Ötüken Neşriyat, Nihal Atsız’ın Sabahattin Ali’ye “Senin berbat ettiğin Kür Şad’ın şerefini de bu romanımda iade edeceğim” dediği ‘Bozkurtların Ölümü’ romanını eski tartışmalardan çıkarıp çizgi roman formuyla başka bir seviyeye taşıdı. Tarihi hikâye etme sanatıyla tarihi resmetme sanatı buluştu, benim gibi çizgi roman tutkunları için harika albümler ortaya çıktı. Baskı kalitesi, çizimler ve renkler müthiş, ayrıca albümlerin kapak tasarımlarını yapan Ceyhun Durmaz’ı da kutluyorum.
Biliyorsunuz, Ötüken Neşriyât bir süredir Nihâl Atsız’ın ‘Bozkurtların Ölümü’nü çizgi roman olarak yayınlıyor. Geçenlerde üçüncü albüm çıktı, ben de F. Oğan Kandemiroğlu’nun nefis çizgileriyle uzk bir geçmişte kayboldum. ‘74 sonlarında veya ‘75 başlarında Nihâl Atsız merhûma ara sıra Bostancı’daki Kasaplar Çarşısı’nda rastlardım, ben kedilerimiz için ciğer almaya Kasaplar Çarşısı’na inerdim de, üstâsımız niçin çarşıdaydı, bilemiyorum. O yıllarda Nihâl Atsız’ın Maltepe’de oturduğunu sanıyordum, sonra oğlu Yağmur Atsız söylemişti, meğerse vefâtından kısa bir süre Bostancı’ya taşınmış. Onun ‘Bozkurtların Ölümü’nü ortaokulun ilk sınıfını Erzincan Lisesi’nde okurken babamın kitaplığında bulmuş ve hemen kendi kitaplığıma aktarıvermiştim.
Türkiye Yayınevi’nin ‘46 baskısıydı, çok da güzel bir kapak tasarımı vardı. Suadiye Ortaokulu’nda okurken ise o baskısıyı okuması için sıra arkadaşım Burhan’a vermiştim, maalesef bir daha da göremedim.‘Bozkurtların Ölümü’, Kür Şad’ın hikâyesidir, bildiğim kadarıyla Kür Şad ismi Çin kaynaklarında Cie-şı-şuay olarak geçiyor, 639 yılında Çin sarayını basan kırk bir yiğitten biridir. Onun Kür Şad ismini kullanması aslında romandan epey öncedir, ‘32’deki bir şiirinde var. Sonra Sabahattin Ali ile yazışmalarında görüyoruz, ‘37’deyse ‘Bozkurtların Ölümü’nü ortaokul öğrencilerine yönelik bir dergi için Tahsin Demiray’ın teşvikiyle yazmaya başlıyor ve Sabahattin Ali’ye de “Senin gibi tarihi tahrif etmiyorum. Senin berbat ettiğin Kür Şad’ın şerefini de bu romanımda iade edeceğim” diyor.
Sabahattin Ali’ye kızdığı husus ‘Esirler’ piyesidir. Atsız, arkadaşı Sabahattin Ali’ye piyesin ana fikrini verdiğini ama onun Nâzım Hikmet’in tesiriyle konuyu Marksist bir kalıba sokarak berbât ettiği kanısındadır. Ötüken Neşriyât ise ‘Bozkurtların Ölümü’nü eski tartışmalardan çıkarıp çizgi roman formuyla başka bir seviyeye taşıyor, tarihi hikâye etme sanatıyla tarihi resmetme sanatı buluşuyor. Benim gibi çizgi roman tutkunları için harika albümler bunlar, şimdiden edinmezseniz büyük bir fırsatı kaçırmış olacaksınız, birkaç yıl sonra bu albümleri bulur musunuz, bilemiyorum, bulsanız dahi büyük meblağlar dökeceğinizden eminim. Kitabın baskı kalitesi, Oğan Kandemiroğlu’nun çizimleri ve renkleri müthiş. Ayrıca albümlerin kapak tasarımlarını yapan Ceyhun Durmaz’ı da kutluyorum.
MÂNÂYA YAPILAN YOLCULUKTA MÜTEVAZI BİR REHBER
Timaş Yayınları’nın tarih dizisinden çıkan Ömer Kaptan’ın ‘Kitâbelerin Renkli Dünyası’ gerçekten ‘renkli’ bir kitap, çok sevdim. Kitâbe, Arapça’daki yazmak anlamına gelen fiil kökünden gelip, duvar, ahşap ve mermer gibi yüzeylere işlenmiş her çeşit yazıyı ifâde ediyor. Sanat tarihi literatüründeyse, mânâsı biraz daralıyor ve ‘daha özel’ bir karşılık buluyor. Bu da binâların giriş cephelerinde, genellikle kapı üzerindeki bilgilendirici yazılardır.
Osmanlı kitâbeleriyse en mükemmel hat sanatı örnekleridir, Osmanlı hat sanatını Selçuklu etkisinden kurtaran kusursuz celî sülüs ve celî talik yazı türlerini görmek istiyorsanız, mutlaka Kaptan’ın işâret ettiği ebniyeye bakınız. Size rik’a hat yazı türünün ise Türk hattatlarının icâdı olduğunu söyleyip, kitâbelerdeki tarih düşürme ustalığına bilhassa dikkatlerinizi çekerim. ‘Kitâbelerin Renkli Dünyası’ çok iyi bir ‘rehber kitap’, örneğin Bahçekapı’daki Hamidiye Medresesi girişindeki kitâbedeki ‘Şehnâme’ etkisini biliyor muydunuz? Ya da ‘Anka Kuşu’ efsânesinin Galata kulesi’nin kitâbesinde bulunduğunu?
Osman Hamdi Bey’in ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ tablosunu anımsayın, kaplumbağa terbiyecisinin pencere alınlığında Arap harfleriyle ‘Şifâu’l kulûp likâ’u’l-Mahbûb’ yazılı bir kitâbenin önünde durduğu aklınıza gelecektir. Orası Yeşil Camii girişinin hemen üst katındaki hünkâr mahfelidir. Meğerse ‘Şifâu’l kulûp likâ’u’l-Mahbûb’ yazısı, Buhara’daki Bala Havuz Camii’nde ve Sivas’taki Meydan Camii’nde de varmış. Okuru şaşırtacak o kadar fazla örnek var ki, burada tek tek saymak imkânsız. Kaptan’ın dokuz ana bölümden oluşan eseri öyle bir defa okunup da rafa kaldırılacak kitaplardan değil, benim gibi İstanbul âşıklarının sırt çantasından çıkarmayacağı bir ‘rehber’. Zâten Kaptan da kitabını mânâya yapılan yolculukta mütevazı bir rehber olması amacıyla yazdığını söylüyor...