Bu günlerde herkes Küba’yı konuşuyor. Küba’nın konuşulmasının sebebi Kübalı tıp doktorlarının bulduğu kanser önleyici ilaç. Üstelik bu konuda bilimsel açıklamalarını da yayınlayarak hiç de şaka yapmadıklarını belli ettiler. Herkes küçücük bir ülkenin nasıl bunu başardığını merak ediyor. Bununla ilgili size birkaç veri vermemde fayda var sanırım. Birleşmiş Milletler, Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) gibi örgütlerden sayısız ödüller alıyor. Onun eğitim alanındaki istatistikî verilerini memnuniyet verici bulan OECD, UNESCO ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, Küba eğitim sistemini örnek olarak kullanıyor. Elbette bu olumlu istatistikler bir tesadüf değil. Küba eğitim felsefesi, “Eğitim bir ayrıcalıktır” üzerine odaklanır. Okullar genellikle yılın 220 günü, günde 6-7 ders saati olmak üzere tam gün eğitim verir. Castro öncesi 7.674 olan okul sayısı, Castro sonrasında 12.446’ya çıkarılmış. Eğitime ilişkin düzenlemelerde toplumsal cinsiyet etkeni her aşamada dikkate alınır. Küba eğitim sisteminin temel ilkesi teoriyle pratiği, okulla hayatı, eğitimle üretimi birbiriyle bağdaştırmaktır. Okul öncesi eğitim (0-5 yaş) zorunludur ve %100’dür. Üniversite öğrencileri içinde kadınların oranı, 1990-1991 öğretim yılında yüzde 57 iken 2000-2001 öğretim yılında yüzde 61’e yükseldi. Ada genelindeki sektörlerde ve eğitim kurumlarında yöneticilerin yüzde 70’inden fazlası kadın. Bunları Küba’yı övmek adına yazıyorum sadece ülkelerin kaderlerinin eğitimle nasıl değişebileceğini anlatmak istiyorum. Çünkü Küba ve benzeri ülkelerin tek çıkar yolu eğitimdir.
ERG, Türkiye’de sürekli veri üreten ve Türk eğitimine ışık tutan önemli bir sivil toplum kuruluşudur. ERG, okullar açılırken bu yılın ilk raporunu yayınladı. Bu verilere bakınca aslında durumun geçmişe göre iyi, ama OECD ülkelerine göre kötü olduğunu görebilirsiniz. Okullaşma oranımızda ciddi artış var, ama okula giden öğrencileri okulda tutamıyoruz. Geçen yıl okul devamsızlığı oranı %26, yani okula başlayan her 100 öğrencinin 26’sı devam etmiyor. Okul çağında aynı zamanda çalışan çocuk sayısı 893 bin, engelli çocukların sadece %55’i okula erişebiliyor. Eğitimini tamamlamadan ayrılan öğrencilerin sayısı oldukça fazla; kadınlarda %38, erkeklerde %35. Bu oran OECD’de sadece %10. Bence eğitim sistemimizin en büyük sorunu okul terkidir ki, bu oranın da altında birçok etken bulunuyor. Öğretmenlerin alan bilgisi ve kendini yenilemesi maalesef en büyük sorunumuz haline gelmiştir. Özellikle dijital çağın çocuklarının eski bilgilere sahip öğretmenler ile uzlaşmaları ve birlikte üretmeleri maalesef mümkün değil. En olumlu veri, en sorunlu bölgelerimizde genç öğretmenlerin görev yapması ki ben bunu büyük bir fırsat olarak görüyorum.
Tüm bunlara ekleyecek bir sürü veri daha üretebiliriz. Ama şuna artık inanmalıyız; bu çağda bizi kurtaracak, zenginleştirecek, refaha ulaştıracak, toplumsal sorunları çözmemize yardımcı olacak tek kurum eğitimdir. Eğitim sistemi ile yatmalı, eğitim sistemi ile kalkmalıyız. Şunu bilmeliyiz ki eğitim sistemi çalıştığında üretmeye, dünyaya hükmetmeye ve refah düzeyi yüksek ülke olmaya başlarız. Bu yüzden günlük basit sorunlardan arınmış, dünyayı doğru okuyan, yeni nesil üretim olan endüstri 4.0’a uygun mezun yetiştirecek, duvarları olmayan, köşeli değil esnek eğitime ihtiyacımız var. Bunu yapmanın yolu, sürekli eğitimi konuşmak ve cesurca karar almaktan geçer. Bunu yapacak gücümüz var, enerjimiz var, tek eksiğimiz sırtımızın eğitime dönük olmasıdır.