Evet, eğitim şart da nasıl bir eğitim.
Önce olmaması gerekeni söyleyeyim.
Milli Savunma eski Bakanı Hulusi Akar seçim bölgesinde “eğitimin amacının bilgi değil Allah korkusu ve kuldan utanmak olduğunu” söyledi ve ekledi “Ateistle mi, deistle mi, LGBT ile mi uğraşacaksınız?”
Bu sorunlu açıklamayı tartışmayacağım. O kadar çok yanlışlarla dolu ki. Anlatamam.
Pozitif bilimi bu kadar reddeden açıklamanın neresini tartışayım.
Çünkü bizde utanma duygusu var.
Peki nasıl bir eğitim sistemi kurulmalı?
Gelin bir bakalım.
OECD
Milli Eğitim Bakanı zaman zaman “bütçeden en büyük pay eğitime ayrıldı” şeklinde açıklamalar yapıyor.
Eğitim harcamaları konusunda kendi içimize bakarak sorunu çözemeyiz.
Bu konuda uluslararası uygulamalara bakılması gerekiyor.
İktisadi Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD) hafta içerisinde üye ülkelerin eğitim istatistiklerini açıkladı.
Öğrenci başına eğitim harcaması konusunda OECD ülkeleri içerisinde sondan üçüncüyüz. Sadece Romanya ve Meksika’dan daha iyiyiz. Lisede ise sondan ikinciyiz ve sadece Meksika’dan iyiyiz.
Türkiye’nin eğitim bütçesindeki hak ettiği sıralama bu mudur Allah Aşkına?
(Değerli okur, OECD deyince konuyu dış güçlere bağlayacaklara hatırlatayım, OECD bu verileri üye devletlerin resmi kurumlarından almaktadır.)
Türkiye, Kosta Riko, Meksika ve Portekiz’de ise lise eğitimi bulunmayan yetişkinlerin (25-34 yaş) oranı düşmektedir. Ancak 2023 yılında bu oran Türkiye için hala % 25 civarındadır.
Ayrıca öğrenciler okula devam etseler ne olacak ki?
2003 yılından beri yapılan PISA araştırmalarında matematik, okuduğunu anlama ve bilim konularında Türkiye hep OECD ortalamasının altında kalmaktadır.
Daha da ötesi Türkiye’nin sıralaması giderek gerilemektedir.
Pek ne yapacağız?
Yapacak çok şey var aslında.
Nasıl mı?
Devam edelim.
KÖY ENSTİTÜLERİ
Diyarbakır Bağlar Mahallesi Tavşantepe Köyünde katledilen Narin çocuğumuzdan sonra Anadolu’daki feodal yapının eğitimsiz kişileri nasıl manipüle edebildiklerine şahit olduk.
İmparatorluk yıkıldığında cehalet oranı % 90’dı. Yani okuma yazma oranı % 10 idi. 1928 yılında yapılan harf devriminden sonra okuma yazma oranı kısa sürede iki katına çıktı.
Bu da yetmedi.
1935 yılında yapılan nüfus sayımına göre ilköğretim çağındaki çocukların %80’i kırsal alanda yaşıyordu ve bunların büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu.
Feodal yapıda toprağın büyük çoğunluğu az sayıda ağanın elindeydi. Cahil köylüler bu ağalara üç kuruşa marabalık yapıyordu.
Atatürk bu yapıyı kırmak için iki şey yapmayı planladı.
Bunlardan birincisi toprak reformuydu.
Toprak reformuyla, ağaların elindeki toprak köylü ile paylaştırılacaktı.
İsmet İnönü 1937 yılında TBMM’de yaptığı bir konuşmada “Toprak mahsulünü ancak bir koşulda verir. Bu vaziyet de o toprağın işleyenin malı olmasıdır” demişti.
Ancak 1938 yılında Atatürk’ün ölmesi ve arkasından II. Dünya Savaşının başlamasıyla toprak reformu rafa kaldırıldı.
Atatürk’ün kafasındaki ikinci reform ise eğitim alanındaydı.
Türkiye’de eğitim 1923-1946 yılları arasında, iktisadi kalkınma hamlesinin tamamlayıcısı ve toplumsal ve kültürel dönüşümün temel yapı taşı olmuştur. Bilhassa yeni değerler sisteminin yerleştirilmesinde ve yeni rejimin kurulmasında; değişimin öncü mekanizması olarak eğitim kurumlarına büyük rol düşmüştür.
1928 yılında yapılan harf devriminden sonra okuma yazma seferberliği başlatıldı.
Bu seferberliğin köylere de ulaştırılması gerekiyordu.
Dönemin Milli Eğitim Bakanına köy eğitimi ve köyler için etkili eğitim görevi verildi.
1935 yılında İlköğretim Genel Müdürlüğüne getirilen İsmail Hakkı Tonguç “Köy Enstitüleri” projesini hazırlamaya başlamıştı.
Köy Enstitüleri Kanunu 1940 yılında çıkarıldı.
Köy enstitülerinin temel amacı, köyde yaşayan gençleri tarım ekonomisine katkıda bulunacak şekilde gerekli teknik eğitim sağlamaktı. Daha sonra köy enstitülerinden mezun olacak gençler kendi köylerinde göreve başlayacaktı.
Köy enstitüleri klasik bir eğitim kurumu değildi.
Enstitünün müfredatının %25’i tarıma, %25’i teknolojiye ve % 50’si ise genel eğitim (Türk dili, tarih, edebiyat, coğrafya, matematik, biyoloji ve sivil toplum) derslerine ayrılmıştı.
Enstitüler köy çocuklarını ırgatlıktan kurtarıp, kalem tutar hale getirmişlerdi.
Tonguç “iş içerisinde eğitimi” bu okullarda yerleştirmeyi başarmıştı.
Her biri alanda eksiksiz eğitim alarak öğretmen olan gençler okuldan mezun oldukların her işten anlıyorlardı.
Düzenli kitap okuyor, biçki dikiş biliyor, hasta bakıcılığından anlıyor, sebze yetiştirmeyi, bina yapmayı, marangozluğu,, demir işçiliğini biliyor, uyguluyor ve yapıyorlardı.
Tarih boyunca olmayanlar oluyor, ilk kez köylülerin arasından yazarlar, şairler çıkıyor, köylü çocukları da öğretmen olabiliyor, ressam, heykeltıraş, müzisyen, mimar veya mühendis olarak değer görüyordu. Asırlardır süren bir düş gerçek olmuştu. (Hürriyet, 23/11/2015)
Köy enstitüleri o kadar başarılı oldu ki UNESCO köy enstitüleri projesini Hindistan’a örnek olarak sundu ve orada da benzer okulların kurulmasını önerdi.
Tabii ki her başarı gibi köy enstitüsü projesi de cezalandırıldı.
“Köy enstitülüler köylerde komünizm propagandası yapıyorlardı” suçlamasıyla, 1947 yılında enstitüler Köy Öğretmen Okullarına dönüştürüldü.
1954 yılında köy öğretmen okulları da kapatıldı.
Peki, köy enstitülüler komünizm propagandası yapıyorlar mıydı?
Aralarında yapanlar varsa da enstitülülerden duyulan rahatsızlığın gerçek sebebi bu değildi.
Neydi peki?
Devam edelim.
ELEŞTİRİ
Tonguç enstitülülere yaptığı bir konuşmada “Bizim en büyük amacımız kişi yetiştirmektir. Kişiyse kendi düşünür, kendi söyler. Kimseden etkilenmeyen kafası, inandığından dönmeyen bir yüreği olan kişidir” der.
Böyle bir kişi yetiştirmek için enstitülerde haftalık bir “tenkit saati” gerçekleştiriyorlardı.
Bu saatte tam bir özgürlük hüküm sürerdi ve münakaşa tamamıyla serbestti. Öğrenciler birbirlerini, öğretmenlerini ve müdürlerini serbestçe eleştirirlerdi.
Enstitülülerden, tenkit saatinde edindikleri eleştiri becerisini köy hayatına da aktarmaları bekleniyordu.
İşte köy ağalarını bu eleştiri kültürü rahatsız etmişti.
Nereden mi biliyorum?
Gelin o zaman iki dönem Adalet Partisinde milletvekilliği yapan toprak ağası Kinyas Kartal’ın tanıklığına başvuralım:
“Köy enstitüleri kesinlikle komünist uygulama değildi. Doğuda en yüksek eğitim gören benim. Köy enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. DP ile pazarlığa girdik, kapattık.” (Cumhuriyet, 14/4/2009)
Değerli okur, Tavşantepe köylüleri bir enstitülü öğretmenden tenkit kültürü almış olsalardı, sekiz yaşındaki bir çocuğun katledilmesine bu kadar sessiz kalırlar mıydı?
Köy enstitüleri yeniden açılsın ki toprak ağaların devlet üzerindeki güçleri kırılsın.
İyi pazarlar.
Not: Köy enstitüleri konusunda önemli ölçüde şu kitaptan istifade ettim: Şahin M. ve Başar, M.A. (Editorler).2019. Köy Enstitüleri Felsefesini Geleceğe Taşımak. Rating Academy Yayınları