine yazdığı şu senaryo da devletin resmi Gezi senaryosu haline geldi:
“Ülkemizde gerçekleşen kalkışmada ön plana çıkan şahıslar ile farklı ülkelerde meydana gelen olayları organize ettikleri bilinen OTPOR/CANVAS eğitmenleri arasında irtibat olduğu tespit edilmiş olup, bu bağlamda; OTPOR yöneticilerden İvan MAROVİÇ’in, 18-21 Haziran 2012 tarihleri arasında ülkemizde bulunduğu, devam eden süreçte şahsın Mısır ülkesinde olduğu sırada Gezi Parkı Eylemlerinde ön planda bulunan Memet Ali ALABORA ve birlikte hareket ettiği şahısların 07-15 Temmuz 2012 tarihleri arasında Mısır’ın başkenti Kahire’de bulundukları anlaşılmıştır. Aynı zaman dilimi içerisinde Açık Toplum Vakfı yönetim kurulu üyesi olan Mehmet Osman KAVALA’nın da yaklaşık 25 günlük süreç içerisinde önce Belçika ardından Almanya ülkesine ardından da Amerika Birleşik Devletlerinde ve sonrasında da yeniden Almanya ülkesinde olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla şahısların Kahire'de bulundukları bu dönemde OTPOR yöneticisi İvan MAROVİÇ'ten halk ayaklanması ile ilgili eğitim aldıkları, yine Mehmet Osman KAVALA’nın ise bahsi geçen seyahatleri ile kalkışma hareketinin bir başka ayağının koordinesi maksadıyla Belçika, Almanya ve Amerika Birleşik Devletlerinde bulunduğu tespit edilmiştir.”
Peki OTPOR! (Direniş) kimdi?
2000 yılında Bosna katili, savaş suçlusu Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç’i deviren protesto hareketine öncülük eden gençlik hareketiydi Otpor!
CANVAS ise yine bu protestolardan doğmuş, “Şiddetsiz Eylem” taktikleri üzerine eğitimler veren Belgrad merkezli “Uygulamalı Şiddetsiz Eylem Stratejileri Merkezi”nin kısaltılmışı.
Peki bütün bunlar nasıl Gezi Olayları’na bağlanmış?
İddianamede Otpor liderlerinden İvan Maroviç’in 2012’den 2015’e Türkiye’ye giriş ve çıkışlarının listesi var. Bunlardan altısı Maroviç’in halen çalıştığı Kenya’ya Sırbistan’dan gidiş gelişlerinde İstanbul’dan yapılan transfer giriş-çıkışları.
2013 yılının eylül ayındaki Atatürk Havalimanı’na girişi ise fotoğraflı yer almış. Ama Maroviç yalnız değil:
“Türk Hava Yollarının TK608 sefer sayılı uçağı ile İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan yurda giriş yaptıkları bilgisi edinilen 1973 doğumlu Ivan MAROVIC ve 1976 doğumlu Marija MAROVIC’in Atatürk Havalimanı giriş görüntüleri temin edilmiştir. Ivan MAROVIC ve Marija MAROVIC isimli şahısların yanlarında bulunan ve çocukları olabileceği değerlendirilen Relja MAROVIC ile birlikte 30.08.2013 günü saat: 10.25 sıralarında (210) numaralı körük kapısından çıktıkları görülmüştür”
İddianamede Maroviç ailesini çocukları kucaklarında görüyoruz.
Fakat, savcılığa göre bu aile boyu ziyaret ayaklanma eğitimi için. Savcı Maroviç’le de yetinmemiş, internet sitelerinden OTPOR ve CANVAS’ın diğer üyelerinin de isimlerini bulup, Türkiye’ye giriş çıkışları olup olmadığını kontrol etmiş.
Ve ortaya Sırpların da tatil için Antalya’yı tercih ettiği çıkmış:
“Slobodan DIJINOVIC, CANVAS çalışanı Breza RACE, Jelena DJİNOVİC ve Sham ELKWASHASSAYAD isimli şahısların birlikte Antalya İlinde bulunan HİLLSİDE SU isimli konaklama tesisine 01.06.2012 tarihinde giriş yaptıkları ve 07.06.2012 tarihinde çıkış yaptıkları”
“Slobodan DIJINOVIC, CANVAS çalışanı Bojana Kristic MARKOVIC CANVAS üniversite direktörü Breza RACE, Jelena DJİNOVİC, Sham ELKWASHASSAYAD ve
Geric ALEKSANDRA isimli şahısların birlikte Antalya İlinde bulunan Hotel SU isimli konaklama tesisine 28.06.2013 giriş yaptıkları ve 05.07.2013 tarihinde çıkış yaptıkları
Fakat savcı bu açık tatil ziyaretlerini de başka türlü yorumlamış:
“...bu suretle de olayların yaşandığı dönemde OTPOR ve CANVAS hareketinin birçok yöneticisi ve çalışanının ülkemize birçok kez ve yoğun şekilde geldikleri tespit edilmiştir.”
İddiname ilk çıktığında Ivan Maroviç’e emaille ulaşıp, ona hakkındaki iddiaları sormuştum.
Yargıtay’ı umurunda olmayan o cevapları da yeniden hatırlayalım:
“2012 yazında Türkiye’deydim. Tam zamanını hatırlamıyorum. Ne Alabora ne Kavala ne de başka bir sivil toplum liderleriyle buluştum. Onlarla hiçbir zaman tanışmadım ve karşılaşmadım. Adlarını ilk defa bir kaç yıl sonra bana ulaşıp benzer sorular soran BBC’den duydum. İstanbul’a orada yaşayan eski arkadaşlarımı ziyarete gelmiştim. Onlar Türk vatandaşı bile değil. Ziyaretimin Türkiye politikasıyla hiçbir ilgisi yoktu.
Evet, Kahire’ye gittim ama orada bir tane bile Türk vatandaşıyla karşılaşmadım. Kahire dışında Giza’da Filistinli ünlü aktivist Dr. Mubarek Awad’ın Nonviolence International’ının bir seminerine katıldım. O seminerde hiçbir Türk vatandaşı yoktu.”
Zaten iddianamedeki kayıtlardan görüldüğü gibi Osman Kavala, Ivan Maroviç’in İstanbul’da olduğu tarihlerde Almanya’da, eşi Prof. Ayşe Buğra akademisyen olarak bulunduğu Berlin’de.
Maroviç’in Kahire’de olduğu sırada ise önce İstanbul’da ardından Güney Kafkasya’da diyalog faaliyetleri yürüten Eurosia Partnership Vakfı’nın Washington’daki toplantısında.
Mehmet Ali Alabora da bundan beş yıl önce bu iddialar ilk kez dillendirildiğinde Kahire’ye gittiğini ama Ivan Maroviç diye biriyle görüşmediğini söylemişti.
Peki iddianamede birlikte yurtdışında eğitimler alıp, Gezi’yi organize ettikleri iddia edilen Kavala ve Alabora arasında bir diyolog, görüşme tespiti var mı?
İddianameye göre ikisi arasındaki tek görüşme 3 Temmuz 2013’de olmuştu.
Yani artık Gezi Park’ı olaylarının sönümlendiği bir aşamada.
Görüşmenin içeriği de ortada bir plan, eşgüdüm, üst akıl olduğu iddialarını pek desteklemiyor:
Alabora: "İyi yani hani tam işte bilmiyorum abi biz burada sonuçta ee bir şekilde güvende durmaya iyi olmaya çalışıyoruz yani"
Kavala: “Evet aynen aynen ee ya bir ara bu yani bu hadisenin önümüzdeki şeyleri ne olur hani hep Avrupalılar eee her gördüğüm şey soruyor ki iyi tamam da hanni bu siyasi durumu nasıl değiştirecek ee diye sorup duruyor ee bir ara yani bir kaç arka... kişi oturup bir konuşsak mı?
Alabora: “Yani benim yani şuanda müsait değilim abi ee ya şuan için müsait değilim"
Kavala: "Tamam yani şuan derken zaten bu ... bir hafta sonra 2 hafta sonra falan yapabileceğimiz bir şey"
Alabora: “Anladım yani dediğim gibi şuanda değilim abi ee…Hani şuanda açıkçası öyle bir şeyi de değerlendirebilecek durumda da değilim yani…Ee sonrası için ee ... tekrardan birbirimizle haberleşiriz.
Yurtdışından eğitimler alarak Türk Baharı yapmaya çalışan “organize grubun” yine Yargıtay’ın onama kararında delil olarak kullanılan iki konuşmasını dinleyelim şimdi de:
“03.07.2013 18:50 de MEHMET OSMAN KAVALA’nın ÇİĞDEM MATER UTKU’yu aradığı görüşmede özetle; Çiğdem’in “Ben şimdi Taksim eyleme doğru yürüyorum“ dediği, Mehmet Osman’ın “He İstanbul’dasın“ dediği, Çiğdem’in “Evet evet siz“ dediği, Mehmet Osman’ın “tamam ben de İstanbul’dayım da “ dediği, Çiğdem’in “Ha“ dediği, Mehmet Osman’ın “Bizim depoda bir şeyimiz var misafirler falan var“ dediği, Çiğdem’in “Ha okey“ dediği”
Yani iddianameye göre onca yıl OTPOR’dan eğitim, Soros’tan para alarak Gezi olaylarını çıkaran ve yöneten Kavala ve yardımcısı Mater, yıllardır emekle hazırlandıkları Gezi olayları olurken birbirlerinin İstanbul’da olup olmadıklarından bile habersizdi.
Gezi’yi organize etmekten 18 yıl alan Can Atalay’a ise onca eğitim içinde hashtagle tweet atmak bile öğretilmemişti:
“27.07.2013 21:10:58 de Şerafettin Can ATALAY’ı ÇİĞDEM MATER UTKU’nun aradığı görüşmede özetle; Şerafettin Can’ın “Anladım çok güzel ya çok güleceğin bir sorum var sana ... birisi bana e bir dakika bir dakika ay pardon twiter dan şöyle bir şey yazmış ... başka tweet hesaplarını da yazıyor ve diyor ki işte çok takip edilen hesaplar Ceylanpınar’la ilgili hashtag olması için tweet atın ne yapmam lazım benim ... Sana da gelmiş olabilir bir bak istersen“ dediği, Çiğdem Mater’in “Bir dakika dur bilgisayarda mısın telefonla mı yapıyorsun ...” dediği, Şerafettin Can’ın “Telefonla yapacağım telefonla yapacağım“ dediği, Çiğdem Mater’in “Okey tamam telefonda bir tane şey işareti var ya hashtag işareti onu biliyorsun“ dediği, Şerafettin Can’ın “gördüm yani“ dediği, Çiğdem Mater’in “Bakayım ... hashtagi ne acaba o hashtag işaretinden yapıp yanına Ceylanpınar yazacaksın bir de Ceylanpınar’la ilgili bir cümle yazacaksın“ dediği, Şerafettin Can’ın “Tamam bakayım Ceylanpınar’la ilgili ... yazıyor ne bileyim ya bu da bir sorumluluk getiriyormuş insana kardeş çok zormuş bu ya hayır ya..” dediği, Çiğdem Mater’in “(Gülüyor)”
Peki ya 28 Mayıs’ta başlayıp Ağustos’ta biten Gezi olayları sırasında, 7-14 Temmuz arası Taksim’de kıyamet koparken, Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz gösterilerde öldürülürken Gezi’nin organizatörü olmaktan müebbet alan Osman Kavala ve onunla birlikte Gezi’yi organizeden 18 yıl alan Çiğdem Mater bir hafta boyunca neredeydiler?
Yine Yargıtay’ın kararına giren delillere göre Erivan’daki Altın Kayısı Film Festivali’ndeydiler.
Kavala festivalin belgesel bölümünde jüri üyesiydi.
Bir hafta herhalde kafasını dinledikten sonra geri dönüp Gezi’yi yönetmeye devam etti.
İddianamedeki tapelere göre Kavala ve Mater Erivan’daki Altın Kayısı Film Festivali’nde Saraybosna Film Festivali’nden senarist Rada Sesic ile tanıştılar. Gezi olayları üzerine de konuştular, Sesic, Gezi olaylarıyla ilgili çekilen videolardan belgesel yapılması için destek verebileceğinden bahsetti.
Bu belgesel projesinin sonu Yargıtay kararında şöyle:
“Çiğdem Mater Utku'nun 16-24 Ağustos 2013 tarihleri arasında düzenlenen Saraybosna Film Festivali'ne katıldıkları ve hazırlamayı düşündükleri Gezi Parkı olayları belgeseli ile ilgili bazı görüşmeler yaptıkları, fakat Gezi Parkı olaylarının başarıya ulaşamamış olması nedeniyle belgesel hazırlama fikrinin de yarıda kaldı.”
Ama yarım kalmış, yapılmamış bir belgesel girişimi kendisi de bir yapımcı olan Çiğdem Mater’e 18 yıl hapis cezasının en büyük delili olabildi.
Üstelik iddianamede dış güçlerin bir parçası gibi lanse edilen Saraybosnalı Hırvat senarist Rada Sesic, 2014 yılında TRT’nin belgesel yarışmasında bile jüri üyeliği yapmış sektörde tanınan bir isim.
Zaten Yargıtay’ın onayladığı iddialara bakılırsa o sırada Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye Şefi Jean Christophe Filori ve 2006-2011 yıllarında Avrupa Birliği Türkiye Temsilciliği yapan Marc Pierini’nin de Gezi’den yargılanması gerekiyor.
En azından Yargıtay bütün bu fantastik iddialara inandı ve bunları onadı.
O halde bu seneki Altın Kayısı senaryo ödülünü de bu olağanüstü hayal gücüyle onlar hak etti.