Her hezimet yenilgidir ama her yenilgi hezimet değildir. Hezimet, yenilgi ile beraber kişinin uğruna savaştığı değerlere olan inancını da yitirmesine denir. Bu yüzden mesela Peygamber efendimizin (s.a.v) hayatında Uhud bir yenilgidir ama Huneyn, savaşa katılan bazıları açısından bir hezimettir. Havazin kabilesinin okçuları huneyn vadisine giren Müslümanlar üzerine yağmur gibi ok yağdırdığında ordu dağılır ve kızıl denize doğru kaçmaya başlar. Ebu Süfyan: “Büyü bozuldu. Allah’a yemin ederim ki ne cennet var ne de cehennem. Bu kaçış ancak denizde son bulur” der. Yenilip kaçanlar değil değerlere imanını yitiren Ebu Süfyan hezimete uğramıştı. Nitekim kaçanlar savaş meydanının tam ortasında düşmana karşı koyan peygamberin güçlü çağrısını duyduklarında yeniden toparlanıp düşmanı bozguna uğratmışlardı.
Sonraki dönemlerde de bu ümmet ağır yenilgiler gördü. Moğollar karşısında mesela. Ama değerlerine olan inancını yitirmediği için bir süre sonra toparlandı ve galipleri içinde eriterek Müslümanlaştırdı. Haçlı seferleri de öyle, acısı hala dinmemekle birlikte Endülüs ricati de öyle. Nitekim Endülüslü büyük alim İbn Hazm böyle durumlar karşısında yenilgi ve hezimetin farkını vurgulamak maksadıyla “Kılıçla yaptığımız savaşlarda yendiğimiz de olur yenildiğimiz de. Ama delille girdiğimiz savaşlarda yenildiğimiz görülmemiştir” derken değerlerimize olan inancımızı yitirmediğimiz sürece yenilsek de kimsenin bizi hezimete uğratamayacağını anlatmak istiyordu. Endülüs’te yenildiğimiz halde hezimete uğramadığımız için Anadolu’dan huruç edip Endülüs galiplerini bozguna uğratmıştık nitekim.
Ama mesela birinci dünya savaşı bizim için tam bir hezimettir. Değerlere inancımızı büyük ölçüde yitirdiğimiz için, yenildiğimiz için değil. Ağır bir yenilgi aldık doğrudur. Toprak kaybettik, hakimiyetimizi yitirdik, o da doğru. Müslümanlık yurdu elli küsur parçaya bölündü. Hepsi doğru ve acı verici. Ama asıl yıkıcı olan bu savaşın biraz öncesinden başlayan ve değerlere inancın yitirilmesi anlamına gelen o meşum sürecin savaşla birlikte içimize iyice yerleşmiş ve süreklilik kazanmış olmasıdır. Mesela bir şair içine sinmiş hezimeti terennüm ederken “binlerce cevami yıkılıp hake serildi”(binlerce cami yıkılıp yerle bir oldu) diyerek Ebu Süfyanvari, büyünün bozulduğundan dem vuruyordu Birinci Dünya savaşı şartlarında.
Bu yüzden üzerinden yüz sene geçtiği halde hala toparlanabilmiş değiliz. Tam tersine yüreklere sinmiş hezimet hala devam ettiği için yıkıcı etkileri bir kar topu gibi büyüyerek devam etmektedir. O kadar ki şu sıralar İslam’dan kitlesel kopuşların başlamasından endişe edilmektedir. Yüz yıl boyunca hezimeti içselleştirmiş aydınlarımız galiplerin kapısına dayanırken şimdilerde onların kıyılarına varmak için kendilerini denizlere vuranlar artık halk kitleleridir. Bunu değerlerden kitlesel kaçışın izlemesi kaçınılmazdır. “Büyü bozuldu. Allah’a yemin ederim ki ne cennet var ne de cehennem” diyenlerin sesi kulakları sağır edecek kadar gür çıkıyor da ondan. Sokaklarımızı ilhad ve ifsad mülevvesleri arşınlıyor nitekim. Tabi hezimete uğramayanlar da vardı sayıları az da olsa.
O süreçte iki ses yükseldi. Biri Mısır’dan biri Türkiye’den. Huneyn’de dağılan ordunun toparlanması için arkalarında seslenen Abbas misali. Bu iki ses yenilginin hezimete dönüşmesinin tehlikesini görmüş ve var güçleriyle haykırıyorlardı. Türkiye’de Bediüzzaman birinci dünya savaşının dumanı tüten enkazı arasında gezinirken ve çokça kişi “büyü bozuldu” diye düşünürken “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür seda İslam’ın sedası olacaktır” diye haykırıyordu.
Mısır’da ise İhvan-ı Müslimin hareketi birinci dünya savaşının enkazı arasında “istikbal inkılabatı”ında tevhidin gürbüz ağacı olmak üzere filizlenen umut fidanına “el-Mustaqbel li haze’d-Din” (Gelecek bu dinindir) diyerek can suyu yetiştirme derdindeydi.
Bu dinin motive edici gücünü belki de mensuplarından çok daha iyi bilen düşmanlar bu iki çıkışa karşı müthiş bir operasyon başlattılar son zamanlarda. Bediüzzaman’ın hareketi içeriden bir manipülasyonla anlamsızlaştırılma sürecine sokulurken İhvan’ın da şiddet sarmalına girmek suretiyle nefret objesi haline gelmesine çalışılıyor. Firavun’un baskıları karşısında metaneti yitirdikleri an hezimet rüzgarı değerlerin son kalesini de ele geçirmiş olacaktır.
Biliyorum, Firavun kan istiyor, Ama denizleri aşma azmindeki Musa’ya da sabır gerekir.
Korkmayın, bu bir büyü olmadığı için bozulmaz. Allah’a yemin ederim, cennet de var cehennem de.