Teğmenlerin alternatif yemin töreni, daha uzun süre konuşulmaya ve ülkenin siyasi tansiyonunu yükseltmeye devam edecek gibi görünüyor
Konunun tekrar tartışma zeminine gelmesini sağlayan şey, eylemleri nedeniyle ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk edilmiş olmaları…
Bu yazı, kendilerine hangi cezanın verilmesi gerektiğini tartışma amacını taşımıyor. Münhasıran siyaset-ordu ilişkileri bağlamında gerilim potansiyelini arttıran ve disiplin kuruluna sevk edilmelerine gerekçe oluşturan eylemlerinin “yöntemini” ve “içeriğini” analiz etme amacını taşıyor.
Verilecek ceza, bağımsız bir tartışma konusu ki, ben herkesin hata yapma hakkına sahip olduğu gerçeği ve kabulünden hareketle genç subayların bu eylemleri nedeniyle ordudan ihraç edilmeleri gibi ağır bir cezaya çarptırılmalarını doğru bulmuyorum.
Soruşturmanın, okunan metnin içeriği ve atılan sloganla ilgili olmadığını belirten MSB kaynakları, burada, esasen organize hareket eden subayların “disiplinsizliklerinin” ve bunu “hangi motivasyonla yaptıklarının" sorgulandığını ifade ediyorlar.
Eğitimlerini tamamlayarak subaylık kariyerine başlayacak olan askerlerin, karargâhın içinde, kendi başlarına, ordunun resmi yemin metninden farklı bir yemini yapmalarının disiplin açısından kabul edilebilir olup olmadığı, konunun biçimsel yönüyle, yani “yöntem” sorunuyla ilgilidir.
Milli Savunma Bakanlığının gerekçe olarak gösterdiği, “disiplinsizlik ve emir komuta prensibine uyulmaması” konusu, cezai müeyyide için yeter şart olmakla birlikte, aslında ikinci düzeyde kalıyor…Okunan metnin ve atılan sloganın, esas ve içerik yönünden geçerli ve hukuki bir dayanağının olması gerekliliği, öncelikli olarak irdelenmesi gereken bir konu…
Bir ülkenin askeri mezuniyet töreninde okunan metnin içeriği ve taşıdığı anlam, o kadar önemli midir?
Çok önemlidir…
Çünkü ordu, bir yedeği bulunmayan, elinde silah taşıyan ve herkesin en zor zamanda sığınacağı tek güç olduğu için, varlığını ve misyonunu ortaya koyarken herhangi bir kurum gibi davranma şansına sahip değildir.
Bu vazgeçilmez ve alternatifsiz olma özelliğinden dolayı, demokratik düzenin, temel hak ve özgürlüklerin ve ülkede farklı görüşlerdeki insanların huzur ve barış içinde bir arada yaşayabilmelerinin güvencesi ve koruyucusu olma işlevini taşıması ve beyanlarında bunu vurgulaması gerekir.
Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi ile yönetilen bir ülkede, askerlerin şu temel değerleri ve ilkeleri misyon edinmeleri ve bunlar üzerine yemin etmeleri gerekir:
-Anayasaya ve yasalara sadakat, milli iradeyi, anayasal düzeni ve hukuk sistemini korumak,
-Devlete ve millete bağlılık, devletin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve halkın güvenliğini savunmak,
-Demokratik değerleri, insan haklarını ve bireysel özgürlükleri korumak,
-Siyasetten bağımsız, siyaset üstü ve tarafsız olmak,
-Görevini yerine getirirken, yüksek disiplin anlayışıyla ve emir-komuta birliği içinde hareket etmek
“Milli egemenlik,” “demokratik yönetim” ve “hukukun üstünlüğü” ilkeleri; devletin temel kurumlarının varlık nedenlerini ve milli iradeye karşı yükümlülüklerini beyan eden belgelerin, kişilerüstü, çoğulcu, tarafsız ve değişime açık olma anlayışıyla düzenlenmelerini gerektirir.
Bir yemin metninde, adlarından bahisle devlet kurucularının veya siyasi liderlerin ilke ve değerlerine sadakat vurgusuna yer verilmesi, temelde kişiselleştirilmiş bir devlet anlayışını yansıtır, demokratik ve kurumsal yapının önceliğini zayıflatır.
Bu sebeple, demokratik ülkelerin bu tür belgelerinde, ne kadar önemli görevler ve roller yerine getirmiş olurlarsa olsunlar, devlet kurucularının ve tarihteki önemli siyasi figürlerin temel görüş ve düşüncelerine, getirdikleri ilke ve değerlere bireysel kimlikleri üzerinden bağlılık ve sadakat gösterileceğine dair ifade ve taahhütler yer almaz.
Aynı yaklaşımın gereği olarak, demokratik rejimlerde, askerî yapıların örgütlenme ve işleyişlerinin, “ideolojik tarafsızlık” ve siyasetten bağımsızlık” ilkesine dayanması esastır.
Devlet kurucuları siyasi figürler oldukları için, sonuçta toplum ve devlet düzenine ilişkin görüş ve yaklaşımlarının ideolojik bir nitelik taşıdığını ve belirli bir siyaset anlayışını yansıttığını kabul etmek gerekir.
Dolayısıyla ordunun varlığı ve misyonu ile kendi adları üzerinden kurulacak “onların askeri veya ordusu olduklarını” ifade eden bir ilişki, özü itibariyle ideolojik tarafsızlık ve siyasetten bağımsızlık ilkesiyle çelişecektir.
Liderlerin devletin kuruluşundaki rolleri ve sağladıkları katkılar, yaşadıkları dönemin sosyal ve ekonomik şartlarının ve o zaman geçerli siyasi ve ideolojik anlayışların ürünüdür. Dolayısıyla, kuruculuk dönemlerinde getirdikleri ilkelere tartışılmaz bağlılık vurgusu, askeri yapıyı belirli bir ideolojik çerçeveye hapsetme, yeniliklerden uzak kalma ve gelecekte yaşanacak olanları geçmişin bakış açısıyla değerlendirme riskini taşır.
Dünyadaki örneklere baktığımızda, gelişmiş demokratik ülkelerin askeri yemin törenlerinde, ordu mensupları, varlıklarını ve misyonlarını, örneğin ABD’de George Washington’un Almanya’da Bismarck’ın İtalyada Garibaldi’nin askerleri olarak tanımlayıp bağlılık yemininde bulunmazlar. Kendilerini mevcut devlet rejimlerinin kurumsal adlarıyla tanımlarlar; anayasaya, milli iradenin üstünlüğüne ve demokrasinin temel değerlerine bağlılık yemini ederler.
Varlık gerekçeleri ve misyonları, devletin kurucu kadrolarının ve devlet başkanlarının ideolojilerine ve siyaset anlayışlarına sarsılmaz bir bağlılık ve sadakat çerçevesinde şekillendirilen ordular, geçtiğimiz yüzyılın faşist, nasyonal sosyalist ve komünist rejimlerinde geçerli idi…Günümüzde ise, Kuzey Kore ve bazı Ortadoğu diktatörlükleri dışında bir örnekleri kalmadı.
Bu temel kriterler çerçevesinde, askerlerin geçmişte yaşamış askeri ve siyasi figürleri kendilerine örnek aldıklarını ve onlara saygı beslediklerini, ordunun devletteki kurumsal temsili adına olmamak kaydıyla kendi özel mahfillerinde veya mesleki çevrelerinde ifade etmeleri en doğal haklarıdır ve bu milli iradeye ve demokrasiye bağlılık ilkesiyle hiç bir şekilde çelişmez.
Bu bağlamda, subaylarımızın, geçmişte ülkemizin kuruluşunun ve bağımsızlık savaşının simgesi olmuş bir komutana, Mustafa Kemal paşaya sevgi duymaları ve bunu sözleriyle ifade etmeleri en doğal haklarıdır ve tartışma konusu yapılamaz.
Bu çerçevede baktığımızda, teğmenlerin kılıçlı yemin girişimindeki sorun, bunun resmi tören alanında, resmi formatından farklı bir metin eşliğinde, alternatif bir yemin biçiminde ve sloganlaştırılarak dile getirilmesidir.
Harp tarihini öğrenen ve mesleğini en iyi şekilde yerine getirmek isteyen her genç subayın gönlünde, rol model olarak aldığı bir komutanın bulunması doğaldır. Ancak, kişilerin basiret ve değerlendirme güçleri ve tercih özgürlükleri çerçevesinde, takdir ettikleri ve idolleştirdikleri komutanlar birbirinden farklı olabilir.
Bu bağlamda kimi Mustafa Kemal Paşayı, kimi Türk askeri tarihinde büyük yararlılıklar göstermiş başka komutanları, örneğin Enver Paşayı, Kazım Karabekir’i, Fahrettin Paşa’yı, Fatih’i veya Alparslan’ı hayalinin kahramanı olarak benimseyebilir. Burada kimsenin gönlüne ipotek konulamaz, takdir ve değerlendirme yeteneğine ve “ideal komutan” ölçülerine bir kısıtlama getirilemez. Dolayısıyla, kimsenin başkalarına, değişmez ve tartışılmaz bir askeri figür olarak tek bir kişiyi dayatmaması ve bunu bir “kült” olarak zihinlere yerleştirme çabasına girmemesi gerekir.
Bu açıdan baktığımızda, bir grup askerin bir araya toplanarak bir komutanın taraftarlığı üzerinden slogan atmasının, zihninde başka komutanları idolleştiren kişilerin karşıt taraftarlık duygularını kışkırtma ihtimali her zaman söz konusudur. Bu tür farklı bakış açılarının ihtilaf ve kargaşa doğurma potansiyelinin, askerlik gibi uyum, disiplin ve düzen gerektiren bir hizmet alanında her zaman sorun kaynağı olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.
Hızla değişen dünyada, ülkelerin temel savunma mekanizmaları olan orduların, yaşayan dinamik organizasyonlar olarak ele alınmaları ve örgütlendirilmeleri gerekir.
Orduların kendilerini, ne kadar üstün meziyetleri ve sıra dışı başarıları olursa olsun, tarihin belli bir döneminde yaşamış siyasi ve askeri figürlerin kimlikleriyle bütünüyle özdeşleştirerek tanımlamaları ve onların öğretilerinin aşılamaz olduğunu düşünmeleri, gelişen süreç içinde yeniliklere ayak uyduramamalarına ve değişim gereklerine cevap verememelerine neden olabilir.
Böyle bir anlayış, varlık gerekçesini, ideolojik propaganda, şartsız sadakat ve “değişmez nizamın bekçiliği” gibi normlardan alan soğuk savaş tipi “militarist subay” kimliğinin bir yansımasıdır.
Bu tür bir klişeye saplanıp kalmak, subaylarımızın sorgulama ve eleştirel düşünme becerilerini doğal olarak zayıflatacaktır. Ayrıca, profesyonel standartları, “ağ merkezli” savaş ve komuta ilişkisi düzenini ve inisiyatif kullanma esnekliğini önceleyen “bilgi ve teknoloji çağı subayı” standartlarını yakalayamamalarına neden olabilecektir.
Ordunun “değişmez, tek ve ebedi komutan” kavramı üzerinden kendini tanımlaması ve bu anlayış üzerine yemin etmesi, “bir fani” olduğunu vurgulayan Atatürk’ün; bilim, akıl ve pozitif ilkeler doğrultusunda “çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefini” gösteren öğretisine açıkça ters düşüyor.
Çünkü, bilimsel temelli “çağdaş askeri örgütlenme ve yönetim konsepti,” liderlerin yaşadıkları dönemlerdeki şartların değişebileceğini, bu nedenle liderlik yaklaşımlarının ve uyguladıkları yönetim modellerinin geçerliliklerini kaybedebileceklerini söylüyor. Dolayısıyla, orduların değişen ihtiyaçları ve çağın gereklerini karşılayacak şekilde sistemlerini yenilemelerini, kendilerini kişilere bağlılık üzerinden değil de demokratik rejimin temel değerlerine bağlılık ekseninde ifade etmelerini gerektiriyor.