Seksenli yıllarda Erzurum’da bir hacı amca bir münasebetle bana “Nerde eski Kürtler!” demişti. Hacı amca Türklerin eski Türkler olduğunu sanıyordu tabi. Kemalist rejimin Türklerin içini oyduğunu, Kürtleri de tersten yeni bir anlamlandırmaya tabi tuttuğunu nereden bilecekti. Ben de o yıllarda bilmiyordum. Bir İslamcı olarak iki Müslüman milletin bu çelişkisini, çatışmasını anlamlandırmaya çalışıyordum çaresiz. Sonra kelimelerin, isimlerin yerinde durduğunu ama artık eski anlamlarını çağrıştırmadıklarını anladım. Kelimeler konuldukları yerlerden tahrif edilmişlerdi. Tahrifatlar sadece kutsal kitapların ayetlerinde olmuyordu. İnsanların hayatında da oluyordu. Hatta en tehlikelisi, en yıkıcısı buydu.
Varlıklara ad koymak insanın en önemli özelliklerinden biridir. Kur’an’ın sembolik anlatımıyla canlandırdığı metafizik sahnede insanın meleklerden ve cinlerden üstünlüğünün bir göstergesi olarak sunulur bu özellik. Eşyaya ad koymak varlıkla sağlıklı iletişim kurmak ve ondan azami derecede istifade edebilmek anlamına gelir.
Türkiye’de Kemalist rejim Anadolu ölçeğinde bir yanlış adlandırma örneğidir. Bu yüzden hiç de verimli olmayan bir seksen doksan sene yaşadık. Her insan kümesi bu coğrafyada kendisine ait olmayan isimler altında varlığını sürdürmek zorunda kaldı. Alevi olan Sünni, Sünni olan laik, Kürt olan Türk ismiyle kendini ifade etmek durumunda bırakıldı. Ve tabi herhangi bir gelişme, ilerleme olmadı. Çünkü isim ile müsemma arasında doğrudan bir ilişki vardır. Müsemmadan verim almak için onu doğru şekilde isimlendirmek gerekir. Adını doğru koymazsan eşya dönüp sana bakmaz.
Kürtlere seksen sene Türk dendi, Kürt oralı olmadı. Son yıllarda doğru ad koyma çabası gösterildi. Bu sefer Kürdün bırakıldığı yerde olmadığı görüldü. Çünkü karşıt bir adlandırma ile Kürt de asli anlamından uzaklaştırılmıştı. Kemalizm Türkü yeniden anlamlandırırken Kürdü de gergef gibi işlemişti. Kemalizm bir ifsat edici adlandırma hareketiydi çünkü.
Türkiye ölçeğinde yanlış anlamlandırmadan söz ettiysem bu sadece bu ülkeye özgü değildir. Coğrafyamızın tümünde yaşanan tüm gelişmeler, daha doğrusu yaşanan tüm yıkımlar Batı medeniyetinin eşyayı, varlığı, bununla beraber insanları kendi bakış açısına göre isimlendirmesinin birer neticesidir. Batı medeniyeti sadece yeni kelimeler, kavramlar üretmekle kalmamış, asıl yıkıcı olanı eski kelimelere, kavramlara yeni anlamlar vermiştir. Diğer bir ifadeyle birkaç yüz yıllık batı egemenliği yeni bir “adlandırma” sürecidir. Hatta Kur’an’ın deyimiyle “yuharrifune’l kelime an mewadiih”(kelimeleri konuldukları yerlerden tahrif ediyorlar) in tezahürüdür.
Biz ise kendimize ait kelimeleri kullanırken onların gelenekten kaynaklanan asli anlamlarını kast ettiğimiz halde, beklediğimiz neticeyi alamıyoruz. Çünkü zihinlerimize ve hayatımıza egemen anlam dünyası geleneksel anlam dünyası değildir. Bu yüzden Kürt bizim bildiğimiz, rahatlıkla hayatımızın bir yerinde konumlandırdığımız Kürt değildir. Yeniden üretilmiştir. Türk de öyle. Kelime bize ait ama anlam bambaşka. Biz ise kelimenin tanıdık olmasından hareketle anlamın da hala bize ait olduğunu sanıyoruz. Yani yüz yıllardır yaşadığımız alt üst oluşların bilincinde değiliz. Bu yüzden ellili yaşlarda okuma yazma bilmeyen bir Kürt kadını elinde “LGBT” haklarıyla ilgili bir dövizle karşımıza dikilince apışıp kalıyoruz. Ya da Kürt haklarıyla ilgili en ufak bir gelişmeye ölümüne karşı koyan Türk’ü görünce hayretler içinde kalıyoruz.
Son yıllarda Türkiye’ye hakim olan süreç eşyaya doğru bir zaviyeden bakmaya ayarlıydı. Ve doğru adlandırmalar peş peşe hayat buluyordu. Bir çok açıdan verimli bir süreç de yaşanıyordu. Kürt sorunu bağlamında da doğru bir adlandırma etkin olmaya başlamıştı ve doğal olarak çok verimli bir gelişme olarak barış süreci başlamıştı. Ama bu sefer Kürt cenahında böyle bir anlayışın etkili olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Dolayısıyla Türkiye’nin sorunu doğal mecrasına, anlam dünyasına çekip verimli bir sonuca bağlama çabası savaşla karşılık buldu. Son çatışma sürecinin bir de böyle bir tarafı var. Islah edici adlandırma mı ifsad edici adlandırma mı?
Kürtlerin ölümlere sürüklenmesi ve Kürdistan’ın yangın yerine çevrilmesi gösteriyor ki Kürt tarafında yanlış adlandırma belirleyicidir. Başka türlü burnunu göstermekten utanan bir Kürt kadını, normal şartlarda en azından namus meselesi yapılacak bir davranışı yani “LGBT” dövizini taşıyamazdı.
Kelimelerin asli anlamlarını bulması için çok çalışmamız gerekir çok. Eşyaya, varlığa ve insana doğru zaviyeden bakıp doğru adlandırmayı gerçekleştirme azmindeki anlayışın egemen olması için de.