Dün sabah bu ülkede 2 milyon 250 bin öğrenci, onların velisi, kardeşi, dedesi, ninesi YGS için sokaktaydı. Ben de bunlardan birisiydim çünkü benim oğlum da her ne kadar bu sistemin dışında bir eğitim tercih etse de “bakalım bu sınav nasılmış” diye sınava girdi. Yıllardır üzerine çalıştığım bu sınavın tüm olumsuzluklarını bütün insanların yüzünde gördüm dün. Hava kapalı ve yağmurlu olunca bu ruh durumu daha da etkiledi beni. Birazcık tanımlamak istiyorum bu süreci:
Mutlu olan bir tane genç ve ailesi yoktu, umutlu olan da yoktu, kaygı duymayan yoktu; üstelik bu kaygı bazı gençlerin bayılmasına, hastaneye kaldırılmasına yol açacak seviyedeydi. Anneler babalar kaygılı, hepsi inançlarına göre bildikleri tüm duaları okuyor, çocuklar tüm batıl inançlarına göre davranıyorken birden durdum ve oğluma baktım. Dünyanın en iyi üniversitelerinden kabul almasına, son derece sağlıklı bir kabul sistemi olan ABD, Kanada üniversitelerindeki süreçleri geçmiş olmasına rağmen onun da yüzü asıktı.
***
Sonra onu sınav için okula bırakınca ailelerle konuşma şansım oldu. Bu konuşmalar sonunda anladım ki üniversite ve eğitim konusunda biz dibi olmayan büyük bir karadeliğin içine düşmüşüz. Çocuklarımızı 12 yılda tanımlayamayan bir sistem 160 dakikalık bir sınavla her şeyi çözmeye çalışıyor. Türkiye’nin eğitim sorunlarını, işsizliğini, geleceğini, insan kaynakları yönetimini biz bu sınava emanet etmişsiz. Üstelik pırlanta gibi çocuklarımızı bir sınav uğruna yok etmeye devam ediyoruz.
Birkaç anne babaya sordum, “Ya sonra ne olacak?” diye. Hiç beklemedikleri bir soru olacak ki şaşırdılar; bir baba, “Sahi hocam sonra ne olacak?” diye bana geri yöneltti soruyu. “Ben size anlatayım” dedim: “Üniversiteye girecekler, vize final derken mezun olup bir kâğıt parçası alacaklar ve iş arayacaklar, bazıları devletin memuru olup kendini kurtaracak(!) Bazıları iş bulamayacak ama en acısı hiçbiri hayallerine ulaşmak için çalışamayacak çünkü önemli olan onların hayalleri ve yetenekleri değil, bizim onlara hep birlikte biçtiğimiz gelecek. İşte bu kara döngü sürüp gidecek” dedim. Bu sohbete katılanların sayısı birden on kişiden elli kişiye çıktı. Onlara biraz gelecekten bahsettim. İlk soru sorduğum baba bana, “Hocam, peki çocuklarımızı nasıl bu kara döngüden kurtarabiliriz?” diye sordu. Hep buradan size yazdığım şeyleri söyledim, “Yapmanız gereken tek şey şu: Çocuğunuzun kendi düştüğünüz hataya düşmemesini sağlayın” dedim. Sonra tartışma büyüdü, uzatmayayım, en son geldiğimiz nokta bir babanın söylediği şu söz oldu: “Çocuklarımız çok kıymetli, onları bu sınava ve sürece ezdirmeyelim. Hepsi yetenekli ve değerli çocuklar, şimdi ben buradan kalkacağım çocuğum sınavdan çıkınca onu gülerek karşılayıp onunla bir sohbet edip gelecekte ne yapmak istiyorsa elimden geldiğince destekleyeceğim” dedi.
Sayın veliler, değerli anne babalar; bu süreç sağlıklı bir süreç değildir. Eğer sınav olacaksa bile bunun yılda bir kez çocukları bu kadar zorlayacak şekilde olması doğru değil. Bu süreç değişmelidir dünyanın 17. ekonomik gücü olan Türkiye’nin geleceğini sadece sınavla belirlemesi yanlıştır. Bu sınava dayalı modelden hızla kurtulmak lazım.
***
Peki, bunu nasıl yapacağız? Önce sınav öncesinde ortaokuldan başlayarak lise son sınıf dahil her çocuğumuzun bir alanda kendisini geliştirmesini sağlamamız gerekiyor. Düşünebiliyor musunuz, çocuk lise son sınıfa gelmiş; yaş 18-19 olmuş ama uğraştığı, yeteneğinin farkına vardığı bir alan yok. Hadi bunu da geçtim; diyelim sınav yapacaksınız, bu çağda o sınavı sadece bir kere ve bu kadar kötü koşullarda neden yapıyorsunuz? 10.sınıfta girilsin, 11.sınıfta girilsin, her bölüm için farklı sınavlara girilsin, yılda birden fazla girebilsin, öğrenciler en iyi sonucu kullansın, hangi alanda okuyacaksa o alanın aradığı becerilere göre başvuru yapabilsin.
Bunlar zor mu? Hiç değil. Bunlar yapılan uygulamalar ama ben anladım ki sorun bizim kendi evlatlarımıza ver(me)diğimiz değer ile ilgilidir. Biz pırıl pırıl gençlerimizin kişisel yeteneklerine göre değil kendi beynimizdeki doğrulara göre onlara hayatı dar etmeye devam ediyoruz. Allah aşkına şu işe bir el atalım. Yazık bu gençlere…