Derler ki yayıncılar roman yazması için Dostoyevski’ye parasını peşin verirlermiş. Üstad parayı alınca uzun süre ortalıkta görünmezmiş. Herkes roman yazmak için evine kapandığını sanırken o Avrupa kumarhanelerinde parayı tüketmekle meşgul olurmuş. Paralar suyunu çekince de Rusya’ya geri dönermiş. Bu yayıncılardan biri parayı verdikten yaklaşık bir yıl sonra üstadı karşısında görünce “Ne oldu üstad, roman hazır mı?” diye sormuş. Dostoyevski bana eski Türkiye’yi, zaman zaman Yeni Türkiye’yi hatırlatan şu harika cevabı vermiş: Her şey hazır, bir yazması kaldı.
***
Şu güneşin altında Kürt sorunu ile ilgili olarak söylenmemiş söz kaldı mı? Her şey söylendi, tartışıldı. O kadar ki Türkiye’nin aydını, akademisyeni, yazarı, çizeri işi gücü bırakmış otuz kırk senedir bu konuya kafa yoruyor. Süreçlerin silahlısından silahsızına kadar her türlüsü denendi. Herkes eteğindeki taşları döktü. Yani her şey hazır, bir yapması kaldı.
Bazen sanki yapmamak için konuşuyoruz diye düşünmüyorum değil. Sanki konuşmayı zamana yayarak yapmaya zaman kalmasın istiyoruz gibi.
Ne var ki Dostoyevski’nin rahatlığına – haksızlık etmeyelim, ürettiği eserler bunu fazlasıyla affettiriyor- dair bu fıkraların sonunda dudaklarda tatlı bir tebessüm kalırken, Türkiye’nin bu zamana yaymacı tavrı geride dudaklara yayılmış acı bir ifade, acının gözyaşından şerha şerha olmuş yüzler bırakıyor.
***
Fırsatlar birer birer kaçtı gitti elimizden. Ama şu günlerde önümüzde öyle bir fırsat var ki kaçırırsak tarihten önce millet affetmeyecek bizi.
Kürt sorununu bahane ederek otuz kırk senedir dağlarımızda silahlı bir kalkışma yürüten PKK geçen temmuz ayından bu yana akıllara ziyan bir mücadele tarzı geliştirdi. Şehirlerde özyönetimler ilan edip bunları savunmak için hendekler kazmaya başladı. Aslında başta taraftarları olmak üzere herkes şaşkınlıkla seyretti. Ne yapıyorlar bunlar? diye. Derken devlet kararlılıkla üzerlerine gitti. Bunun neticesinde Kürtlerin evleri yıkıldı, işleri durdu. Yurtlarından oldular. Yakınlarının yanına, devletin gösterdiği yerlere sığındılar. En önemlisi PKK’yi kazdıkları hendeklerle baş başa bıraktılar. Bu sürece, bu süreci yürütenlere inanmadıklarını gösterdiler.
Bunu şöyle de yorumlayabiliriz: PKK bu eylem tarzıyla ayağına sıkmış oldu ve bize de altın bir fırsat sundu. Öteden beri “PKK ayrı Kürtler ayrı” diyorduk ya, bunun somut olarak görülmesini sağladı.
Bu saatten sonra devletin, hükümetin görevi, şiddete taparcasına sarılan PKK’ye anladığı dilden cevap vermekle beraber, Kürt sorununa dair on yıllardır konuşulanları uygulama alanına koymaktır.
Aksi taktirde kısa bir süre sonra bunun da kaçırdığımız fırsatlardan biri olmasından korkuyorum. Çünkü tarihimiz, özellikle yakın tarihimiz bu türden kaçmış altın fırsatlarla doludur.
***
Ne zaman Sovyetler’in dağılış süreci aklıma gelse Osmanlı’nın böyle bir hamleyi gerçekleştirememesine yanarım mesela. Ruslar değişen dünya ile birlikte omuzlarındaki ağır yükü hantal komünist sistemle taşıyamayacaklarını anladıkları anda Sovyet bloğunu dağıttılar. Blok içindeki milletlere bağımsızlık vererek geride daha dinamik bir Rusya’nın kalmasını sağladılar.
Bunu hatırladıkça diyorum ki: Osmanlı da böyle bir şey yapabilirdi. Artık imparatorluğa bağlı kalmak istemedikleri belli olan Hristiyan milletlere bağımsızlıklarını verip Müslüman milletlerle daha diri, daha dinamik federal bir yönetim kurabilirdi. Bugün karşılaştığımız sorunların hiçbirini de yaşamazdık.
Ak Parti iktidarı bu işlerin hantal ve hatta gelişmeye kapalı Kemalist sistemle yürümeyeceğinin millet tarafından anlaşılmasının bir neticesidir. Bugüne kadar yaptıkları, “Yeni Türkiye” denilmesini hak ettirecek niteliktedir. PKK’yi sırtından atmış Kürtlerle yeni anayasa bağlamında bir ittifak kurmayı başarması milletimizin makus talihini yenmesi anlamına gelecektir.