Sovyetler Birliği dağıldıkta sonra, Birlik üyesi ülkeler planlı ekonomiyi terk ederek piyasa ekonomisine geçtiler.
Nobel ödüllü iktisatçı Milton Friedman bu ülkelere üç tavsiyede bulundu: “Özelleştir, özelleştir, özelleştir.)
Özelleştirme süreçlerinde yaşanan büyük yolsuzluklar ve dev kamu şirketlerinin oligarkların eline geçmesi sonucunda Friedman pişmanlığını dile getirdi ve ekledi: “Özelleştirme derken bir konuyu ihmal etmişim. Hukukun üstünlüğü ve iyi yönetişim çok daha önemliymiş.”
Türkiye’nin hukukun üstünlüğü konusundaki vahim durumunu geçen hafta açıklamıştım.
Bu yazıda yönetişim konusunu ele alacağız.
Nasıl mı?
Gelin başlayalım.
İYİ YÖNETİŞİM
İyi yönetişim özellikle son yıllarda toplum tarafından önemle üzerinde durulan ve dikkate alınan bir olgudur.
Son dönemlerde artan usulsüzlük ve yolsuzluklar, devlet kurumlarındaki ve yönetimindeki aksak işleyiş toplumun tahammül sınırlarının üzerinde bir seyir izlemiştir.
Bu gelişmeler kamunun hesap verme sorumluluğu ve kamu yönetiminde şeffaflığa duyulan ihtiyacı de giderek arttırmıştır.
Bütün bunlar kamu yönetiminden, kurumların işleyişinden ve denetiminden sorumlu olanların bu konuya daha fazla önem vermelerini zorunlu hale getirmiştir.
Kamu yönetiminde etik kural ve ilkelerin oluşturulmasında amaç, sistemin sağlıklı ve bütün taraflar için eşit işleyişini sağlamaktır.
Kamu yönetimi, etkin yönetim, kontrol, gözetim, sorumluluğuna sahip olarak politikaların gerçekleştirilmesi sürecince topluma gerekli güvenceyi sağlayabilmeyi hedeflemektedir.
En üst yönetimden, alt kademelere kadar devam eden bütün aşamaları kapsayan kamu yönetişimi, aynı zamanda hedeflerin gerçekleştirilmesinden sorumlu olanların hesap verebilir olmalarını sağlamayı amaçlamaktadır.
Kamuda iyi yönetişimin bütün gelişmiş ülkelerin ana konularının başında gelmektedir.
Özellikle son yıllarda bütün ülkelerde güçlü ve etkin yönetişimin geliştirilmesi için yoğun çabalar görülmektedir.
Gelişmiş ülkelerde merkezi yönetimlerde her kademede, etkin yönetişimi geliştirmek için çalışmalar yapılarak, performans temelli değerlendirme, kurumlarda ve ilişkilerde şeffaf bir yönetim yapılandırılmaya çalışılmaktadır.
Milli gururumuz Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Prof. Dr. Daron Acemoğlu da “kapsayıcı ve hesap verebilir kurumların” olduğu ülkeler, olmayanlara göre yüksek bir refah seviyesine sahiptir” diyor.
Ödül arkadaşları Simon Johnson ve James Robinson ile birlikte demokrasi, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi kurumların refah üzerindeki etkisinin öneminin altına çiziyorlar.
Değerli okur bu anlattıklarım ders kitabı vakasıdır.
Bizim buralarda bu anlattıklarımı görmemiz, duymamız giderek zorlaşıyor.
Özellikle de ver yetkiyi gör etkiyi dedikleri yeni hükümet sisteminde bu zorluk zirve yaptı.
Nasıl mı?
Devam edelim.
YAKIN ZAMAN
Çok ileriye gitmeyeceğim.
Sayın Cumhurbaşkanı sene başındaki Adıyaman gezisinde “bakanlarıma buyruğumu verdim” dedi.
Malum, bakanlar ve üst düzey kamu yöneticileri buyruk dışında bir işlem yapamıyorlar.
Çünkü biliyorlar ki laf dinlemeyenler anında “affımı istiyorum” şeklinde istifa ettiriliyorlar.
Haziran ayı başında Hazine ve Maliye Bakanlığının, Cumhurbaşkanlığında yaptığı bir sunuş basına sızdırıldı.
Sunuş vergi kanunlarında yapılacak değişikliklerle ilgiliydi.
Önerilen vergilerden bir tanesi de borsadaki hisse senedi işlemlerinden elde edilen kazancın vergilendirilmesiydi.
Bu kazançlar vergiye tabi değildi.
Hazine ve Maliye Bakanlığının sunuşunda çıkarılacak kanun ile bu kazançlardan yılda 73,2 milyar TL vergi alınacağı belirtiliyordu.
Borsacılar Bakanlığın bileğini büktü ve bu öneri kanunlaşmadı.
Kur korumalı mevduat vergiye tabi değil.
İmar rantlarından vergi alınmıyor.
Ama harcama potansiyeli olan her şeye vergi getiriliyor.
Menekşe Yılmaz’ın sosyal medya hesabı X’ten öğrendim. ( @meeeeenekseee)
Yatırım teşvik belgesine sahip bir otomobil fabrikası yatırım döneminde ÖTV ve KDV ödemiyor. % 100 kurumlar vergisi indirimi teşviki sayesinde yatırım için harcadığı paranın tamamını kurumlar vergisinden düşecek.
Yani, Devlet yatırım harcamalarının tamamını bu firmaya geri ödeyecek.
Ama otomobiller üretilip satışa sunulduğunda, tüketiciden arabanın yarı fiyatından fazla motorlu taşıtlar vergisi (MTV) alacak.
Üstüne yılda iki defa MTV alacak.
Yetmedi.
Üstüne geçen yıl bu vergiyi dördü çıkardılar.
Dedim ya harcama potansiyeli olan her şeyi vergilendiriyorlar.
Değerli okur kamuda 27 yıl çalıştım.
Bu hafta, yirmi yedi yılda görmediğim, duymadığım ve bilmediğim bir şeye tanık oldum.
TBMM’ye bir kanun teklifi sunuldu.
Eskiden kanun tasarılarını bakanlıklar hazırlar, diğer kurumların görüşlerini alır Başbakanlığa sunarlardı.
Başbakanlık Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğü ilgili kurumları toplar Tasarıya son halini verirdi.
Yeni hükümet sisteminde bu değişti.
Bir yerlerde bir kanun teklifi hazırlanıyor.
Bu teklif milletvekillerine imzalattırılıyor.
Onlar da içeriğini bilmedikleri bu teklifleri TBMM’ye sunuyorlar.
Bahsettiğim Kanun Teklifinde Savunma Sanayi Destekleme Fonunun gelirlerini artırmak amacıyla bazı harcamalardan alınacak harçlar getiriliyordu.
Teklifin gerekçesinde “Türk savunma sanayinin uluslararası rekabet gücünün artırılması için ihtiyaç duyduğu kaynağın temin edilmesi amacıyla yeni kaynak ihtiyacı bulunmaktadır” deniliyordu.
Düzenlemelerden bir tanesi “limiti 100 bin ve üzeri olan kartlardan 750 TL harç alınmasıydı.”
Sosyal medya ayaklandı.
İktisatçılar, vergiciler, finans uzmanları ve kart sahipleri “böyle saçmalık olur mu” diye ayağa kalktılar.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı “bu para bütçeye gitmeyecek, Fona gidecek” dedi. (12/10/2024)
Kimse inanmadı.
Hazine ve Maliye Bakanı 15 Ekim sabahı katıldığı bir televizyon programında “paketin bir kuruşu bile bütçeye girmeyecek, çelik kubbe inşa edilecek” dedi.
Teklifin görüşmeleri TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda aynı gün saat 15.30’da başladı.
Görüşmeler devam ederken Komisyon Başkanı saat 18.00’de “görüşmeler tamamlanmıştır” diyerek oturumu kapattığını açıkladı.
Bu arada Komisyon toplantısının olduğu koridora gelen Ak Parti Grup Başkanı soruları yanıtlarken, yasa teklifi görüşmelerinin ertelendiğini belirterek, “inceleme yapacağız” dedi.
Teklif hazırlanırken her hangi bir inceleme yapılmamış gibi.
Değerli okur bu dönemin en önemli özelliğinin “kaht-ı rical” olduğunu söylerim hep.
Yani “devlet adamı kıtlığı.”
Devlet adamı kıtlığında yapılan ekonomik programa ve açıklamalara kim inanır onu da siz bulun artık.
İyi pazarlar.