Aralık, 2022’de bu köşede sağlık hizmetlerindeki basamakları yazdım.
Birinci derece sağlık hizmetleri “koruyucu sağlık hizmetleri” olarak da isimlendirilmektedir. Burada hedef insanları hasta etmemektir. Bu nedenle, bu basamaktaki hizmetlerin çok iyi planlanması ve uygulanması gerekmektedir. Ama Türkiye bu hizmetlerde çok başarılı değil.
Afet yönetimi de buna benzer. Burada “öncelikli hedef”, afet olduktan sonra “krizi yönetmek” olmamalıdır.
Tabii ki afet olduktan sonra kriz mükemmel biçimde yönetilmelidir. Ama öncelikli hedef “risk yönetimi” çerçevesinde, afetlerdeki olası hasarı en aza indirmek olmalıdır.
Son depremdeki enkazdan sonra öğreniyoruz ki Türkiye’de “koruyucu inşaat hizmetlerine” de çok önem verilmiyormuş.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
MEVZUAT ENGELİ
Biliyorsunuz, AK Partinin iktidara geldiği 2002 seçimlerinde “15 bin kilometre duble yol” ve “1 milyon 500 bin konut” inşa etme vaadi vardı.
Ülke şantiye çevrilecekti. Yol ve konut inşaatları ekonomik büyümeyi hızlandıracak ve istihdamı artıracaktı.
İktidara gelir gelmez henüz yürürlüğe girmemiş olan Kamu İhale Kanununu (KİK) değiştirmek üzere çalışmalar başlattılar.
KİK, AB kamu alımları direktiflerini üstlenmek amacıyla çıkartılmıştı. Yönü doğruydu. Ancak önemli eksiklikleri ve hataları da bulunmaktaydı.
DPT uzmanı olarak o çalışmalara ben de katılmıştım.
Amacım, AB müktesebatını tam olarak üstlenilmesi amacıyla, bu eksikliklerin ve hataların giderilmesiydi.
Oysa günler süren o toplantılarda yetkililerden şunu öğrendim: “Türkiye’yi şantiyeye çevirirken mevzuat engeli getirmeyin. Hele de AB ve IMF diye hiç gelmeyin. Amiyane tabirle gol atacağız.”
Sonrasında, mevzuat engeli olarak görülen KİK neredeyse 200 defa değiştirildi.
Şantiyelerin önündeki engel olarak görülen şehir planları, imar mevzuatı ve denetim kuralları yıllar içerisinde önemli ölçüde değiştirildi.
İnşaatın önündeki taşlı ve engebeli yollar temizlenmişti.
Oysa biliyoruz ki inşaat düzenlemelerindeki engel olarak görülen kurallar birinci derece sağlık hizmeti gibidir. Afetlerin hasarını en aza indirgemeyi ve insan canını korumayı hedeflerler.
Bu nedenle bu kurallarla kavga etmek yerine, barışık olunmalıdır.
ŞANTİYE
Evet, son yirmi yılda Türkiye gerçekten bir şantiyeye çevrildi.
Bu politikalar çerçevesinde inşaat harcamalarının GSYİH içerisindeki payı artırıldı. Bu pay 2023 yılında % 5 idi. 2017 yılında % 8’e kadar çıktı.
Ancak, 2018 yılından beri yaşanan kur şokları ve ekonominin diğer dinamiklerindeki bozulmalar nedeniyle 2022’de tekrar %5’e geriledi.
Bu süreçte duble yol hedefi yakalandı ve hatta geçildi.
2003 yılı öncesinde duble yol uzunluğu 6 bin 101 km idi. 2003 yılından itibaren yapılan 22 bin 805 km yol ile toplam duble yol ağı 28 bin 906 km’ye ulaştırıldı.
Hedefin gerçekleşme oranı % 152. Bence bu iyi ve yerinde bir performans.
Peki, bu arada konut hedefine ne olmuştu?
AK Partinin ilk resmi politika metni olan Acil Eylem Planında “Konut Seferberliği” isimli şöyle bir tedbir vardı: “Dar gelirli vatandaşlarımızın, kira öder gibi birkaç yıllık süre içinde ev sahibi olmaları sağlanacaktır.” (s. 105)
Süre “hazırlıklar için 6 ay ve sürekli” olarak belirlenmişti. Sorumlu kuruluş Bayındırlık ve İskân Bakanlığıydı (TOKİ).
Peki, bu konuda TOKİ ne yapmış?
Gelin bir bakalım.
Kurumun resmi internet sitesinden öğreniyoruz ki TOKİ son yirmi yılda 1 milyon 170 bin konut yapmış.
TOKİ öncelikli görevi olan “Sosyal Konutları” desteklemek amacıyla, “Kaynak Geliştirme ve Gelir Paylaşımı Projeleri” yapmaktadır. Bu projelerdeki lüks konutlardan kazanılan paralar sayesinde, sosyal konutların sayılarının artırılması ve maliyetlerinin düşürülmesi hedeflenmiş.
TOKİ’ye göre bu konutların toplam içerisindeki payı % 15 imiş.
Bunları çıkarınca elde edilen sosyal konut sayısı 994 bin 500.
Hedefin gerçekleşme oranı % 66. Bu performanstan anlıyoruz ki TOKİ sosyal konut projelerinde, KGM’nin duble yollardaki başarısının çok gerisinde kalmış. Yani başarılı olamamış.
Malum son Kahramanmaraş merkezli depremden sonra Sayın Cumhurbaşkanı “TOKİ’nin yönetimindeki müteahhit firmaları devreye sokarak, enkaz kaldırma ve konut yapımını hızlandıracağız” demiş ve eklemişti: “Mart ayında 30 bin konutun inşaatına başlayacağız ve bir yıl içinde depremde hasar gören konutların yerine yenisi yapacağız.”
Yine ve yeniden bir konut seferberliği.
Sayın Cumhurbaşkanının endişesini anlamamak mümkün mü? Depremzedelerimiz aç ve açıkta. Bir an önce barındırılmaları gerekiyor.
Ancak Sayın Cumhurbaşkanından rica ediyorum: “Bu defa şehir planları ile deprem, imar ve denetim mevzuatı engel olarak görülmesin lütfen.”
Sonra risk yönetiminde başarılı olunmuyor.
Nasıl mı?
Devam edelim.
RİSK YÖNETİMİ
Değerli okur şehir hastaneleri projelerini hepiniz biliyorsunuz artık.
Belirli illerde mevcut hastaneler kapatılıyor ve genellikle de şehir dışında yeni hastaneler yapılıyor.
Mevcut hastanelerin kapatılmalarının bir gerekçesi de “depreme dayanıklı olmamalarıdır.”
Peki, o zaman şu meşru soruyu sormayalım mı?
2012 yılında İskenderun Devlet Hastanesinin A Bloğunda yapılan “Deprem Dayanıklılık Testi” raporu olumsuz gelmiş. Ancak bu rapora rağmen hastane yıkılmamış.
Deprem anında “hastanede personel, hasta ve hasta yakınları da dâhil olmak üzere yaklaşık 300 kişinin bulunduğu” söyleniyor.
Yazık değil mi bu canlara?
Deprem bölgesinde kartondan evler gibi yıkılan lüks rezidanslara rağmen, İskenderun Devlet Hastanesi vakasına münferit bir olay diyebilirsiniz?
Peki, şuna ne diyeceksiniz?
Malum 2012 yılında kentsel dönüşümle ilgili bir kanun çıkartıldı.
Kanunun gereğini yerine getirsin diye Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bünyesinde “Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü” kuruldu.
Geçen hafta size söylemiştim. 30 bin binanın yıkıldığı söylenen Hatay’ın Belediye Başkanı, “bu Genel Müdürlüğe depremden 5 yıl önce kentsel dönüşüm için yazı yazdığını ancak cevap bile alamadığını” söylemişti.
Bu burada dursun.
Bu kanunla kentsel dönüşüm programına “rezerv alan” diye bir kavram getirildi.
Kanunda rezerv alan “yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya resen Bakanlıkça belirlenen alanlar” olarak tanımlanmaktadır.
Yani kentsel dönüşüm kapsamında güvenli alanlar yapılacak ve yeni konutlar da bu alanlarda yapılacak. Bu çok iyi bir şey.
Kanunun uygulama yönetmeliği rezerv alanların nasıl belirleneceğini de düzenliyor.
Rezerv yapı alanları belirlenirken alanın büyüklüğünü içeren koordinatlı hâlihazır haritası yapılacak. Alanın uydu görüntüsü alınacak veya ortofoto haritası çizilecek. Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesi çıkartılacak. Alanda yapılacak inceleme neticesinde gözlemsel verilere dayanılarak gerekçe raporu hazırlanacak. Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri ihtiva eden dosya hazırlanacak. Bakanlık rezerv alanları tüm bu hazırlıklara istinaden belirleyecek.
Tasarım çok yerinde!
Peki, uygulamada ne olmuş?
Bunu da Sayıştay’ın “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı 2021 Yılı Düzenlilik Denetim Raporundan” öğrenelim (s. 62).
Sayıştay denetçileri Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Genel Müdürlüğü Emlak Dairesi Başkanlığı tarafından 2021 yılında rezerv yapı alanı ilan edilen tüm yerlerin listesini ve gerekçelerini incelemiş.
İnceleme neticesinde “tüm rezerv alanı ilanlarında aynı maktu gerekçe yazısının kullanıldığı tespit edilmiş.”
Yani “her bir rezerv alan için, yönetmelikte belirlendiği gibi alanın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirme ve gerekçelendirme yapılmamış.”
İdare bu tespitlere itiraz bile etmemiş.
Sadece “bundan sonraki süreçlerde hassasiyetlerini artıracaklarını” ifade etmiş.
Evet, “koruyucu inşaat hizmetlerinde” de iyi değiliz.
Bu nedenle, yeni konut yapımında “bin düşünelim bir söyleyelim.”
İyi pazarlar.