Vicdâna ayna tutan bir distopya

Taner Ay

Berna Güzey’in ilk romanı ‘Abus’ okurla buluştu. ‘Abus’ çok ilginç bir distopya, ‘farklı’ bir yazarın işi olduğuysa muhakkak. Güzey’in distopyasında her şehir devletinin bir kuralı var, Abus’un kuralı da vicdânsızlık. Bir başka şehirinse eşcinsellik. Sâyet Abus şehrinde çocukların vicdânsız yetiştirilmedikleri tesbit edilirse, polis o çocukları eşcinsellerin şehrine satıveriyor. Abus şehrinde sadece nefret duygusu, ötekileştirme ve görmezden gelme doğal sayılıyor.

Ötüken Neşriyât’tan çıkan ‘Abus’, Berna Güzey’den okuduğum ilk kitap oldu, nasıl olduysa onun ‘Son Zeytinler’ini ve ‘Balkabağı’nı ıskalamışım. ‘Abus’ çok ilginç bir distopya, ‘farklı’ bir yazarın işi olduğuysa muhakkak. Berna Güzey gibi ‘farklı’ yazarlara günümüzün kapitalist edebiyat pazarında nadir rastlanıyor, ama o pazarın simsarları tarafından icat edilmediğinden ve birkaç yayınevi etiketince pazarlanmadığından maalesef raflarda görmezden gelineceğini veya yok sayılacağını şimdiden söyleyebilirim.

‘Abus’ sizi hemen içine çekiyor, ‘asık suratlı’ bir roman olmadığından da elinizden bırakamıyorsunuz. Berna Güzey’in ‘Abus’u, farklı yapılarda şehir devletlerinin hüküm sürdüğü bir dünyanın şehri. Ancak, dünya da artık sekiz milyardan fazla insanın yaşadığı ‘eski dünya’ değil, nüfus yarıya kadar düşmüştür. Milyarların ne zaman öldüğü bilinmiyor, aslında ‘eski dünya’ hakkında bilinen hiçbir şey de yok.
Berna Güzey’in distopyasında her şehir devletinin bir kuralı var, Abus’un kuralı da vicdânsızlık. Bir başka şehirinse eşcinsellik, şâyet Abus şehrinde çocukların vicdânsız yetiştirilmedikleri tesbit edilirse, polis o çocukları toplayıp eşcinsellerin şehrine satıveriyor. Çocuk satın almak, eşcinsellerin şehir devletindeki ekonomi politiğin bir zorunluluğu, aksi takdirde eşcinsellik kuralına dayalı şehrinin kalıcılığı demografik açıdan mümkün değil. ‘Ötekileştirme’, diğer şehir devletleri için de toplumsal bir değer, örneğin Abus’ta vicdânsızlığın nesilden nesile aktarımı ancak ‘öteki’ çocukların satış yoluyla tasfiye edilmeleri suretiyle sağlanabiliyor. Bir başka şehir devletindeyse, hastalar ve engelliler, köle emeğine dayalı bir rejim için ‘ötekileştiriliyorlar’.

Abus şehrinde her apartman birbirinin aynısıdır, muhtemelen o apartmanlarda yaşayan insanlar da öyle. Bu yüzden de Abus şehrindeki Baldıran Apartmanı okuru hemen Berna Güzey’in distopyasının kalbine yerleştiriyor. Kâbus, Sırlı, Yersiz, Şöhret Bey, Ahver Ateş, Mürver, Hezeyan, Kezban, Diken Hanım ve diğerleri, çevrenizdekileri şöyle bir düşünün, onlardan Baldıran Apartmanı’nda epeyce bulabileceğinizden emin olabilirsiniz. Abus şehrinde sadece nefret duygusu, ötekileştirme ve görmezden gelme doğal sayıldığından, bütün bunlar günümüzün kapitalist edebiyat pazarına da fener tutmuyor mu?

Roman hakkında daha fazla şey yazıp, merâkınıza mani olmak istemiyorum. ‘Abus’u elimden bırakamadığımı söyledim ya, aynı zamanda beni çok yorduğunu da belirtmeliyim. Bu yorgunluğumun nedeni sadece Berna Güzey’in romanı bölümlere ayırmamasından kaynaklanıyor, heyecânınızdan romanı bir yerde bırakıp da kendinize bir fincan çay koyamıyorsunuz. Oysa, roman kolaylıkla ondan fazla bölüme ayrılabilirmiş, belki Berna Güzey ikinci baskıda bu küçük önerimi dikkate alır, şâyet ona göre romanın sırrı ‘nehir’ tekniğindeyse, fikrimi unutsun, kimse romancının üslûbuna, kelimelerine ve tekniğine karışamaz. En iyisi mi, siz kitapçınızdan bir ‘Abus’ alıp okuyun, belki de bölümlere ayrılmamış ‘Abus’u daha fazla seversiniz...

ORTADOĞU’NUN MAKÛS TARİHİ

Berna Güzey’in editörlüğünü Ebru Özden’in üstlendiği ‘Abus’ romanı Nisan 2024’te okurla buluştu.

Bu hafta size bir de ‘Muhibban’ mahfilimizden Önder Kaya dostumuzun Kronik Kitap’tan çıkan ‘Dakikalar İçinde Ortadoğu’ isimli nefis kitapçığını önereceğim. Tam zamanı, Gazze’deki soykırımı, Lübnan’daki ve İran’daki gelişmeleri televizyonlarımızın başında naklen izliyoruz da, Ortadoğu’nun makûs tarihini acaba kaçımız biliyoruz. Doğru, ‘coğrafya kaderdir’, ‘Dakikalar İçinde Ortadoğu’ işte bu ‘kader’i size iki yüz tarihî olay ve kavramla açıklıyor. Ben çok faydalandım, sizin de faydalanacağınızdan eminim. Önder Kaya’yı ve Kronik Kitap’ı ‘Dakikalar İçinde Ortadoğu’ için kutluyorum, Önder Kaya’nın yine Kronik Kitap’tan çıkan ‘Yitip Giden İstanbul’, ‘Dakikalar İçinde Avrupa Tarihi’ ve ‘Dakikalar İçinde Osmanlı Tarihi’ kitaplarını da ilk fırsatta okuyacağım...

MERAKLA BEKLEDİĞİM ‘TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜ’ DOSYASINA DAİR...

Gaziantep’te çıkan Çelebi dergisini ne kadar önemsediğimi her fırsatta dile getirdim; Ali Gezginci, Ahmet Şahin ve Oğuzhan Saygılı gerçekten çok iyi sayılar yaptı, hepsini de çok sevdim. Bu yüzden derginin ‘Türk Öykücülüğü’ dosyalı yeni sayısını aylardır merâkla bekliyordum. Böyle bir dosyanın tek sayıda yapılamayacağı kanısındayım, bu yüzden de 14’üncü sayıyı dosyanın ilk cildi olarak kabûl etmek istiyorum. Dosyada Mitat Enç ve Sevim Burak için müstakil yazılar bulunması çok hoş; ancak, Ömer Seyfeddin, Sadri Ertem, Memduh Şevket, Kenan Hulusi Koray, Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Meral Çelen, Fikret Ürgüp, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Ayhan Bozfırat, Tezer Özlü, Leyla Erbil, Demir Özlü, Bekir Yıldız, Osman Şahin ve Necati Tosuner için de müstakil yazılar bekliyordum. Bu tür dosyalarda Muhammet Erdevir’in ‘Gelenekten Modernizme Türk Öykücülüğünün Tarihî Seyri’ gibi ‘toplu bakış’ yazıları hem çok önemlidir hem de çok risklidir. Çünkü, bu tür yazılar genellikle birer ‘hızlandırılmış metin’ oluyor, ‘hızlandırılmış metin’ler ise hayli kaygan bir zemine sâhiptir, çok sayıda kurucu isim atlanabiliyor veya kurucu isimler dışındakilere bir ‘çukur ayna’ tutulabiliyor.

Örneğin, Erdevir’in toplu değerlendirmesinde, Kenan Hulusi Koray, Orhan Kemal, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Fikret Ürgüp, Meral Çelen, Ayhan Bozfırat, Tezer Özlü ve Necati Tosuner gibi kurucu isimler ‘Türk Öykücülüğünün Tarihî Seyri’ne alınmadığı hâlde, Yaşar Kaplan, Ali Haydar Haksal, Ramazan Dikmen veya Cemal Şakar isimlerinin zikredilmesine, haklı olarak çok kişi itiraz edecektir. O isimlerin önemsiz olduklarını söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın, onların sadece ‘kurucu isimler’ olmadıkları fikrindeyim.

Yoksa, ben de keyifle okuyorum. Yukarıda yazdıklarıma ilâveten, ‘Türk Öykücülüğü’ için yeni dosyalar yapılacaksa, ilk yazılarının ‘Hikâye mi yoksa Öykü mü?’ bağlamında olmasını önereyim, hangisi doğru bilinsin, bir de Erdevir’in yazısını tamamlayacak daha geniş bir toplu değerlendirme mutlaka yapılmalıdır. Yeri gelmişken, Merve Sevde Selvi’nin yazısında bir yeri de düzeltmek istiyorum, 52’nci sayfada ‘Tante Rosa’ sehven Sevim Burak’ın kitabı olarak belirtilmiş, bu hata tashih aşamasında da gözden kaçmış, maalesef böyle dalgınlık hataları hepimizin başına geliyor, ‘Tante Rosa’ bilindiği gibi Sevim Burak’ın değil, Sevgi Soysal’ın kitabıdır. Dergi için son sözümse şu: Çelebi’yi takip etmeye devâm...

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.