Sayın Cumhurbaşkanı’nın politikalarını seversiniz sevmezsiniz. Konuşmalarını tutarlı veya tutarsız bulursunuz
Ama bir şeyin hakkını vermenizi beklerim.
Kendileri o an içinden ne geçiyorsa, geçtiği gibi söylüyor.
Seçim gezileri kapsamında Adıyaman’da konuşmuş ve demiş ki “İstasyon talebiniz var. İçişleri Bakanıma da söyledim, Ulaştırma Bakanım da yanımda… Ona da talimatı vereceğim, buyruğumu vereceğim. Bu sorunu da halledeceğiz.” (8/2/2024)
Muhalefet buna bir kızmış ki ne kızmış. Ben korktum.
AK Parti’den ayrılan bir muhalefet lideri “buyruk” tabirine çok kızmış ve anında cevap vermiş ve demiş ki “Ne dedi dün, ‘Buyruğumdur.’ Bir sonraki seçime kadar; artık bu hadsizlik, bu hukuksuzluk; ‘Ben dedim oldu, ben yaptım oldu’ anlayışı nereye kadar gidecek, bilmiyorum” demiş. (9/2/2024)
Bu buyruk meselesi yeni bir hikâye değil.
Sayın Cumhurbaşkanı eskiden “hayalimi derdi, bakanıma talimat verdim” derdi.
Şimdi de hayallerini büyüttü ve talimatlarını buyruğa çevirdi.
Bence bu kavramların aralarında hiçbir fark yok.
Nasıl mı?
Gelin bir bakalım.
YÜKSEK PLANLAMA KURULU
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) iki ana birimden oluşurdu.
Birincisi ülkedeki önemli meseleler hakkında karar veren Yüksek Planlama Kurulu (YPK). İkincisi de YPK’nın sekretarya işlevini gören DPT Müsteşarlığı.
YPK’nın görevi, ekonomik, sosyal ve kültürel politika hedeflerinin saptanmasında Bakanlar Kuruluna yardımcı olmak, saptanan esaslar çerçevesinde hazırlanacak plan ve programları Bakanlar Kuruluna sunulmadan önce saptanan hedeflere uygunluk ve yeterlik derecesi açısından incelemekti.
YPK’nın diğer bir görevi de KÖİ projelerinin yapımına ön onay vermesiydi.
Öncelikle kuruluşlar ön fizibilite raporlarını hazırlayacaklar. DPT Müsteşarlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlıkları fizibilite raporlarına görüş verecekler. YPK da bu görüşlere göre ön onay verecek veya vermeyecekti.
Şaka şaka. Bütün bu anlattıklarım kanunda yazan ama uygulamada ciddiye alınmayan süreçlerdi.
2009-2013 yılları arasında Cumhuriyet tarihi boyunca sözleşmesi imzalanan KÖİ projelerinin % 80’ine yakınına onay veren YPK üyelerinin bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum izninizle.
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı. Bildiniz.
DPT’den sorumlu Devlet Bakanı. Bildiniz.
Maliye Bakanı.Bildiniz.
Sanayi ve Ticaret Bakanı. Bildiniz.
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı. Bilmesiniz de olur.
2018 yılında geçilen yeni yönetim rejiminde YPK kapatıldı ve her alanda olduğu gibi bu yetkiler Sayın Cumhurbaşkanına devir edildi.
Değerli okur bu bilgiler aklınızda dursun ve konumuza devam edelim.
MEGA PROJELER
Sayın Genel Başkan itirazında “hukuksuzluk” nidasında bulunmuştu ya.
Gelin bu meseleyi biraz açalım.
Nasıl mı?
Bu hukuksuzluk nidaları yeni değildir.
Yıl 2005. Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa ek bir madde eklendi.
Bu maddeyle bugün şehir hastaneleri olarak bilinen tesislerin yapılmasına olanak sağlandı.
O zaman DPT’deydim. İmza yetkisi olmayan ama bilgisi ve vicdanı olan uzmanlar olarak “böyle muğlâk düzenleme olmaz iyi bir hazırlıkla ayrıntılı bir düzenleme yapalım” dedik.
Biz kimdik ki?
Hizmete engel olmaya çalışan bürokratik oligarşi. Yıllık izin formunu dahi tek başına imzalayamayan oligarklar.
Kim dinler bu ayak bağlarını.
Ortaklıkta gezdirilen metin kuruluşlardan görüş alınarak Kanun Tasarısı olarak Başbakanlığa gönderilecekti. Oradan da yasalaşması için TBMM’ye.
Hizmete engel olmaya çalışan oligarşiye bir Şeytan Rıdvan çalımı atıldı ve metin AK Parti milletvekillerinin imzasıyla Kanun Teklifi olarak TBMM’ye sunuldu.
Bu düzenlemenin yönetmeliği 2006 yılında çıkarıldı. İzleyen yıllarda da ihalelere çıkıldı.
Derken devreye Türk Tabipler Birliği devreye girdi.
Ankara Bilkent ve Etlik ile Elazığ şehir hastaneleri ihalelerinin şartnamelerini ve bu şartnamelerin dayanağı olan yönetmeliği Danıştay’a taşıdı.
Öyle ya şartname yönetmeliğe, yönetmelik kanun maddesine ve kanun maddesi de Anayasa’ya aykırıydı.
Dikkatinizi çekerim, söz konusu olan sıralı ve düzenli aykırılıktır.
Değerli okur, idarelerin taraf olduğu sözleşmeler “idari sözleşmedir.”
Sağlık Bakanlığı idaredir. Bu bir.
İdari sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklar “idari yargıda” çözülür. Bu iki.
Anayasa’ya göre sadece ama sadece “TBMM idarelerin ne tür yatırım ve hizmetlerin özel hukuk sözleşmesiyle yürütüleceğine kanunla karar verir.” Bu da üç.
Şimdi gelelim sadede.
Kanunda şehir hastanelerinin özel hukuk sözleşmesiyle yürütüleceğine ilişkin bir düzenleme yok.
Ama yürütme yasamanın onay vermediği halde, yönetmelikle sözleşmelerin özel hukuka göre yürütülmesine karar vermiş.
Biliyorsunuz. YPK kararlarına göre şehir hastaneleri tamamlandığında mevcut hastaneler kapatılacak.
Şehir hastaneleri büyükşehirlerde yapılacak.
Kapatılacak hastanelerin arsalar yüzük taşı gibi değerlidir.
Bakanlık Yönetmelikte düzenleme olmadığı halde, şartnamelerde kapatılan hastanelerin arazilerinin AVM ve lüks konut yapmaları için ihaleyi kazanan yüklenicilere devir edilmesine karar vermiş.
Gençliğimin hit şarkısında söylendiği gibi;
“Yaşamak çok pahalıymış,
Yeni zamlar sıradaymış
Umurumda mı dünya..”
Siz bunu umurumda mı mevzuat diye de çevirebilirsiniz.
Danıştay bu iki konuyu görmüş.
El artırmış ve Kanun Anayasaya aykırı olabilir endişesiyle inceleme için AYM’ye taşımış.
Çünkü tek bir kanun maddesiyle çok yönlü bir konunun düzenlenmesinin sakıncaları varmış.
Değerli okur, bürokratik oligarşiye bir de yargı oligarşisi eklendi iyi mi?
Peki, bu sıralı ve düzenli hukuka aykırılık süreçlerine onay veren YPK kararında kimlerin imzası vardı.
Yukarıda listesini verdiğim, YPK üyelerinin tamamının.
Şimdi kimileri muhalefette hukuk diyor, iktidarda kalanlar ise tasarruf diyor.
Fıkra malum. Saat kaçakçısı gümrükte yakalandığında “bu nedir” sorusuna “kuş yemi” cevabını vermiş. .
“Kuş saat yer mi” sorusuna da cevaben “biz veriyoruz” demiş.
Tabii ki dönemin Başbakanı Danıştay’ın bu kararını beğenmedi ve dedi ki “Kent hastaneleri diye bir projemiz var 5 yıldır hayata geçiremiyorum ben. Bunların hepsini orayı inşa eden yap-işlet-devret sistemiyle bunları yapalım diyoruz veya müteahhit firma yapsın biz ondan işletme noktasında kira ödeyelim ve burayı bu şekilde daha uygun şartlarla elde edelim diye bir projeydi bu. Bu projede bu oteldi, restorandı, otoparktı siz diyor burada böyle bir yanlış yaptınız bu bunun içinde olmaz. Bu sözleşmenin içinde yer alıyor zaten bunları kendilerine anlatılmalarına rağmen bunların önü kesildi.” (22/12/2012)
Evet, şartnamede var, ancak şartnamenin dayanağı olan yönetmelikte, kapatılan hastanelerin arazilerin yüklenicilere devir edileceği hususu yok.
Sayın Başbakan devam etmiş.
“Biz bunlarla ilgili olarak yasal düzenlemeleri de yaptık Danıştay’ın bu yasal düzenlemeye uyması gerekir.”
Anlaşılan, o zamanki yönetim anlayışında Danıştay kararını tanımıyorum diye bir şık yokmuş.
Derken 19 Şubat 2013 tarihinde 6428 sayılı “Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İş Birliği Modeli İle Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” çıkarıldı.
Danıştay kararlarındaki itirazların hepsi giderildi.
Değerli okur meslek hayatımda ilk defa böyle bir şeye şahit olduğum.
Danıştay’ın mevzuata aykırı olduğunu tespit ettiği şartnameler ve sözleşmeler iptal edilmedi.
Sonradan çıkarılan bir kanunla yüksek yargının hukuka aykırı bulduğu sözleşmeler meşrulaştırıldı.
Yukarıda saydıklarımın tamamının bu sözleşmeleri meşrulaştırma amacıyla yapılan çalışmalarda imzaları vardı.
O zamanlar dönemin Başbakanı bakanlarıma buyruğumu bildirdim demiyordu. “Şehir hastaneleri hayalimdi” diyordu mesela.
O arkadaşlar bu hayali buyruk kabul ediyor, önlerine gelen her şeye imza atıyorlardı.
Sadece şehir hastaneleri mi?
Bu köşede yazdım. (30/05/2021)
Kuş uçmayan kervan geçmeyen Zafer Bölgesel Havalimanının meşru bir fizibilitesi yoktur.
Havalimanı tamamen bölgenin iktidar milletvekillerinin baskısıyla yapılmıştır.
Yukarıda saydıklarımın tamamının bu havalimanına onay veren YPK kararında imzası vardır.
Dünyanın en iyi üçüncüsü olan Atatürk Havalimanının kapatılıp, kuzey ormanlarının bağrına hançer gibi saplanan İstanbul Havalimanına onay veren YPK kararında da imzaları bulunmaktadır.
Havalimanına neden mi hançer gibi diyorum. ÇED raporuna göre Havalimanının oturduğu arazinin %72’si ormanlık alandan oluşuyor! %8’si göl ve % 6’sı da tarım arazisi.
Oysa havalimanının üzerine kurulacağı söylenen maden alanlarının payı sadece ama sadece %14.
Bir zamanlar “hayalimdi” şeklinde verilen “talimatlar”, şimdilerde “buyruk” olunca mı hukuksuz oluyor?
Saat kaçakçısı gibi “veriyorlar.”
“Yerseniz.”
İyi pazarlar