Osmanlı Devleti’nde patrimonyalizm

Uğur Emek

2001 finansal krizini hatırlarsınız. Dolar kuru bugünkü gibi üç kata yakın artmıştı.

Krizden çıkmak için “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” hazırlandı. Bu Programın en önemli ayaklarından birisi de bağımsız kurumlardı.

Elektrik Piyasası Kurumu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Telekomünikasyon Kurumu, Kamu İhale Kurumu ve Merkez Bankası bu programın mahsulü olan kurumlardı.

Bu kurumların idari ve mali özgürlükleri var idi. Kanunlarında, “hiçbir kurum ve merci bu kurumların kararlarına müdahale edemez” deniliyordu.

Mevcut hükümet yıllar içerisinde bu kurumların bağımsızlığını önce fiilen sonra resmen ortadan kaldırdı. Bu kurumlar dâhil devlet kadrolarında liyakat kavramı yerle yeksan oldu.

Sonuç olarak liyakatsiz memurlar ekonomik krizden çıkışa bir türlü çare bulamıyorlar.

Oysa ne diyordu Mehmet Akif Ersoy.

“Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar. / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Nasıl mı?

Gelin bir bakalım.

PATRİMONYALİZM*

Türkiye’nin siyasi kültürünün önemli bir açıklayıcı değişkeni, kökleri Osmanlı İmparatorluğuna kadar giden patrimonyal devlet geleneğidir. Patrimonyal yönetimlerde, meşruiyeti iktidar temsil etmektedir. İktidar otoritesini ülke düzeyine dağılmış oldukça özerk bir sınıf yoluyla değil, gelecekleri kendine bağlı bir patrimonyal bürokrat sınıf aracılığıyla sağlamaktadır. Patrimonyal bürokratlar ise meşruiyetlerini liyakatlerinden değil iktidara olan sadakatlerinden almaktadır. Patrimonyal yönetim herhangi bir kümelenmeye göz yumduğu sürece kolayca yara alabileceği için, çabalarını topluluk üstündeki denetimini korumaya/artırmaya çevirmektedir.

Osmanlı Devleti’nde merkezi yönetim, yerel dinamikler ile uzlaşma yerine, adalet sağlama adına vatandaşlarını (toplumsal çevreyi) kendi mahallinde tutarak korumayı hedeflemiştir. Merkezin çevreden çekinmesi, çevrenin de merkezin iktidar zafiyetinden yararlanma çabaları sürekli bir merkez-çevre gerginliğine neden olmuştur. Bu gerginlik, taraflar arasında güvenin kaybolmasına neden olmuştur.

Patrimonyal bürokrasinin temsil ettiği merkez-çevre gerginliğinin bir sonucu olarak, politikacılar ve bürokratlar, politikaların oluşumu ve uygulanması konusunda çevreyi temsil eden çıkar gruplarıyla (iş adamları örgütleri, işçi sendikaları ve meslek örgütleri gibi) kurumsal bir ilişkiye girememektedir. Bu çıkar gruplarının politikacı ve bürokratlar ile olan kurumsal ilişki-iletişim zayıflığı patron-müşteri (patron-client) ağlarının gelişmesine neden olmakta ve nihayet patronaj kültürünün geniş ölçekte uygulanmasına imkân sağlamaktadır.

(Değerli okur siyasal süreç içerisinde, siyasal partilerin iktidara geldikten sonra kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan üst düzey bürokratları görevden almaları ve bu görevlere siyasal yandaşlık, ideoloji, nepotizm ve kronizm gibi faktörler esas alarak yeni kimseler atamalara patronaj denilmektedir.)

Osmanlı Devleti’nde patrimonyalizm II. Abdülhamid döneminde zirveye çıkmıştır.

VERİN YETKİYİ, GÖRÜN ETKİYİ

Osmanlı Devleti’nde kuvvetler ayrılığı değil, kuvvetler birliği ilkesi geçerliydi. Siyasi ve hukuki güçler padişahta toplanmıştı. Bu yetki çerçevesinde padişah yasama, yürütme ve yargı üzerinde önemli bir güce sahipti.

Devlet büyüdükçe bu işlerin ayrı kurumlar tarafından yerine getirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede meclisler ve kabine sistemi gibi yönetim yapısında yenilikler gerçekleşmiştir.

Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan dönemde, padişahın klasik dönemde yasama, yürütme ve yargı üzerinde sahip olduğu güce belirli sınırlamalar getirilmiştir. Bu değişiklikler neticesinde görece güçlü bir bürokratik yapı ortaya çıkmıştır. Devlet yönetiminde karar kalitesi artmıştır.

II. Abdülhamid bu süreci tersine çevirecek adımlar atmıştır. Devlet organları üzerindeki gücünü artırmıştır. Bürokrasiyle ilişkisinde patrimonyalizmi yeniden canlandırmıştır.

Değerli okur bunun sonucu bürokratik atamalarda liyakat ortadan kalkmış ve idari kararlardaki kalite giderek düşmüştür.

Nasıl mı? Devam edelim.

KAHT-I RİCAL

Padişahlar önemli dönemlerde devlet adamlarından görüşlerini layihalar şeklinde kendilerine sunmalarını isterlerdi.

Osmanlı Arşivinde II. Abdülhamid dönemine ilişkin yüzlerce layiha bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Nusret Paşa’ya aittir. **

Nusret Paşa layihasında “devletin içinde bulunduğu siyasî krizden çıkabilmesi için ıslahat yapılmasının bir zorunluluk olduğunu, ancak hâlen devlet kademelerinin en üstünde bulunan kişilerin çoğunun ehliyetsiz ve kifayetsiz olmaları nedeniyle, bu kişilerle ıslahatın yapılmasının mümkün olamayacağını belirtmektedir”

“Osmanlı Devleti’nin durumunu hastalıktan muzdarip birisine benzeten Nusret Paşa, hastalığı teşhis etmeden tedavinin fayda etmeyeceğini belirtmektedir. Nusret Paşa, devletin bekâ ve şevketinin, siyasetin devamlılık ve düzen içerisinde olmasına bağlı olduğunu belirterek, siyasetin yokluğunun hakikatin yok olmasına; hakikatin olmamasının ise adaletin ortadan kalkmasına, adaletin ortadan kalkmasının ise halkı ve memleketi harap ve perişan edeceğine ve bunun sonucu olarak da devletin yok olmakla karşı karşıya kalacağını belirtmektedir.”

Paşa’ya göre “ehliyetsiz memurlar kişisel ihtirasları için birçok meseleyi hasıraltı etmekte veya görmezden gelmektedir. Bu kişiler askeri ve mülki idaredeki yolsuzlukları ile devletin önemli mevkilerine kendi yakınlarını yetiştirmektedir. Bu da ülke için büyük bir felakettir.”

YOLSUZLUK***

II. Abdülhamid’in önemli özelliklerinden birisi de yolsuzlukla yaptığı mücadeleydi... Yolsuzlukla mücadele adına özellikle de yabancılara çok sayıda demiryolu imtiyazı veriyordu...

İmtiyazların nasıl ve kime verileceğini tamamıyla kendisi biliyordu. Göz önünde bulundurduğu en önemli ölçütlerden birisi de iktidarının devamıydı.

Demiryollarında kilometre başına gelir/kâr garantisi veriyordu. Bağdat Demiryolu imtiyazında hattın iki tarafında yirmişer kilometrelik bir alan dahilinde (İsviçre’den büyük) maden işletme imtiyazı da verildi.

Yapılacak ithalatta gümrük vergisi alınmıyordu. Bu şirketler gelir vergisinden de muaftı.

Bağdat Demiryolu imtiyazında Macar asıllı bir Banker İngiliz sermayesi adına başvuruda bulundu ve dedi ki “biz gelir garantisi istemiyoruz.”

II. Abdülhamid garantisiz bu teklifi kabul etmedi. Çünkü İngiltere Jön Türkleri destekliyordu.

Bunun yerine Jön Türkleri desteklemeyen Almanya’nın başvurusunu kabul etti. (Değerli okur İttihat ve Terakki iktidara geldiğinde anlaştığı ülkelerin başında yine Almanya geliyordu.)

Almanya’ya demiryolu imtiyazını verilirken üstüne yukarıda belirttiğim garantileri ve vergi teşviklerini de verildi.

Değerli okur bunlar herkesin gözü önünde oluyordu. Olan biten en çok da ehliyetsiz ve kifayetsiz memurların dikkatini çekiyordu.

Devlette rüşvet aldı başını gitti.

“Cenap Şahabettin bir makalesinde imtiyazı almak ve prosedürü tamamlamakla iş bitmemekte; alt ya da üst düzeyde bazı memurların da memnun edilmesi gerektiğini dile getiriyordu.”

Değerli okur Rumeli Demiryolları görüşmelerinde devletin ağır bir mali yük üstlenmesinde verilen rüşvetin büyük katkısı olmuştur. Demiryolu imtiyazlarında memurlara rüşvet verme işini de Almanlar başlatmıştır.

Gel zaman git zaman yolsuzluklar ayyuka çıktı. Öyle ki II. Abdülhamid’in kulağına kadar gitti.

Padişah 19 Nisan 1888 tarihinde bir İrade-i Seniye yayımladı ve şöyle dedi: “Demiryolu imtiyazları konusunda bazı komisyon ve dairelerin kişisel çıkar sağlamak amacıyla teklifte bulundukları anlaşıldığı takdirde, ilgililerin cezalandırılacağı bildirilmesi.”

Değerli okur, Osmanlı Devleti’nde rüşveti suç kabul eden Ceza Kanunu 48 yıl önce 1840 yılında çıkartılmıştı. Bu Kanunu rüşvet yiyen memurlar bilmiyorlar mıydı?

Tabii ki biliyorlardı.

Ancak II. Abdülhamid’in bu imtiyazlara çok büyük önem verdiğini biliyorlardı. Bu nedenle de cezalandırılmayacaklarını düşünüyorlardı. Madem öyle biz de cebimizi dolduralım diyorlardı.

Olan biteni Nusret Paşa da görüyordu. Bu nedenle de Osmanlı Devleti’nde “devlet adamı kıtlığı var” diyordu.

Ne diyordu Akif: “İbret alınsaydı tarih, tekerrür eder miydi.”

İyi pazarlar

* Patrimonyalizm kavramı konusunda 2002 yılında TÜSİAD için hazırladığımız Bağımsız Düzenleyici ve Türkiye raporunda yazdığım “Türkiye’de Siyasi Kültürün Temelleri ve İktisadi Sonuçları” başlıklı alt bölümden faydalandım.

** Oğuz, M.2008.Osmanlı Devleti’nde Devlet Adamı Kıtlığı (Kaht-ı Rical) Hakkında II. Abdülhamide Sunulan Bir Rapor. TÜBAR-XXIV, Güz, s.99-121

*** Bu alt bölümde büyük ölçüde Seda Ösrten Esirgen’in doktora tezinden ürettiği şu kitabından faydalandım: Osmanlı Devleti’nde Yabancılara Verilen Kamu Hizmeti İmtiyazları, Turhan Kitabevi: Ankara, 2012

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (16)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.