2001 yılının Kasım ayıydı. Mevcut Kamu İhale Kanunu (KİK) hazırlıkları tamamlandı. Avrupa Birliği (AB) Genel Sekreterliğinde OECD-SIGMA uzmanlarının desteğiyle gizli biçimde hazırlanan KİK taslağı Başbakanlığa sunuldu. Türk tarafından Maliye Bakanlığı ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı çalışanları katkı sağlıyordu. AB Sekreterliği ve Dış İşleri Bakanlığı temsilcileri ise gözlemciydi.
Taslak hiçbir kamu kurumuyla paylaşılmadı.
Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla yakın çalışan inşaat sivil toplum örgütleri akşam saatlerinde taslağın o an için son sürümünü bana getiriyorlardı. Sabahlara kadar çalışıp AB direktiflerini emsal alarak taslağa görüş veriyordum. Yanılmıyorsam taslağın yaklaşık 13 sürümüne katkı sağladım.
İnşaat STK’ları gün boyu lobicilik yaptılar. Benim görüşlerim çerçevesinde AB direktifleri yönünde taslakta iyileştirmeler sağladılar.
Türkiye aday ülke olarak AB direktiflerini üstlenmekle yükümlüydü. Halen de öyledir. Daha da önemlisi AB kamu ihalelerindeki rekabet ve saydamlık düzenlemeleriyle dünya genelinde eğilim belirleyicisidir.
“Bu görüşlerin kabul edilmeyen kısımlarını TÜSİAD’ın yayımladığı “Kamu Alımlarında Etkin İhale Tasarımı” başlıklı raporumda paylaştım. TBMM’deki görüşmelerde TÜSİAD raporundaki görüşlerimin bir kısmı da tasarıya dâhil edildi.”
Taslak Bayındırlık ve İskân Bakanlığı müsteşarı imzasıyla Başbakanlığa sunuldu. Başbakanlık gizliliği ortadan kaldırdı ve DPT dâhil diğer kurumları toplantıya çağırdı.
DPT adına toplantıya ben de katıldım ve sordum: “iki aydır bu taslağı yabancı kurumlarla neden gizli biçimde hazırladınız ve STK’ları ve diğer kamu kurumlarını çalışmanıza neden dâhil etmediniz?
Sonradan AK Parti iktidarında Bayındırlık ve İskân Bakanlığında Teftiş Kurulu Başkanlığı da yapan bir şahıs şunu söylemişti: “Uğur Emek’i iyi bilirim. Üç beş kitap okur, gelir teorik teorik konuşur. Beyefendi ben 20 yıldır ihale yapıyorum. Hayatında hiç ihale yaptın mı?”
Gerçekten hayatımda hiç ihale yapmadım. Ama iki ay boyunca yabancı uzmanlar karşısında (ingilizcesi de olmadığı için) gıkı dahi çıkmayan bu şâhsa cevaben şunu söyledim: “Yirmi yıldır ihaleleri doğru düzgün yapsaydınız, ihale yasasını değiştirmek için zaten bu masanın etrafında toplanmayacaktık.”
Değerli okur bu defa giriş biraz uzun oldu kusura bakmayın. Konu anılarımla sizleri sıkmak değil inanın.
Konuyu şuraya bağlayacağım.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı ve yönettiği Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) daha yeni ve en yeni bir “Sosyal konut Projesi ya da Hamlesi” başlattı ya.
İnanın bunlar da kamu alımlarının ne olduğunu bilmiyorlar. İnanın.
Şimdinin partili memurları 20 yıl önceki büyüklerinden öteye gram yol alamamışlar. Hem de ihale kanununu 200 kere değişmelerine rağmen.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
KAMU ALIMLARI KANUNU
Biliyorum 4734 sayılı Kanun’un adı “Kamu İhale Kanunudur” (KİK). 2001’de Tasarıyı hazırlayanlar AB direktiflerini zinhar bilmediklerinden Kanunun adını “ihale” koydular.
2886 sayılı Devlet İhale Kanunu (DİK) hem kamu alımlarını hem de kamu mallarının satışlarını düzenlemekteydi. Bu nedenle de adının içinde ihale (auction veya tendering) kelimesi yer alıyordu.
Oysa KİK sadece kamu alımlarını düzenlemektedir. Kamu satışları Devlet İhale Kanunu çerçevesinde yapılmaktadır.
Kamu alımlarıyla ilgili 4734 sayılı Kanun yürürlüğe girdiğinden beri özdeş isimli (Devlet İhale Kanunu ve Kamu İhale Kanunu) iki tane kanunumuz var. (Cehalet yaratıcılığına hayranım.)
Devlet ve kamu arasındaki farkı bilen beri gelsin. Gelsin de isimlerinden bu iki kanun arasındaki farkı bize de öğretsin.
Daha da önemlisi AB direktiflerinin tam adı “kamu alımlarıdır” (public procurement).
Bu nedenlerle 4734 sayılı Kanun, daha genel bir biçimde Kamu Alımları Kanunu olarak isimlendirilmeliydi.
Değerli okur tabii ki beni dinlemediler ve bildiklerini yaptılar. Çünkü mevzuyu anlamıyorlardı.
4734 sayılı Kanunla Kamu İhale Kurumu kuruldu. 4734 Sayılı Kanunu İngilizceye çevirdiler. Bilin bakalım çeviride Kanunun adını ne koydular?
Bildiniz.
“Kamu Alımları Kanunu” (Public Procurement Law).
Ayrıca AB Türkiye ilerleme raporlarının Türkçe çevrisindeki fasılda da “kamu alımları” ibaresi kullanılmaktadır.
Bu bilgileri buraya bırakalım ve geçen hafta açıklanan “Sosyal Konut Projesi/Hamlesi” üzerinden TOKİ’nin konut ihalelerine bir göz atalım.
Atalım da başlıktaki “yapın ama yapamıyorsunuz” ifademdeki meramımı anlatayım.
2019-2022 yılları arasında 20 adet TOKİ konut ihalesi ilanını inceledim.
İlanların ortak özelliği “ekonomik açıdan en avantajlı teklifin sadece fiyat esasına göre belirlenmesi” ve “yerli istekliler lehine % 15 oranında fiyat avantajı uygulanmasıdır.”
Yasal mı? Evet.
Rasyonel mi? Hayır.
EKONOMİK AÇIDAN EN AVANTAJLI TEKLİF
TOKİ’nin sosyal konutlarının malzemeleri ve imalat kalitesi açısından çok eleştirilmektedir. TOKİ’nin kendi memnuniyet anketinde konut alıcıları konutlarda kullanılan malzemelerin ve imalatın kalitesinden memnuniyetsiz durumdadır. 2012 yılındaki ankete katılanların dörtte üçü malzeme kalitesinin beklentileri karşılamadığını söylüyor. Üçte ikisi tuvalet, banyo ve mutfağın kullanılabilirlik ve kalite açısından kullanıma uygun olmadığını söylüyor.
Hadi bu eski bir veri. Arada bir gelişme olmuş mu? Şikâyet sitelerine yapılan başvurular sorunların hala devam ettiğini gösteriyor.
Üstüne Sayıştay raporları var. Mevzuata göre projenin % 5’inden fazla eksik ve hatalı iş yapılması durumunda, konutların geçici kabulünün yapılmaması gerekiyor.
Sayıştay’ın 2020 yılında yayımlanan “2019 TOKİ Denetim Raporundan” öğreniyoruz ki yapılıyormuş. Yani hatalı ve kusurlu konutlar kabul ediliyormuş. Bir de yapımından vazgeçilen imalatlara da ödeme yapılıyormuş.
Neden? Bilmiyoruz.
4734 sayılı Kanun’un getirdiği yeniliklerden birisi de kazanan teklifi seçiminde ilke olarak “en düşük fiyat” ölçütünden, “ekonomik açıdan en avantajlı teklif” ölçütüne geçilmesidir.
Ancak, alımı yapan idareler uygulaması daha basit olduğundan kazanan teklifin belirlenmesinde hala “en düşük fiyat” ölçütünü kullanmaktadır.
Ekonomik açıdan en avantajlı teklifin belirlenmesinde fiyatın yanı sıra işletme ve bakım maliyeti, maliyet etkinliği, verimlilik, kalite ve teknik değer gibi fiyat dışı unsurlar da dikkate alınmalıdır.
Tabii ki böyle bir teklif değerlendirme mekanizması tasarlamak zordur. Konuyu bilmek gerekir.
Kamu alımları mekanizmasın bir türlü çözemeyen TOKİ’ciler de tekliflerin değerlendirilmesinde basitlik sağlamak adına “ekonomik açıdan en avantajlı teklifi sadece en düşük fiyat esasına göre belirlemektedir.”
Ya da başka bir şey adına. Bilmiyoruz.
Neymiş?
TOKİ ucuz konut yapıyormuş.
Bu yöntem de TOKİ konutlarının kalitesinin düşmesine neden oluyor.
İstekliler en düşük fiyatı sunabilmek için kalitesiz malzeme kullanıyorlar.
Sonuçta ihale tasarımındaki yetersizlik nedeniyle vatandaşlar yaşanabilir standartlarda bir konuta sahip olamıyor.
Devam edelim.
YERLİ İSTEKLİLERİN DESTEKLENMESİ
TOKİ’nin stratejisi, alt ve orta gelir grubuna yönelik sosyal konutlar ile gerekli hizmet birimlerini altyapılarını da tamamlayarak sunmaktır. TOKİ’nin resmi sitesinden öğreniyoruz ki “özellikle yoksulluğun da etkisiyle özel sektör yatırımlarının azaldığı Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerine odaklanılıyormuş.”
TOKİ sosyal konut ihalelerinde “yerli istekliler” lehine % 15 fiyat avantajı sağlamaktadır. Yerli istekliler Türk vatandaşları ve Türkiye’nin kanunlarına göre kurulmuş şirketlerdir.
Sosyal Konut Projesi kapsamında ihaleye katılan bir yabancı firma 100 lira teklif verirse, ihaleyi 115 lira teklif veren yerli firma kazanacak. Aradaki 15 liralık farkı ise TOKİ’den ev sahibi olmak için sıraya giren yoksullar ödeyecek.
Yani % 15 fiyat avantajı uygulaması nedeniyle, TOKİ’nin sosyal konutlarının inşaatlarında asgari ücretli olarak çalışan işçiler; ev sahibi olmak adına patronları olan müteahhitlere konut başına ekstradan 15 lira ödeyecekler. Bu da asgari ücret alan işçilerden müteahhitlere gelir aktarımı yapılacağı anlamına gelmektedir.
Yoksulu ev sahibi yapmak için kurulan sistem, yoksuldan zengine gelir aktarımının bir aracı haline getirilmiş.
Yoksulları yaşanabilir standartlarda konut sahibi yapmayın demiyorum, yapamıyorsunuz diyorum.
İyi pazarlar.