2018 yılının sonbaharından beri hayatımıza son derece kullanışlı bir kavram girdi: “stokçuluk.”
Yetkililer patates ve soğan fiyatlarının stokçuluk nedeniyle arttığını ileri sürerek depoları bastı. Ele geçirilen soğanların ve patateslerin toptancı hallerine gönderilmesini sağladı.
Buna karşılık üreticiler “yaptıklarının ‘stokçuluk değil depoculuk’ olduğunu” belirttiler. Devamında da isyan edercesine “dönemsel mahsül stoklanmazsa gün gelir ürün bulunmaz, fiyat daha da katlanır” dediler.
Gelecek nihayet geldi ve zaman üreticileri haklı çıkardı.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
ENFLASYON VERİLERİ
Geçtiğimiz Perşembe günü TÜİK enflasyon verilerini açıkladı. Dünyayı kıskandıran Türkiye Ekonomi Programı yönetimi altında yaşadığımız bu günlerde Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) giderek şahlanıyor TÜFE’deki bir yıllık artış oranı % 69,97. (Şükür, henüz 70 olmadı.)
TÜFE yüzlerce kalem ürünün fiyatlarındaki artışların bir ortalamasıdır. Malum ortalamanın altı da vardır, üstü de vardır. Bu nedenle bazı ürünlerdeki fiyat artışları ortalamanın altında, bazılarınınki de üstünde kalıyor.
Bu defa ortalamanın üzerine gıda, ev eşyası ve ulaştırma fiyatları çıktı.
Bu yazının öznesi olan gıda enflasyonundaki artış hızı % 89,1’dir.
Farkındaysanız yazının başlığında gıda enflasyonundaki artışa “fahiş” dedim. Neden mi?
Bu oran tek başına bir anlam ifade etmeyebilir. Orana anlam kazandırabilmek için ise “konuda komşuda olan bitene” bir bakmak gerekiyor.
Trading Economics isimli internet sitesinde 200’e yakın ülkeye ait 20 milyondan fazla veri yayımlanmaktadır. Bu verilerden birisi de gıda enflasyonuna ilişkindir.
https://tradingeconomics.com/country-list/food-inflation
Bu verilere göre gıda enflasyonunun yüksekliği açısından Türkiye 171 ülke içerisinde 4’üncü sıradadır. Evet, yanlış duymadınız DÖRDÜNCÜ.
Listedeki ilk 3 ülke sırasıyla Lübnan (% 390), Venezuella (% 229) ve Zimbamve’dir (% 104).
Düşünsenize, amansız bir savaşın içerisinde bulunan Ukrayna ve Rusya’daki gıda enflasyonu oranları sırasıyla yıllık % 14,3 ve % 17,99. (Hay Allah, bizdeki fiyatlar bu savaşın da etkisiyle artıyordu değil mi)?
Değerli okur savaşın ortasındaki ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’deki gıda enflasyonun oranının yüksekliğini sorgulamak meşru bir haktır. Fiyat artışlarının nedenlerini stokçularda mı aramak gerekir, yoksa başka yerlerde mi?
Gelin bir bakalım.
DENGE FİYATLARI
Rekabetçi piyasalarda denge üretimi arz ve talep koşulları tarafından belirlenmektedir. Arz sabitken talep aniden artarsa, kıtlık olur. Veya talep sabitken bir malın arzı düşerse yine kıtlık olur. Her iki durumda da fiyatlar yükselir.
Maalesef son yıllarda Türkiye’de böyle bir gelişmeye şahit oluyoruz. Gıda ürünlerine olan talep çok hızlı biçimde arttı. Nereden mi biliyoruz?
On birinci Kalkınma Planı (2019-2023) için hazırlanan bir Özel İhtisas Komisyonu (ÖİK) Raporu var. Raporun adı “Tarım ve Gıdada Rekabetçi Üretim.”
2018 yılında yayımlanan bu Raporun şu bölümünü birlikte okuyalım: “Türkiye’de son 15 yılda, tarım arazilerinde yaşanan azalmaya rağmen birim alandan elde edilen üretim miktarının yükselmesiyle bitkisel üretim yüzde 15 oranında artmıştır. Ancak aynı dönemde nüfus yüzde 23 oranında artmıştır. Ayrıca bölgesel gelişmeler ve ülke içerisinde misafir etmek durumunda kaldığımız Suriyeli mülteci sayısı nedeniyle talep yönünde önemli bir değişim yaşanmıştır.” (s. 50).
Yani ülke nüfusu tarımsal üretimden % 8 daha hızlı artmış. Üstüne “misafirliği” tartışmalı olan Suriyelilerin yanı sıra son yıllarda ülkeye Afganlar ve Pakistanlılar başta olmak üzere çok sayıda düzensiz göçmen girişi olmuş. (Değerli okur bunların ne iş yaptıklarını gerçekten bilmiyorum. Ancak yemek yediklerinden adım gibi eminim.)
Çeşitli kaynaklara göre Türkiye’deki düzensiz göçmen sayısı 3 ile 8 milyon kişi arasında değişiyor. Gelin bunların ortalamasını alalım ve düzensiz göçmenlerin sayısının 5,5 milyon kişi olduğunu kabul edelim. Sonuçta ÖİK Raporundaki belirtilen nüfus artış hızına bir % 8 daha ilave edilmesi gerekiyor.
Bu durumda toplam nüfus artışının % 31 olduğunu buluyoruz. (Değerli okur bir de milyonlarca yabancı turistin tatil için bu topraklara geldiklerine yiyip içtiklerinin düşünün. Ama gelin bunu şimdilik ihmal edelim.)
Ne yani nüfus (talep) üretimden (arzdan) iki kat daha hızlı artacak ve iktisadın arz ve talep modeli buna sessiz mi kalacak? Talep fazlalığı kıtlığa neden oluyor. Bu durumda da üreticiler ilgili malı en yüksek fiyatı ödeyenlere satmak istiyorlar.
Ne diyordu iktisat! Bireyler rasyoneldir ve işletmeler kâr maksimizasyonu motivasyonuyla çalışırlar.
YA MALİYETLER?
Değerli okur iktisadın basit bir kuralı daha bulunmaktadır. Girdi maliyetleri arttığında arz düşer. Talep fazlalığı nedeniyle de fiyatlar yine artar.
Aslında bu basit kuralı bilmek için meslekten iktisatçı olmaya da gerek yok. Artan maliyetler nedeniyle çiftçinin mahsul yetiştiremediğini hafta içerisinde Financial Times gazetesinde yayımlanan bir haberden de öğrendik. Haberde Türkiye’de tarımsal üretimdeki artan girdi maliyetleri ve çifti borçları ele alınmaktadır.
Haber için görüşülen çiftçilerden birisi yukarıda bahsettiğim iktisat kuralını mükemmel biçimde açıklamış ve demiş ki “girdiler ucuz olduğunda, ürünlerimizi daha ucuza satabiliriz ve halkımız da bu ucuz fiyatları ödeyebilir. Girdiler pahalılaşınca, üretim düşer ve gıda fiyatları artar.”
Bir iktisat öğretmeni olarak bu açıklamaya ben tam puan veriyorum.
Ancak birileri “bir çiftçi iktisattan ne anlar, bu açıklama dış güçlerin bir oyunu” da diyebilir. O zaman gelin bir de iç güçlerin söylediklerine bakalım.
11 Mart 2022 tarihinde Rekabet Kurumu sessiz ve sakince bir rapor yayımladı. Bu raporun adı ise “Yaş Sebze ve Meyve Sektör İncelemesi Nihai Raporu.”
Değerli okur gelin bu Raporun ilgili bölümlerini de birlikte okuyalım ve girdi maliyetleri ile patates, soğan ve domates fiyatları artışları arasındaki ilişkiyi görelim. (s.16-27).
Gübre kullanımının bitkisel üretim artışındaki payı % 50-75 arasında değişmekte olup, bitkisel verim artışı ve gübre tüketimi arasında çok yüksek bir ilişki bulunmaktadır.
Türkiye’de hammadde kaynaklarının sınırlı olması nedeniyle kimyasal gübre sektörü % 90’ın üzerinde dışa bağımlıdır.
Dışa bağımlılık nedeniyle de yurtiçi fiyatlar küresel hammadde fiyatlarının yanı sıra dolar kurundaki değişikliklerden de doğrudan etkilenmektedir.
Uluslararası uygulamalarla karşılaştırıldığında Türkiye’de tarımsal üretimde gübre kullanım miktarı çok düşüktür.
Depolara baskın yapıldığı 2018 yılında üre gübresi fiyatları, patatesin, soğanın ve domatesin fiyatlarının üzerinde artış göstermiş. 2019’yılında patates kafayı biraz kaldırmış. Ancak, 2020’de üç ürünün fiyatlarınki artışlar da gübre fiyatlarının altında kalmış.
Durun bir yere gitmeyin.
Tarımda yoğunlaşan makine kullanımı, tarımsal işletmelerde mazotu önemli girdilerden biri haline getirdi.
2018-2020 yıllarında mazot fiyatları üç ürünün fiyatlarından da daha hızlı artmış. Patates yine 2019’da bir atak yapmış. Ancak 2020 yılında boynunu tekrar bükmüş.
Değerli okur Rekabet Kurumunun Raporunda en son 2020 yılı verileri kullanılıyor. 2020 yılı ortalama dolar kuru 7 lira seviyesindeydi. Dolar bugünlerde 15 liraya meydan okuyor. Ancak tarımsal işletmeler dolardaki artışa karşı meydan okuyamıyorlar maalesef. Kur artışı nedeniyle artan girdi fiyatları karşısında sadece boyunlarını büküyorlar.
Dahası var.
Tarımsal üretimin başlangıcı olan tohum, tarım piyasası için son derece stratejik bir üründür. Tarımsal verimlilik artışının sağlanması açısından da üretimde kaliteli tohum kullanılması ilk sıralarda gelmektedir.
Tarımsal üretimin bir diğer önemli girdisini ise tarım kimyasalları (agrochemicals) oluşturmaktadır. Söz konusu ürünler yabancı otlar, tarımsal ürüne özgü zararlılar ve hastalıklarla mücadele amacıyla kullanılan oldukça geniş bir alanda kullanılmaktadır.
Küresel düzeyde faaliyet gösteren altı şirket tohum ve tarım kimyasalları piyasalarında hâkim durumdadır.
Sonuç olarak yaş meyve ve sebze üretiminde faaliyet gösteren tarımsal işletmeler önemli girdilerden birini oluşturan tohum ve tarım kimyasalları pazarlarında oligopolistik piyasa şartlarında pahalıya girdi temin etmektedir.
Değerli okur şu çok çokomelli TV programında dönemin bakanının programın sunucusu rüzgârgülüne sorduğu veciz soruyu hatırlıyor musunuz?
“Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz?”
Bu yazı aynı zamanda stokçulukla suçlanan tarımsal işletmelere de sorulan “dolarla ne işiniz var” sorusuna da bir cevap olsun.
İyi pazarlar.