Geçtiğimiz günlerde vergi değişiklikleri konusunda Gelir İdaresi Başkanlığının yaptığı bir çalışma basına sızdırıldı.
Yapılması öngörülen düzenlemelerden birisi de Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) işletmecilerinin kurumlar vergisi oranının %25’ten 30’a çıkartılmasıymış.
Daha önce banka ve sigorta şirketlerinin kurumlar vergisi %25’ten 30’a çıkartıldı. Finansal kuruluşların kurumlar vergisinin artırılmasının temel nedeni, bu şirketlerin son yıllarda çok kâr elde etmeleriydi.
Bu mantıktan hareketle KÖİ işletmelerinin de çok kâr ettikleri için vergilerinin artırıldığı düşündüm.
Ancak düzenlemenin etkisi açıklanırken 44 KÖİ işletmesi olduğu ve bunların 37’sinin matrah beyan etmediği belirtildi. Yani bu şirketler zarar ediyorlarmış.
Kalan 7 işletmeden alınacak kurumsal vergisi artışı ise 557 milyon TL imiş.
Değerli okur 44 işletmecinin 37’sinin zarar etmesine mutlaka üzülmüşünüzdür.
Sırf siz üzülmeyin diye bu şirketleri kâra geçireceğim.
Nasıl mı?
Gelin başlayalım.
Uyarayım yazı biraz teknik olacak.
MUHASEBE TRİĞİ
KÖİ işletmelerinin anayasası kamu idareleri ile yaptıkları sözleşmelerdir.
Bu şirketlerin tek işleri sözleşme konusu projedir. Sözleşme süresinin bitiminde şirketler işlevsiz hale gelmektedirler. (Özel Amaçlı Şirket).
Bu yönüyle diğer ticari işletmelerden büyük farklılıklar göstermektedirler.
Türkiye’de hem şirketler hem de kamu idareleri sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini tahakkuk esası yerine nakit esasına göre muhasebeleştirmektedirler.
Tahakkuk esaslı muhasebeleştirme sisteminde sözleşme taraflarının hak ve yükümlülükleri stok değişken olarak bilançolarında gösterilmektedir.
Nakit esaslı muhasebe sisteminde ise hak ve yükümlülükler gerçekleştiği dönemde akım değişken olarak gelir tablolarında kayıt altına almaktadırlar.
Nakit esaslı sistemde özellikle kamu idareleri KÖİ sözleşmelerinden kaynaklanan yükümlülüklerini bilançolarında göstermeyerek borç gizlemektedirler.
Nitekim Türkiye’de kamu idareleri bu borçlarını bilançolarında göstermemektedirler.
İdareler borçlarını gizledikleri için bağımsız araştırmacı olarak tırnaklarımı kazıyarak boyutu 180 milyar dolara ulaşan gelir garantisi envanteri çıkardım.
Kamuoyu bu borçların varlığını 2018 yılındaki bütçe ödeneklerinden anlayabildi. Çünkü nakit esaslı sistemde devletin gelir tablosu yılı bütçeleridir. Bu gelir garantileri ödenmeye başlayınca akım değişken şeklinde gördük. Oysa sözleşmelerin imzalandıkları dönemdeki yükümlülüklerini idarelerin bilançolarından görebilmeliydik.
Yılı bütçelerinde akım değişken olarak şehir hastaneleri konusunda Sağlık Bakanlığının, otoyollar ve köprüler için Karayolları Genel Müdürlüğünün ve Avrasya Tüneli konusunda da Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğünün bütçelerini takip ediyoruz.
Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) kamu iktisadi kuruluşu olduğundan merkezi hükümet bütçesi kapsamında değildir. Bu nedenle hava meydanlarında yapılan ödemeleri göremiyoruz. Yolcu istatistiklerinden tahminde bulunuyoruz.
Enerji sektöründe verilen garantileri de bilemiyoruz. Sadece Afşin Elbistan Santrali ile Akkuyu Nükleer Santralindeki garantileri biliyoruz.
Tahakkuk esaslı sistemde kam idareleri yeni yapılan tesisi kendi aktifine alacak karşılığında da sözleşmeden kaynaklanan borcunu bilançonun pasifinde gösterecektir.
Mevcut durumda kamu idareleri yatırımı kendi bilançoları göstermiyorlar. Buna karşın KÖİ işletmeleri tesisleri kendi bilançolarının aktifinde maddi duran varlık olarak gösteriyorlar. Bunun yanı sıra KÖİ tesislerinden kaynaklanan proje finansmanını bilançolarında borç olarak gösteriyorlar.
Şirketler uzun vadeli proje finansmanını döviz üzerinden temin etmektedirler.
Ancak Vergi Usul Kanununa göre bu borçları mali tablolarında Türk Lirası olarak muhasebeleştirmektedir.
Kur değer kaybettikçe bu şirketlerin TL borçları artmaktadır. Şirketler bu borç artışını kur farkı zararı olarak yazmaktadırlar.
Bu nedenle bu şirketler borçlarını sıfırlayana kadar hep zarar edecekler ve devlete bir kuruş vergi vermeyecekler.
Peki bu hakka reva mıdır?
Tabii ki değildir.
Nasıl mı?
Devam edelim.
DÜNYA NE YAPIYOR?
Hani bir deyişimiz var, “eller gider Mersin’e bizimkiler tersine” şeklinde.
Maastricht Kriterlerine göre AB üyesi ülkelerin devlet borçları GSYİH’nın %60’ını geçemez.
Birleşik Krallık bu kısıtlamadan kaçınmak için 1991 yılında altyapı yatırımlarını KÖİ yöntemiyle yapmaya başladı.
Nakit esaslı muhasebe sistemiyle gerçekte var olan borçlarını gizlemeyi de başardı.
Bu nedenle KÖİ yönteminin uygulaması dünya genelinde yaygınlaştı.
Danışmanlık şirketleri, finans kuruluşları ve uluslararası kuruluşlar başarı hikayeleri yazmaya başladılar.
Derken uzmanlar bu muhasebe hilesini ve bu hilenin mahsurlarını anladılar.
2008 yılında Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu özel sektör kuruluşlarının KÖİ sözleşmelerinin muhasebeleştirilmesi konusunda bir standart belirledi (IFRIC 12).
Uluslararası Kamu Sektörü Muhasebe Standartları Kurulu 2014 yılında kamu sektörünün KÖİ sözleşmelerinin muhasebeleştirme standardını yürürlüğe koydu (IPSAS 32).
IPSAS 32 standardı, IFRIC 12’yi model alarak oluşturuldu.
Her iki standart sözleşme taraflarının KÖİ sözleşmelerinden kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesini istemektedir. Bu standartların bilanço üzerindeki etkilerini şekil üzerinde gösteriyorum.
IPSAS 32 standardı hükümetin KÖİ sözleşmeleri üzerinde denetim yetkisi var ise muhasebeleştirme işleminin tahakkuk esasına göre yapılmasını ve KÖİ varlıklarının/ yükümlülüklerinin hükümetin bilançosunda raporlanmasını öngörmektedir.
Maliye Bakanlığı 2015 yılında Genel Muhasebe Yönetmeliğinde değişiklik yaparak bu standardı Türk mevzuatına taşıdı. Ama kamu idareleri 9 yıldır yürürlükte olan bu standardı uygulamıyorlar.
Buna karşılık IFRIC12 KÖİ işletmeleri yatırımlarını bilançolarında maddi duran varlık olarak değil, KÖİ alacakları şeklinde kaydedeceklerdir.
Nitekim TAV Havalimanları Holding yatırımcılara bilgi vermek için hazırladığı finansal tablolarını IFRIC12 standardına göre hazırlamaktadır. Bu çerçevede, TAV havalimanlarını bilançosuna maddi duran varlık olarak değil, YİD alacağı olarak kaydetmektedir.
Hazır vergi kanunlarında değişiklik yapılırken, işletmecilerin KÖİ sözleşmelerinden kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tahakkuk esaslı muhasebe sistemine göre kayıt edilmesini sağlayabiliriz.
Böyle bir reform yapılarsa hem kamu kurumlarının hem de işletmelerin finansal tablolarının gerçeğe uygun biçimde tutulmasını sağlayacağız.
Bu işletmelere döviz üzerinden gelir garantileri verilmektedir. Bu gelir garantileri bilançoda ticari alacak olarak kayıt edilirse sadece borçları için kur farkı zararı yazmayacaklar, KÖİ alacakları için de kur farkı kârı yazacaklardır.
Böylece zarar beyan 37 KÖİ işletmesi kâr ederek vergi ödemeye başlayacaklardır.
Hazine ve Maliye Bakanlığı da uçan kuştan vergi almak yerine, gerçek anlamda kâr eden işletmelerden vergi tahsil etmiş olacaktır.
Daha ne olsun?
İyi pazarlar.