17-18 Mayıs tarihlerinde Diyanet’in Ankara’da düzenlediği “Doğu ve Güneydoğu Bölgelerindeki güncel dini problemler ve zihniyet değişimi” başlıklı panele katıldım. Çok değerli ilim adamlarını, akademisyenleri dinledik. Gece geç saatlere kadar Başkan Prof. Dr. Mehmet Görmez hoca ile sohbet etme imkanını bulduk. Görmez hoca hepinizin televizyonlarda takip ettiği bölgedeki faaliyetlerini anlattı. Bendeniz de bir konuşma yaptım. Değişimi anlatan fıkra gibi bir olayı anlatarak başladım konuşmama:
Bir Kürt, Diyanet kafilesiyle Hacca gider. Kabe’nin yanında bir arkadaşıyla Kürtçe konuşur. Diyanet görevlisi “Bari Allah’ın evinde bunu yapmayın!” der. Fıkra gibi ama bir zihniyeti anlatıyor dedim ve ekledim: Hiç kuşkusuz o zihniyetten bugün Kürt meselesini anlama çabasına gelmiş olmak, “nereden nereye?” demimizi hak ediyor. Başta sn. Başkan ve Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri ve diğer yetkililer samimi bir anlama çabası içindeydiler. Diyanet bu zihniyet değişimine el atmışsa hayırlı sonuçları ümit edebiliriz.
***
Kur’an-ı Kerim’de anlatılır. İsrail oğulları Firavunlar dönemi Mısır’ında köledirler. Durumlarını şu cümle ile özetliyor Kur’an: “Oğullarınızı boğazlıyor kadınlarınızı da sağ bırakıyorlardı”. Musa (a.s) peygamber olarak gönderilir, taşı çatlatan, denizi yaran, tüm maddi ve manevi bariyerleri birer birer deviren bir mücadele ile İsrail oğullarını özgürlüklerine kavuşturur. Kur’an’da belirtildiği gibi her gün “kudret helvası ve bıldırcın eti” ile beslenirler.
Bir süre sonra homurdanmalar başlar. Kur’an “ biz bu kudret helvasına ve bıldırcın etine katlanamıyoruz. Biz yerin bitirdiği soğan, sarımsak, hıyar istiyoruz” dediklerini aktarıyor. Musa da onlara “Mısır’a inin, orada bu istediklerinizden bolca var!” diye karşılık verir. Geçmişlerini hatırlatarak durumu kavramalarını sağlar.
***
Bazı Kürtler ve dindarlar arasında Erdoğan’ın “Diktatör” olduğuna dair homurtuları duyunca aklıma bu kıssa geldi. Elimde zaman makinesi olsaydı bir kısım Kürdü ve dindarı eski Türkiye’ye gönderirdim. Görün bakalım diktatörlük neymiş, derdim.
Elimde zaman makinesi yok, ama eski Türkiye’yi hatırlatan bir hikaye var.
Bir ev kedisi ev sahibi ve çocuklarının baskılarına, işkencelerine dayanamaz ve kaçarak ormana sığınır. Tam özgürlüğüme kavuştum derken kendini bir aslan grubunun karşısında bulur. Kral aslan bu ufak tefek ve garip misafire şöyle bir bakar ve “kimsin? Ne işin var burda?” der. Kedi: “ben senin akrabanım, babalarımız amca çocuğu” der.” Aslan “fazla belgesel izlemiş bu garibim” diye düşünür. Kedi “aslında ben de sizin gibi iri yarı olabilirdim, ama yaşadığım hayat, gördüğüm baskı ve işkenceler yüzünden bu hale geldim. İnanmıyorsan birini benimle gönder, neler yaşadığımı görsün” der. Aslan bu talebi makul karşılar ve bir aslanı kedi ile birlikte yaşadığı köye gönderir.
***
Aslan her şeyi rahatlıkla görebileceği bir yere gizlenir ve beklemeye koyulur. Kedi evin dış kapısına yaklaşır, kapıda izbandut gibi adam kediye: “dur bakalım, buraya başörtüsüyle giremezsin” der ve bir tekme vurarak on metre uzağa fırlatır. Aslan olduğu yerde dört döner. Kedi başına bir peruk geçirerek ancak eve girebilir. Kedicik bahçenin bir köşesinde kafese tıkılan diğer kedilere kedice bir şeyler söyler. Zebellaya rahmet okutan bahçıvan “Burada bilinmeyen bir dil konuşamazsın hemşerim burası Kürkye” diyerek kedinin ensesine bir cop indirerek bayıltır. Neden sonra kendine gelen kedicik aldığı darbenin etkisiyle sendeleyerek içeri girer. Copun etkisi hala geçmediği için olduğu yerde dönmeye devam eder. Gözlerini fal taşı gibi açan hizmetçi kadın kediyi tuttuğu gibi duvara yapıştırır. “Seni sapık mezhepli seni! semah dönüyorsun ha!” der. Kedinin artık Allah’a sığınmaktan başka çaresi kalmamıştır. Bir köşede ellerini göğe açarak Allah’a dua eder. Ev sahibi ve generalden hallice adam “irtica hortladı! Bu saatten sonra evde örfi idare kuralları geçerlidir, der ve ilan edilen olağanüstü hal kurallarınca kedinin yüz metre ileriye fırlatılmasını emreder. Erketede bekleyen aslan kediye acıyan bakışlarla bakar ve birlikte ormana kral aslanın yanına dönerler. Kediye eşlik eden aslan: Efendim, bu kedi doğru söylüyor. O bizim akrabamız. Eğer onun yaşadıklarını biz yaşasaydık, belki de böcek kadar küçülürdük. O gene iyi dayanmış” der.
***
Kıssadan hisse: Özgürlük bir “hıyara” feda edilmeyecek kadar önemlidir.