Türklerle Kürtler çok sabırlı milletler olmaları itibariyle birbirlerine benziyorlar. Benzer yönlerinden biri de bam tellerinin olması. Bu iki halkın bam teline dokundun mu işin zordur. Ama bam telinin mahiyeti itibariyle genelde birbirlerinden ayrışırlar. O yüzden dikkat etmek gerekir. Biri için tasavvur ettiğin sınırı diğeri için de tasavvur edersen ya da bu sınırı hesaba katmadan hoyratça üzerlerine gidersen fena halde yanılırsın.
Bunun böyle olması son derece normaldir. Aslında her halkın hatta her şehrin de bam teli vardır. Mesela Urfa’nın bam teli meşhur fıkrada gayet hekimane ifade edildiği gibi isot tarlasıdır (fıkradır deyip geçmeyin. Her fıkra derin bir hakikat barındırır. Özellikle bu fıkra Urfa’nın kolektif zekasını da gösteriyor). Bu Urfalı Kürt için de Türk için de geçerlidir. Çünkü yüzyıllardır birlikte yaşadıkları bu şehirde bam telleri ortaklaşmış. Belki de isot tarlası Kürdün ve Türkün birbirinden ayrı bam tellerinin ortak sembolüdür. Neticede Fransızlar bunu hesap edemedikleri, dolayısıyla pervasızca isot tarlalarına girdikleri için sonlarını hazırlamışlardı vaktiyle.
Türklerin bam teli evde çorbanın kaynamasıdır. Çorba kaynıyor mu değme keyfine Türkün. Ekonomik durumdan bahsediyorum kısacası. Birbirleriyle karşılaşan Türklerin ilk sordukları sorulardan biri “ne iş yapıyorsun, çorba kaynıyor mu?” sorusudur. “Şükür çorba kaynıyor” ifadesi sımsıcak bir çorba kadar insanın içini ısıtır. Çorbanın artık kaynayamaması veya ihtimali bile Türkün başını kaldıracağının işaretidir. Nitekim Kıbrıs fatihi Karaoğlan, Apoyu derdest eden kahraman Bülent Ecevit, bir esnafın “al! Sayın Başbakan ben bir esnafım” diyerek yazar kasayı fırlatmasıyla siyaset sahnesinden çok hazin bir şekilde silindi. Bazıları anayasa kitapçığının fırlatılması sonunu getirdi diyorsa da siz inanmayın. Eğer Türkün evinde çorba kaynasaydı, değil kitapçık ansiklopedi fırlatılsaydı gene de bir şey olmazdı.
Kürtlerin bam teli başını sokacağı evidir. İstanbul’da veya başka metropollerde yaşayan bir Kürt memleketine gittiğinde ilk karşılaştığı soru “mala te heye?” dir. “Şikir ji Xwedê re koxikeke me heye” (Allah’a şükür bir kulübemiz var) cevabını verebiliyorsa başı dik dolaşabilir. Yoksa geri dönünceye kadar acıyan bakışların tacizleri karşısında bunalır. Kürtçenin en sıcak ifadelerinden biri “mala min” (evim) dir. Hangi felakete uğrarsa Kürt, o felaketi eviyle özdeşleştirir ve “mala min” diye ağıt yakar. Oğlu, kocası, karısı, kızı ölür veya öldürülür “mala min xirav bû” (evim yıkıldı) der. Vakıa her millette yuva kavramı önemlidir, nitekim Kürtler de bir tas çorbaya önem verirler, ama öncelik her zaman “mala min” dedir. Bir Kürdün evine zarar verdin mi Ecevit’i sahneden silen yazarkasa kadar büyük bir belayı başına sarmışsın demektir. O Kürt artık kuşaklar boyu “mala min…” diye stranlar çığırır. Kemalist rejimin Kürtlere yönelik Dêrsim, Agirî, Geliyê Zilan gibi katliamlarını anlatan klamların neredeyse tamamı “mala min” diye başlar. Kürtlerin “mala min” ifadesinde somutlaşan “ ahı” hiçbir zaman tek parti CHP’sinin yakasını bırakmadı, bırakmıyor o yüzden.
Aşiretler savaşır, onlarca yüzlerce adam ölür gene de Kürt, evine ağıt yakar. Ölen erkekler için “Kuştin şolê meran e” (öldürmek ölmek yiğitlerin işidir) der geçer. O dağılan yuvasına, viran olmuş evine yanar “mala min wêran bû” (evim viran oldu) der.
Geçen televizyonda Diyarbekirli bir teyzeyi seyrettim. Kazılan hendekler, dolayısıyla sokağa çıkma yasağı yüzünden günlerdir evinden çıkamamış. Kendisini kurtaran Askere Kürtçe dualar ediyordu, en önemlisi de “evim sana emanet, ona göz kulak ol” diyordu. PKK bu sefer gerçekten bitti, dedim. Kürdün evine dokundu çünkü. Kürdün on binlerce çocuğunu dağlara çıkartıp ölümlerine sebep olmuş, buna rağmen Kürt’ten çok sert bir tepki görmemiş örgüt bu sefer baltayı taşa vurmuştu. Kürt çocuğunun dağa çıkmasına pek bir anlam verememiş olsa da “kuştin şolê meran e” deyip bağrına taş basıyordu. Bir gün bu anlamsız savaş son bulur diyordu. Ama evine dokununca örgüt, “vanan bipelçiqînin” (bunları ezin) diyordu Kürt kadını.
Son hendek eylem türüyle hiçbir zaman Kürtlerin içine sinmemiş, sadece mağduriyetlerini istismar etmiş, daha doğrusu ceberut devletin uygulamaları yüzünden kendisine bir umut diye bel bağlamış Kürtleri evinden vurdu örgüt.
Sen Kürdün yuvasına dokundun. O teyzenin “ahı” arşı alaya değdi bile.