Süper ligin 27 haftası geride kaldı.
Geride kalan 27 haftada Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ilk iki sırayı nerede ise garantilediği bir şampiyonluk yarışı, ağırlıklı olarak Trabzonspor ve Beşiktaş arasında geçmesi beklenen bir 3.lük mücadelesi ve yaklaşık 12 takım arasında geçmekte olan amansız bir kümede kalma mücadelesi söz konusu.
Fenerbahçe ve Galatasaray yöneticileri ile onların medya suflecileri, bu sezon daha ilk haftadan başlayarak bıkmadan, usanmadan hem kendi maçlarının hem de rakiplerinin maçlarının hakemlerine veryansın ediyorlar. Galatasaray’ın oynadığı her maç “Ali Sami Yen’de kara gece” Fenerbahçe’nin oynadığı her maç ise “Kadıköy’de kara gece “ olarak lanse edilmekte, çok sayıda mecrada. Deplasmanlarda oynanan maçlarda da bir şey değişmiyor, iki takım nerede oynarsa orada “ bir kara gece” yaşanıyor.
FB'lilere göre bütün hakemler Galatasaray’ı, GS'lilere göre de bütün hakemler Fenerbahçe’yi şampiyon yapmak için var güçleri ile çalışıyorlar.
Tabi teorik olarak bu durum mümkün değil. Hakemler her iki takımı aynı anda şampiyon yapamayacağına göre ya onlarda en yakın olasılıkla ikiye bölünmüş, kendi aralarında çatışıyor durumda olmalı ya da bu iddiaların çoğu sadece ithamdan ibaret olmalı. Bu arada bu iki takımla oynayan 3. takımların tamamına yakını da aynı zamanda yine hakemlerden şikayetçi. “Rakibimiz zaten güçlü, bir de hakem desteğine ihtiyacı yok” minvalinde sıkça beyanatlar duyulmakta.
Peki bütün feveranlar tamamen kamuoyu oluşturma, hakemleri baskı altına alma, gri pozisyonlarda öncelik kapma vs. amaçlı mı yoksa belirli bir oranda bu şikayetlerin haklılık payı var mı?
Var tabi.
Hatta bize göre hakem hatalarından şikayette en çok Fenerbahçe ve Galatasaray ile oynayan 3. takımlar haklı. Yani en çok onların canı yanıyor.
Ama büyük feryat onlardan ziyade, onlar sayesinde puan kaybı bekleyen ancak son anda çalınan bir düdükle beklentisi boşa çıkan diğer rakipten gelmekte.
Ama bütün bu gürültünün “adil bir sportif mücadele “ ya da” Türk Futbolunun ulvi geleceği” adına yapılmadığı ortada.
Ne acıdır ki futbol ve spor kültürü , sokaktaki taraftar bir yana kulüp yöneticileri ve başkanlarında dahi yeterince mevcut olmadığından olsa gerek ikinci sırada kalan takımın “ligin geri kalan 19 takımının en kötüsü ve hatta en rezil olmuşu” ilan edileceği bir felaketzede hissiyatı her iki tarafa da egemen olmuş görünmekte.
YETERSİZ HAKEMLER
Liyakattan ziyade başta “babadan oğula” olmak üzere kendine özgü bazı ritüellerle bir şekilde liglerde karşımıza çıkan hakemlerimiz ne yazık ki Türk Futbolunun en zayıf halkası.
Belirli kliklerin ya da belirli oluşumların kontrolünde seyreden hakemlik müessesesi o kadar kalite kaybına uğradı ki, İngiliz ya da Alman liginden maç izleyen gençlerimiz, hakemlerimizin sahada duruşlarına, düdük çalmalarına, oyuncu diyaloglarına, büyük takımların maçlarında tırsmalarına vs. maalesef tebessüm ve alayla bakmakta çoğunlukla.
Eğer siz büyük takım puan kaybederken son dakikalarda, doğru ya da hatalı bir penaltı düdüğü çaldığınızda yüzünüzdeki ifade” oh be kurtuldum” ifadesi ise sizi hiç kimse ciddiye almaz.
Sizin atamanızda hatta görevde kalmanızda söz sahibi olabilen büyük takım yöneticisi hiç almaz.
Hakemleri çoluk çocuk nezdinde dahi “zavallı” duruma düşüren bizzat bu müessesenin kendi belirlediği ve kendi tercih ettiği “kamuoyunda varolma şeklidir”.
Bugün 85 milyonluk koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde “ben hakem olmak istiyorum, hangi okula gitmem gerekir” diye soran bir çocuğa babasını vereceği cevap yoktur.
Günümüz Türkiye’ sinde maalesef hiçbir babanın çocuğunun hakem olması ilk tercihi olmamakla beraber çocuğuna vereceği en mantıklı cevap “ oğlum sen hakem olamazsın ancak eski hakemlerin oğulları genellikle hakem olabiliyor” türü bir şey olurdu muhtemelen.
Eğer hakemliğimiz” küçük olsun bizim olsun” tarzında ısrar etmeye devam ederse, önce yabancı hakemlerin görev alması, bir süre sonra da ligimizin tamamen yabancı hakemlere teslim olması kaçınılmaz görünmektedir.
Eski hakemlerimiz de mevcut hakemlerimiz de büyük takımlarımızın maçlarında, özellikle ev sahibi olduklarında aleni korkmaktadır.
Korkak insanlar hakemlik yapamaz.
Ve korkak insanlara kimse saygı göstermez.
F.BAHÇE VE G.SARAY
Her iki kulübümüzde kuruldukları günden beri şampiyonluk namzeti. Birçok şampiyonlukları var. Yüz yıldan fazla bir ezeli rekabete sahipler.
Ancak her ikisi de resmi kayıtlara göre Avrupa’nın mali anlamda en kötü yönetilen kulüplerinden.
Tıpkı diğer ezeli rakipleri Trabzonspor ve Beşiktaş gibi berbat bilançolara sahipler.
Bir tanesi 6 yıldır tekrarlanan bir başarısızlığı bitirmek ve 10 yıllık şampiyonluksuzluğa son vermek,
diğeri ise Şampiyonlar Liginin müdavimi olmak, bu şekilde düzenli yüksek gelir ile rakiplerle arayı açmak ve hatta bu sezon rakibini de bloke etmek amacı ile “mevcut sürdürülemez ekonomik durumu görmezden gelerek” her ikisi de amiyane tabirle “sermayelerini kediye yüklediler”
Sadece Türkiye’ye özel tuhaf bir uygulama ile birinci sırayı kılpayı kaçıranın en çok aşağılandığı bir ülkede yarışı kaybetmenin ve sermayeyi kediye yüklemenin gerginliği ile ve artık açıkça söylemek lazım;
“kendi hatalarını, plansızlıklarını ve programsızlıklarını, zaten ahı gitmiş vahı kalmış hakemler üzerinden tertemiz gençlerimize ve çocuklarımıza fatura etme gidişatında her iki kulübümüzde ne yazıkki.
Bilerek ya da bilmeyerek.
Hiç kimsenin buna hakkı yok.
Ama hiç kimsenin.
Özellikle kişisel hırslarını, başka alanlardaki başarısızlıklarını ve farklı çıkarlarını bir futbol kulübünün arkasına saklamaya çalışan muhterislerin.
Sporun temelinde olan “insan yani sporcu yetiştirme” ana misyonunu zerre beceremeyip, sıfır futbolcu üretip ama bir yandan rulet masası misali kulüplerin olmayan paralarını batırıp, bunu da topluma “çatışma ve kutuplaşma” olarak fatura etme nasıl bir sorumsuzluk ve nasıl bir yöneticilik anlayışı olabilir?
Yenen yenileni, yenilen de yeneni tebrik eder, sonraki maça bakar.
Futbol temiz bir oyun, temiz bir şölendir.
Kirli insanlar uzak durmalı.