Kapitalist pazarın görmezden geleceği iki kitap

Taner Ay

Adnan İslamoğulları’nın Ötüken Neşriyât’tan ‘Müntehir’ isimli romanıyla Erdem Beliğ Zaman’ın Everest Yayınları’ndan ‘Keşke Beni de Taşlasa’ isimli hiciv kitabının çıkmasına çok sevindim. ‘Müntehir’ çok başarılı bir ‘dönemsel politik polisiye’, Jean-Pierre Melville filmleri gibi politik meselelere farklı pencereler açan bir roman. Erdem’in kitabı ise benim kuşağım için çok şey ifade ediyor. Beni şaşırtansa Everest’in kapitalist pazarın simsarlarının dünyasına hitap etmeyecek bir kitap çıkarması.

Bu hafta, iki değerli dostumun, Adnan İslamoğulları’nın Ötüken Neşriyât’tan ‘Müntehir’ isimli romanıyla Erdem Beliğ Zaman’ın Everest Yayınları’ndan ‘Keşke Beni de Taşlasa’ isimli hiciv kitabının çıkmasına, çok sevindim. Ötüken Neşriyât’tan benim alt kültürler ve müzik ilişkisine dâir ‘Her Zaman Gece Kuşları Olacağız’ isimli kitabımın da çıktığını öğrendiğimi buraya not düşeyim.

İslamoğlulları’nın ‘Kuyu’ ve ‘Külhan’ isimli romanları hakkında bu sayfada yazdıklarımı KARAR okurları anımsayacaklardır. ‘Kuyu’ ülkemizin ‘80 öncesindeki en ‘şâibedâr’ dört beş yılına, ‘Külhan’ ise ‘80 sonrasındaki bir diğer ‘şâibedâr’ yıllarına ışık tutuyordu. Bu romanlar için ‘dönem romanı’ demiştim, oysa ‘Müntehir’i okuduktan sonra ‘dönem romanı’ tanımlamamın eksikliğini fark ettim, elbette ‘Kuyu’ ve ‘Külhan’ daha fazlasıydı. Bu nedenle ‘Kuyu’ ve ‘Külhan’ı şimdi ‘80 öncesini de ‘80 sonrasını da içeren çok katmanlı birer ‘dönemsel politik polisiye’ olarak tanımlıyorum. ‘Müntehir’ çok başarılı bir ‘dönemsel politik polisiye’, bizde bilhassa bu alt türe çalışan romancı maalesef çok az, türün en başarılılarından birinin de Ümit Kıvanç’ın ‘Bekle Dedim Gölgeye’’si olduğunu anımsayacaksınızdır. Mehmet Eroğlu’nun bazı romanlarının da ‘dönemsel politik polisiye’ ile temas hâlinde olduğunu söyleyebilirim. ‘Müntehir’i özetleyip merâkınızı ve okuma lezzetinizi çalmak istemiyorum, sadece Jean-Pierre Melville filmleri gibi politik meselelere farklı pencereler açan bir roman olduğunu söyleyip, şimdilik hikâyesi için bir başka yazıma kadar nokta koyayım.

Bugün ülkemizde kapitalist edebiyat pazarı tam anlamıyla bir garabet, ruhlarını kapitalizme satan simsarların kendilerini ‘solcu’ veya ‘sağcı’ olarak ifâde etmeleri yok mu, insanın midesini bulandırıyor. Bir ‘çete’ mantığı ile çalışan simsarlar, sadece icat ettikleri yazar müsveddelerinin çöplerini pazarlayıp ödüllendiriyorlar ve pazarlarını da üç beş yayıncı etiketiyle ‘sınırlamak’ niyetindeler. Adnan’ın edebî lezzetinin de Ötüken Neşriyât etiketinin de görünmesini istemedikleri muhakkaktır, ‘Müntehir’i de ‘yok sayma’ faaliyetinde olacaklar. Su akar sonunda yatağını bulur ama, Adnan İslamoğulları’nın görünmesi için artık Ahmed Hamdi Tanpınar veya Oğuz Atay müddetleri kadar beklememiz gerekiyor. Bu harika roman için yazar İslamoğulları’nı kutluyorum, ‘Müntehir’i mutlaka okuyun ve okutun.

BU HİCVİ KEYİFLE OKUYACAKSINIZ

‘80 sonrasında edebiyatımızı ruhlarını paraya satan ‘solcu’ ve ‘sağcı’ döküntüleriyle garip bir kapitalist pazara dönüştüren muktedirlerin en büyük başarısı, bir Bâb-ı Âli geleneği olan hicvi öldürmek oldu. Mukadder Özakman bir müddet tek başına muktedirlerin projesine direnmişti ama sesini eski kalabalıklara pek duyuramamıştı. Erdem Beliğ Zaman ise ondan teslim aldığı bayrağı, tıpkı ustası gibi tek başına taşıyor. İşi maalesef Özakman’dan daha zor, çünkü Özakman’ın arkasında ‘Akbaba’, ‘Ustura’ ve ‘Gırgır’ okurları vardı, Erdem kardeşimse o dergileri hiç okumamış, edebiyatı sadece tuhaf isimli dergilerin zırvalıklarından ibâret sayan köksüz bir kitle içinde heccavlık yapmaya çabalıyor. Onun ‘Keşke Beni de Taşlasa’ kitabını büyük keyifle okudum, çok şey öğrendim, çok da eğlendim. Erdem, kitabının bir yerinde memleketimizin en büyük sorunlarından birinin ‘anlamlandırma’ olduğunu söylüyor, zarif bir insan olduğu için kimseyi kırmak istemediğini düşünüyorum. Benim öyle derdim olmadığından söylüyorum, bu memleketin en büyük sıkıntısı ‘münevver’ denilen tabakadır sevgili Erdem, okumazlar, kitap sevmezler, kendileri gibi düşünmeyenleri de yok sayarlar anlayacağın. Kitabın her bölümü çok güzel olmasına rağmen ‘Beyoğlu İçin Dört Taşlama’ ve ‘Bizim Bizce Kurallarımız’ gibi bölümleri ayrıca not aldım, çünkü onları ileride bazı yazılarımda kullanmak niyetindeyim. Erdem’in kitabı benim kuşağım için çok şey ifade ediyor, umarım günümüzün kuşaklarını da farklı bir lezzetle tanıştırır. Beni şaşırtan şeyse, Everest Yayınları’nın kapitalist pazarın simsarlarının dünyasına hitap etmeyecek bir kitap çıkarması oldu, ne oldu bilemiyorum, ama ne olduysa da çok iyi olmuş. Kitabın bundan sonraki en büyük sıkıntısıysa maalesef yine ‘münevver’ tabakası olacak, çünkü onlar doğudan doğdu diye güneşi reddecek kadar şuursuz bir gürûh. Aralarından birkaç yüzünü dışarıda tutun, diğerlerinin kafası Erdem’in dünyasını almaz. Kitap için Erdem kardeşime de, beni fazlasıyla şaşırtan Everest Yayınları’na da müteşekkirim.

ARKADAŞ Z. ÖZGER YAZISI DEĞERLİ

Sözcükler dergisinin 112’nci sayısı çıktı, Cevat Çapan ağabeyimizin ‘Yaz Akşamları’ şiiri beni Kalamış’ın Belvülü ve Todorili eski yaz akşamlarına götürüp bırakıverdi. Peşinden, Turgay Fişekçi’nin ve Haydar Ergülen’in nefis şiirleri, Âba Müslim Çelik’in bir dizesini değiştirerek söylersem, Cevat Çapan’ın, Turgay Fişekçi’nin ve Haydar Ergülen’in şiirlerini okurken içimdeki kaybolan İstanbul’un yarasına ‘tomurcuklar değdi’. Eray Canberk’in ‘Okuma Günlüğü’ mutlaka kitaplaşmalı, Tahir Abacı’nın ‘Arkadaş Z. Özger’e Dâir’ yazısınıysa çok değerli bir ‘belge’ olarak not alın. Şakir Fakılı’nın ‘Arthur Koestler Attila Jozsef’i Anlatıyor’ yazısı hoş, elbette Fatin Hazinedar’ın ‘Bir Kozmonotun Galata’dan Duyulan Issızlığı’nı ıskalamayın. Sözcükler demişken, Sena Keskin’in ‘Ayıpçıl Kuşları Arasında’ isimli romanını da anmalıyım. Sena, ‘84 doğumlu hikâyecilerimizdendi, KARAR okurları onun ‘Gölgelerin Gücü Adına’ isimli hikâye kitabını tanıttığımı anımsayacaklardır. O hikâye kitabı 2022 yılında Sözcükler Yayınları’ndan çıktığında, Sena Keskin maalesef kanser illetiyle boğuşuyordu. Beceremedi, bu yıl onu kaybettik. Geriye ‘son düzeltmelerini yapamadığı’ dosyası ‘Ayıpçıl Kuşları Arasında’ kaldı, kadrşinâs Turgay Fişekçi’nin o dosyayı ‘mümkün olduğunca az dokunarak’ kitaplaştırması çok önemli. Bizlere de genç bir yazarın bıraktığı son armağanı alıp okumak düşüyor...

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.