Artık kimsenin şaşırmadığı yargı haberlerinden biri: Cumhuriyet gazetesi eski yazar ve yöneticilerinin yargılandıkları davada verilen mahkumiyet kararları istinaf mahkemesi tarafından onaylandı.
Yasalara göre beş yılın altında hapis cezası verilmiş sekiz ismin mahkumiyet kararları böylece kesinleşti.
Aylarca tutuklu yargılandıktan sonra tahliye edilmiş Cumhuriyet Gazetesi’nin eski yazar ve vakıf yöneticileri Bülent Utku (59) 1 yıl 8 ay, Güray Öz (70) 1 yıl 1 ay, Musa Kart (65), Hakan Kara (56), Mustafa Kemal Güngör (60) ve Önder Çelik(63) 1 yıl 16 gün ve gazetenin muhasebecisi Emre İper 7 ay daha hapis yatmak için yakında yeniden cezaevine girecekler.
Gazetenin eski yazarı Kadri Gürsel(58)’in 2 yıl 6 aylık cezası ise yattığı süreye sayıldı.
Mahkemenin 6 yıl 3 aydan 7 yıl 13 aya değişen hapis cezaları verdiği gazetenin eski yönetici, yazar ve çalışanları Akın Atalay (56), Ahmet Şık (49), Murat Sabuncu (50), Aydın Engin (78), Orhan Erinç (83), Hikmet Çetinkaya (77) hakkındaki mahkumiyet kararları içinse Yargıtay’a itiraz hakkı var.
Onların hapse girip girmeyeceği Yargıtay aşamasından sonra kesinleşecek.
İsimlerin yanlarındaki parantezlerde yazan yaşları.
Çünkü böyle politik davalarda yargılanan, hapse girecek insanlardan gazeteci, yazar diye bahsedince cansız, politik varlıklardan bahsediliyor gibi oluyor ve haklarında hüküm kesmek de çok kolay olabiliyor.
Halbuki bazıları yaşını başını almış, torun sahibi olmuş, aileleri olan gerçek insanlardan bahsediyoruz.
Karşı karşıya oldukları aylarca hapis yattıktan sonra tahliye olup sonra tekrar hapse girmek gibi ağır bir travma.
O halde bu ağır kararlarının arkasında herkesi ikna edecek hukuki gerekçelerin ve delillerin olması gerekir.
Peki var mı?
İstinaf mahkemesinin onayladığı karara göre bu 13 isim aynı suçu işledi: “FETÖ/PDY, PKK ve DHKP-C’ye ‘bilerek ve isteyerek yardım etmek”.
Evet, suçlama birbirinden farklı üç örgüte aynı anda bilerek ve isteyerek yardım ettikleri.
Bu ağır ve tuhaf suçlama için ortaya konan delilleri inceleyen İstinaf Mahkemesi’nin onay kararına göre “Mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılık, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik yok.”
Delillere geçmeden davanın iddianamesinden suçu tarif eden paragrafı hatırlayalım:
“Cumhuriyet gazetesine, silahlı terör örgütü FETÖ/PDY tarafından özellikle 2013 yılından itibaren âdeta el konulduğu, şüpheli Can Dündar’ın gazetenin başına geçmesi ile birlikte gazetenin, kurucusu Yunus Nadi’nin yukarıda belirtilen amaç ve hedeflerinin dışına çıkarak farklı bir yörüngeye oturduğu belirlenmiştir. Gazete bu dönemde âdeta FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C terör örgütlerinin savunucusu ve kollayıcısı olmuştur.”
Cumhuriyet gazetesini Yunus Nadi’nin amaç ve hedefleri dışındaki bir yörüngeye oturtmanın bir suç olması bir tarafa, davanın üzerine kurulduğu iki suçlama cümlesindeki ortak kelime herhalde dikkatinizi çekmiştir:
“Cumhuriyet gazetesine, silahlı terör örgütü FETÖ/PDY tarafından özellikle 2013 yılından itibaren âdeta el konulduğu…”
“Gazete bu dönemde âdeta FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C terör örgütlerinin savunucusu ve kollayıcısı olmuştur.”
Savcı, iki ana suçlamasını cümleye dökerken hüküm vermek için “adeta” kelimesine ihtiyaç duymuş.
Gazeteye FETÖ adeta el koymuş ve gazete adeta terör örgütlerinin savunucusu olmuş.
Aslında bu iki cümle bile dosyadaki deliller hakkında bir fikir veriyor. Çünkü onlar da adeta deliller.
Dosyanın en fazla yer kaplayan delilleri, gazetenin haberleri ve bazı köşe yazıları.
Ama ceza kanununa göre 4 ay içerisinde haklarında suç bulunup dava açılmamış ya da dava açılmış ama haklarında ceza verilmemiş haberlerden bahsediyoruz.
Yani bu haberlerin bu davada delil olması mümkün değil.
Ayrıca bu haberlerden gazeteyi çıkaran vakıf üyelerini, gazetenin haberlerle ilgisiz yazar ve çalışanlarını suçlamak da mümkün değil.
Ancak eleştirel bir köşe yazısının konusu olabilecek bu haberlerin iddianamede ne işi olduğunu anlamak ise hiç mümkün değil.
İkinci deliller tanıkların ifadeleri.
Cumhuriyet gazetesinin çalışanlarını FETÖ’ye yardımla suçlayan tanıkların bir kısmı gazeteyle ilgisiz isimler: Hüseyin Gülerce, Latif Erdoğan, Cem Küçük Talat Atilla.
Cumhuriyet gibi bir gazetenin FETÖ’ye yardım ettiğine tanık gösterilmiş bu isimler işin trajikomik kısmı. Anlattıkları da her akşam tvlerde anlattıklarından farksız duyumlar, analizlerden ibaret.
Ama diğer tanık listesine trajikomik demek zor, belki sadece trajik denebilir.
Çünkü Cumhuriyet gazetesinin yazar ve çalışanlarını aylarca hapiste yatıran ve yeniden hapse sokacak bu suçlamaların diğer tanıkları gazetenin eski yönetici, yazar ve çalışanları.
Aslında şöyle düzeltmek gerekir. Bir kısmı artık gazetenin yeni yönetici ve çalışanları. Bir ucu Silivri’ye çıkan dava, Şişli’deki gazete yönetimi değiştirdi.
Cumhuriyet Vakfı’nın eski yöneticileri İnan Kıraç, Alev Çoşkun, eski genel yayın yönetmeni İbrahim Yıldız, eski yazarları Mehmet Faraç, Rıza Zelyut, gazetenin eski haber müdürü ve yeni Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya, muhabiri Mikayese İlnur, Ali Açar’ın ifadeleri bir fraksiyon kavgasından, “gazetemizi ele geçirdiler” dövünmelerinden ibaret. Ama tek farkla; bunları savcıya da anlattılar sonra mahkemeye gelip orada da tekrarladılar.
Üstüne üstlük onların ifadelerinin de katkısıyla hapis yatan arkadaşlarını sonra gazeteden de gönderdiler.
Yani davanın tanıkları hukuktan çok, sosyolojiyle ilgili bir mesele. Tanıklıkların ifadeleri, dava hakkında olmasa da Türkiye’deki insan kalitesi, fraksiyon kavgalarının acımasızlığı, politik kutuplaşma hakkında bize çok şey söylüyor.
Bu dedikodu, tezvirat, siyasi analiz arasında gidip gelen deliller dışında dosyada bu isimleri, iddia edilen üç örgüte bağlamaya çalışan ‘ciddi’ deliller ise haklarındaki MASAK ve HTS raporları.
İstinaf Mahkemesi’nin de hukuki ve ikna edici bulup onadığı bu delillerden bazılarına bakalım.
Gazetenin avukatlarından ve eski vakıf yöneticisi Bülent Utku’yu PKK’ya ilişkilendiren delil 2004 yılında, Erol Dora’nın yanında bir sene çalışmış olması. Erol Dora, bundan 11 yıl sonra HDP’den milletvekili seçildi. Erol Dora, 20 işlemde 66.000 TL gönderdiği tespit edilen Pervin Buldan’a, Pervin Buldan da bazı yöneticileri Kongra-Gel bağlantılı olan bir ajansa bağlanmış.
Böylece 15 yıl önce, 13 yıl sonra HDP milletvekili olacak birinin yanında bir sene çalışmak PKK’ya bilerek ve isteyerek yardımla suçlamasına bir delil oluvermiş. Bu zaman, mekan ve illiyetten bağımsız delil de Bülent Utku’yu bir kere daha hapse sokacak.
Cumhuriyet Vakfı eski yöneticisi Önder Çelik’i yeniden hapse sokacak delillerden biri ise 2011 yılında bir hesaba gönderdiği 345 TL.
Y.M. adında bir kişiye bu parayı göndermesinin sebebini mahkemede şöyle açıklamış: “Arabamı tamir ettirdiğim N.M. bana bu hesabı vermişti.” Peki burada suç ne? Bu hesabın sahibi olan Y.M.’nin 2009 yılında çalıştığı şirketin FETÖ şüphesiyle işlem görmesi. İşte bu da Önder Çelik’i yeniden hapse sokacak aleyhindeki delillerden biri.
70 yaşındaki yazar Güray Öz’ü yeniden hapse sokacak delil ise Çankaya’da arada bir sipariş verdiği bir pidecinin hakkında FETÖ iddiası olması. Ayrıca mahkeme safahatında pidecinin FETÖ değil, hırsızlıktan sabıkalı olduğu da ortaya çıktı. Ama bütün bu gereksiz ayrıntılar istinaf mahkemesini ilgilendirmedi.
Ama en çarpıcı deliller Hakan Kara ve Musa Kart’ı yeniden hapse sokacak deliller.
Her ikisinin de aradığı bir numara onları FETÖ ile irtibatlı yapmış. İddianameden okuyalım:
“Turistik Servisleri A.Ş adına kayıtlı/kullanımında bulunan ......1070 ve ...7130 nolu hatlar ile irtibatının bulunduğu, anılan şirket hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 2014/156*** sayılı soruşturma yürütüldüğü”
İddianamede nedense tam adı yazılmayan Turistik Servisleri AŞ aslında ETS turun uzun adı. Başındaki “E” de Ersoy.
İki Cumhuriyet yazarı tatil için ETS turu aramışlar ama iddianameden öğreniyoruz ki şirket hakkında 2014’de bir FETÖ soruşturması yürütülmüş. O soruşturmanın akıbeti de meçhul.
Ama kesin olan iki şey var. Bu tur şirketini aramak iki yazar ve çizeri yeniden hapse gönderdi. Dava sürerken bu tur şirketinin sahibi ise Turizm Bakanı oldu. Muhtemelen şirket hakkındaki soruşturmada da kayda değer bir şey çıkmadı.
Ama ne fark eder. İstinaf Mahkemesi bu kadar ayrıntıyla da ilgilenmemiş.
Belki Yargıtay diğer isimlerin dosyalarını incelerken delilleri daha yakından inceler.
Örneğin Akın Atalay’ın 7 yıl hapis almasına neden olan şu delili:
“28 Mart 2011 tarihinde gerçekleştirdiği işlemle 2.500.-TL tutarında EFT gönderdiği Hüseyin Aktaş isimli şahıs hakkında MASAK veritabanında yapılan araştırma neticesinde; şahsın oğlu olan Atilla Aktaş'ın MASAK Başkanlığı tarafından (…) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen (...)sayılı analiz raporunda, yurtdışındaki ATM’lerden çekilmek üzere birbirlerinin hesaplarına havale EFT ve nakit yatırma işlemleri yoluyla para aktaran ve bu nedenle birbirleriyle ilişkili oldukları anlaşılan şahıslardan Şaban Aydın'a ait olan Boğaziçi (…) Ticaret Limited Şirketi'nin mal ve hizmet satışı yaptığı gerçek kişiler arasında bulunduğu tespit edilmiştir.”
Mahkemedeki savunmalar sırasında Hüseyin Aktaş’ın bir parkeci, adı Boğaziçi ile başlayan şirketin ise Bursa’da bir lokanta olduğu ortaya çıktı.
Yani Akın Atalay, 2011’de bir parkeciye 2500 TL ödemiş. O parkecinin oğlu da bir gün Bursa’daki lokantada yemek yemiş. O lokantanın sahibi hakkında MASAK raporu varmış. İşte bu da yedi yıl hapis cezasının delillerinden biri olmuş.
Haklı olarak bunlar zaten çok defa yazıldı diyenler çıkabilir.
Ama hayret hissimizi korumak için tekrar tekrar hatırlamakta fayda var.
İşte bu delillerle aylarca hapis yatmış, insanlar yeniden hapse girmeye hazırlanıyor.
Ve bütün bunlar gerçek hayatta, Türkiye’de, 2019 yılında ve hepimizin gözü önünde oluyor.