Lozan nihai bir anlaşma değildir. Tarafların zaman kazanmak, nihai bir hesaplaşma için gerekli önlemleri almak üzere attıkları bir adım, bir süreçtir. Çünkü hem batılılar hem de Türkiye Lozan’ı yüzyıllık bir fırsat olarak görüyordu, maddeleri çok da önemli değildi.
Bu yüzden İsmet İnönü Lozan’dan dönerken anlaşmanın maddeleriyle ilgili eleştirilere karşı “yüz yıl kazandık” demişti. İlginçtir, hemen hemen aynı tarihlerde Arabistanlı Lawrence de sahadan Londra’ya gönderdiği bir raporda “Kürtlerle Türkleri birbirine düşman etmemiz için yüz yıla ihtiyacımız var” diye yazmıştı. Batılılar sahadan beslenen bu akılla Lozan’a gitmişlerdi. Türkiye’nin batı sisteminin ayrılmaz bir parçası olabilmesi için ya da Türkiye’nin de batının bunaltıcı baskısından kurtulması için yüz yıla ihtiyacı vardı ve Lozan her iki tarafa da bu fırsatı sunuyordu.
Lozan anlaşmasının yüzyılının dolmasına şunun şurasında birkaç yıl kaldı. Yüz yıllık maratonun son turu geçiliyor. Bu yüzden ataklar, deparlar iyice yoğunlaşmış bulunuyor. İpi kim göğüslese önümüzdeki yüzyılı kazasız belasız götürecek gibi.
Peki, taraflar yüz yılı nasıl değerlendirdi?
İsmet İnönü’nün Lozan’dan edindiği intiba şuydu: Bu batılılar İslam’dan rahatsız. Biz İslam’ı devletin vitrini olmaktan çıkarırsak, köylere, kasabalara ötelersek, batılılar bizi rahat bırakırlar. Bir de batılılar self determinasyonu savunuyorlar. Şayet Kürtleri asimile edersek artık böyle bir sorunumuz kalmayacağı için batılıların bunaltıcı siyasal müdahalelerinden kurtuluruz. Devlet aklı bu çıkarsamayı benimsedi.
İslam’ı azaltma süreci ile birlikte Kürtleri, Ermeni olaylarından sonra fiziki bir yok etmeyi göze alamadığı için, asimile etme sürecini başlattı.
Aslında bu Lawrence’in “Kürtlerle Türkleri birbirine düşman etmemiz için yüz yıla ihtiyacımız var” diyerek ele verdiği batılı planın da ta kendisiydi. Kemalist rejim Müslüman görünüp batının hışmını üstüme çekmeyeyim diye İslam’la çatıştıkça aslında tam da batının istediği bir şeyi yapıyordu. Batılı hayat tarzına alan açmak. İnsan hakları, özgürlükler, özgür düşünce, serbest teşebbüs gibi evrensel değerlerden söz etmiyorum, batının yozlaştırıcı marjinal ahlakından söz ediyorum. Yine batının burada farklı bir ulus vardır diye siyasal anlamda müdahale etmesinin önüne geçmek için Kürtleri eritme politikasını izlerken de batının siyasal anlamda içişlerine müdahale etmesine alan açıyordu. Bu fasit daire yüzyıllık maratonun son turuna kadar devam etti. Kemalist rejim hangi adımları atıyorsa batının kar hanesine yazıldığı fark edildi. Böyle giderse yüzyıllık maratonun sonunda ipi batının göğüsleyeceği fark edildi. Ve Anadolu halkı, süreci lehine çevirmek için son on üç yılda AK Parti'nin şahsında atağa kalktı. Önce İslam’la kavga etmeye son verildi. Ardından barış sürecini başlatılarak eski Türkiye’nin Kürtlerle çatışmayı esas alan politikasını rafa kaldırmak için yoğun bir çaba içine girildi.
Karşı atak gecikmedi. Türkiye’de İslam’ın daha görünür olmaması, dolayısıyla marjinal, yozlaştırıcı batı ahlakının alanının iyice daralmaması için dışarıdan IŞİD ve benzeri gruplarla, içeriden de PKK’nin savaşı yeniden başlatmasıyla Türkiye yeniden çembere alındı. Yani Türkiye’ye birinci dünya savaşının sonunda öngörülen sistemin dışına çıkamayacağı mesajı verildi.
Bu son çatışmanın düzmece “barış masasını devirdiler”, “Kobani düştü düşecek dediler” hikayeleriyle bir ilgisi yok. PKK adeta Türkiyenin eteklerinden tutarak sistemin dışına çıkmayacaksın, diyor. Hatta sn. Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” şeklindeki sözünün anlamı da “sistemin dışına çıkmana izin vermeyeceğiz”dir. Yani “Kürt siyasal hareketi” Kürtlerin ve Türklerin birlikte ebedi kaybı anlamına gelen bu maratonu Türkiye’nin yeni Türkiye olarak kazanmasını istemiyor.
Peki ne olacak? Eğer Türkiye, yeniden başlayan bu tuzak çatışmayı temel bir politika haline getirirse, yüzyılı kaybedecektir, bu kesin.
Dikkat ederseniz yüz yıllık maratonun kazananı veya kaybedeni olmak tamamen Türkiye’nin bir şeyler yapıp yapmamasına bağlıdır. İslam’la ve Kürtlerle savaşırsa, batı kazanacak. Değilse son turun son çeyreğinde burun farkıyla da olsa Türkiye kazanacak.
Aksi taktirde bir “yüz yıllık yalnızlık” bekliyor bizi.