Elinde tırpanıyla “Beyzâ Hanım” yeniden İstanbul gecelerinde...

Taner Ay

‘’İstanbul’un fakir semtlerine girmeyi başka bir yazıya bırakıyorum, şimdilik sizi sadece orta ve üst sınıfların zehiriyle uyarmış olayım. Benim için o sınıf bu sınıf hiç fark etmiyor, “Thanatos” varoşlarda, “Beyzâ Hanım” da lüks eğlence mekânlarında ve holdinglerin yönetim kurulu odalarında, ülkemizin geleceğini tırpanlıyorlar. Aman, cerrâhın neşterine de, pilotun lövyesine de dikkat edin, çünkü kokain zehirine esir düşen beyaz yakalılar saymakla bitmiyor.’’

5 öncesinde ben mi çok saftiriktim, yoksa mahalleden cümlemiz tepe sersemi miydi, şimdi kestiremiyorum. Aramızda sigara içen dahi pek yoktu, kuşağımızın hâfızasına “Kargalı” ismiyle kazınan Bostancı’daki İstasyon Çay Bahçesi, Çatalçeşme’deki Sarhoş Süleyman’ın kondudan hallice mekânı ve Moda’daki Bomonti Çay Bahçesi neyse de, “Çüş” olarak bilinen Suâdiye iskelesinin sağındaki çay bahçesine, Kalamış iskelesinin solundaki Köhne’ye ve Fenerbahçe burnuna inişte deniz kenarında kalan Belvü’ye esrârkeşler takılıyor diye adım atmazdık.

***

Esrâr bizler için yarına kalmadan kayboluşun utandırıcı telaffuzuydu. O yıllarda kokaini sadece Aka Gündüz’ün bir romanının ismi sanıyordum, Ferdi Tayfur’un ve Melek Kobra’nın dramlarını da “Beyzâ Hanım” mübtelâlarını da duymamıştım, Kalamış’ın ve Fenerbahçe’nin eroinmanlarınıysa, yıllar sonra ancak yirmi altı yaşındaki bir gencin aşırı dozdan ölümünün basına sekiz sütuna manşet haber olmasıyla öğrenecektim.

***

‘75 sonrasında adlî tıp dersinde Şemsi Gök hocamızdan uyuşturucu ve uyarıcı maddeler hakkında çok şey öğrenmeme ve Mazhar Osman’ın bir sahhaftan bulduğum “Keyf Veren Zehirler” kitabını okumuş olmama rağmen, cins cins keşlerle ilk karşılaşmamın ‘82 sonunu bulması size tuhaf gelebilir, ama hakikat buydu.

***

‘85 yılında Bâyezîd Kütüphânesi’nde gazete arşivlerinde çalışırken, İstanbul’un ‘40’lı yıllarındaki eroin cerâimi beni hayli şaşırtmıştı, sadece matbûâta intikal edenlerin sayısı dahi 849.561 nüfuslu bir şehir için çok fazlaydı. Merâk edip de ‘40’lı yılların gazetelerine bakacaklara İstanbul’un önlerine korkutucu bir eroin pazarı olarak yayılacağını şimdiden söyleyebilirim. Meğerse, eroinden önceki yirmi yıl boyunca da, yani ‘20’lerde ve ‘30’larda, İstanbul bir kokain pazarıymış, bilhâssa alafranga züppeleri kokaine Beyaz Rusların alıştırdığı kesindir, döneminde “Rus Enfiyesi” veya “Beyzâ Hanım” olarak bilinen bu zehir Beyoğlu’ndan da hızla ezânsız semtlere yayılmış. Kokain bir ara da İstanbul’daki bohem yaşam tarzının usûlündenmiş, piyasa için Cadde-i Kebir’e çıkan âşüftelerin çantasında bulunur, hovarda meclislerindeyse sorulurmuş. Bu yüzden kokaine devrin yazar çizer meşâhîrinden takılanlar da gırladır, yahu Ahmed Hamdi kırtıpili “Peyami ile birkaç defa kokain çektik” diye yazdıktan sonra, benim size diyeceğim bir şey kalmıyor.

***

Ahmet Hamdi’deki Peyami isimli muhterem, anlamışsınızdır, Peyami Safa’dır. Muharririmiz kokain çeker de, üstâdımızın bitli bico sirkeli haco takımı hiç eksik kalır mı, kargayla gezenin boka konması da racondandır. Bilenleriniz mutlaka vardır, Necip Fazıl hepsinin ismini tek tek ifşâ etmişti, Eşref Şefik, Fikret Âdil, Mes’ud Cemil ve Elif Naci. Ancak, onları yine de kokain mübtelâyânı arasına yazamıyorum, çünkü bir süre kullanıp bırakmış olmalılar. Buna mukabil Ferdi Tayfur ve Melek Kobra için maalesef aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Siz Melek Kobra’nın ölümüne verem kaydının düşülmesine aldanmayın, sanatoryuma yatırıldığında zâten kokainden hım mını hınttır, onu zehire alıştıran zevci Ferdi Tayfur’a gelirsek de, Tophane’de bakır kaplarda kokainin bir nefesini yirmi beş kuruşa çeken beyzâdemizin ölüm nedeninin mübtelâlığına bağlı semptomlar olduğunu değiştirecek kimsenin çıkmamış olması mühimdir.

***

Fikret Âdil’in kitapları ‘20’lerin ve ‘30’ların İstanbulundaki kokainli bohem yaşam için pek değerli kaynaklardır, Aka Gündüz’ün Cumhuriyet gazetesinde 18 Haziran 1931 günü tefrika edilmeye başlanan “Kokain” romanı ise devrin Beyoğlu semtini Ankara barlarına taşıyor. Bir de Vakit gazetesinde 14 Eylül 1939 günü tefrikasına başlanan başka bir “Kokain” var, muharriri belli değil, ancak okuru kaşla göz arasında Paris bataklığına çekip orada bırakıyor. Paris’teki Beyaz Rusların çıkardığı bir edebiyat dergisinde ‘34’te yayınlanan “Kokainli Roman” ise bizi İstanbul kaynaklı olması nedeniyle ilgilendiriyor. İstanbul’dan postayla Paris’e gönderilen dosyada yazar Mihail Ageyev müsteârını kullanmıştı. Romancının hakiki isminin Mark Ambramoviç Levi olabileceğini düşünüyorum, 12 Şubat 1936 günü Galata’daki bir hastahânede kokaine bağlı nedenlerle yaşamını kaybeden Levi’nin na’şının Yahudi Mezarlığı’ndaki kimsesizler kısmına defnedildiğini tahmin edilmektedir. Bu şahsın epeydir peşindeyim de, şehrimizden bazı ekalliyet yetkilileri ne yazıktır ki bizlere araştırma yapmamızda zorluk çıkartıyor.

***

Münir Süleyman’ın ‘38’de Son Telgraf gazetesinde tefrika edilen “Esrârengiz İstanbul” başlıklı deneme tarzındaki metinlerini hep değerli ve önemli bulmuşumdur. Onun 93 numaralı tefrikasında, “Bir zamanlar, bizde kokain kullanmak, bazı baylar ve bayanlar arasında bir nevi kibarlık ve asrîlik sayılmaktaydı. Göreneğin tesiriyle, hemen her genç, hemen her münevver, hemen her günahkâr kadın, hemen her sosyete kızı ve en kibâr kimseler kokain kullanıyordu,” denmez mi, kahroldum. Aslında, muharrir, hakikat neyse onu yazmıştı. Çünkü, o yılların gazeteleri, kokain mübtelâlığından delirip intihâr edenlerin ve menhûs ibtilâ yüzünden şereflerini kaybedenlerin haberleriyle doluydu.

***

‘20’lerde ve ‘30’larda sapsız saman kadınların ve ihtirâslı delikanlıların şehveti tahrik ettiği için kokain çektiklerinden emînim de, yoksunluğuna ne diyeceğim, işte onu bilemiyorum. Psikiyatristlerden, psikologlardan ve narkotikçilerden, kokainmanların, yoksunluk dönemlerinde, zihinsel karışıklıklar, dikkat eksikliği, hâfıza bozuklukları, algısal ve duygusal değişiklikler, uyku düzensizlikleri ve fizyolojik sıkıntılar yaşarlarken, insanı korkutacak derecede hodbinleştiklerini ve yakınlarındaki herkesi birer zebânî gibi gördüklerini duymuştum. Ama bu kısmı o yıllarda bir Doktor Emin Vassaf’ın 12 Haziran 1936 günlü Son Posta gazetesinde yayınlanan “Kokain deliliği” başlıklı makalesinde bulabilirsiniz.

***

Aynı dönemde Paris’in de Kahire’nin de en büyük sıkıntılarından birinin kokain olduğu muhakkaktır, Paris’teki mübtelâlığın artmasında kuvvetle muhtemel Beyaz Rusların parmağı vardı. Paris kokaine ‘35’de Edith Méra’yı, ‘36’daysa Mona Lys’i kurban vermiştir, onlar beyaz perdeden taşlı köye taşındıklarında, Méra otuzundaydı, Lys ise otuz birindeydi. Kahire içinse, 3 Ekim 1931 günlü Vakit gazetesinde Kahire Polis Şefi Sir Thomas Wentworth Russell Paşa’nın bir demecine rastladım, onun şehirde iki yüz elli bin kadar kokainman olduğunu söylemesi hiç şüphesiz vahîm bir hakikatın ifâdesiydi.

***

Mazhar Osman, 16 Aralık 1937 günlü Son Posta gazetesine, bir vakitler pek mebzul olan kokainin ve kokainmanın artık memleketimizde kalmadığını açıklarken, haklıydı. Kokain yerini büsbütün eroine bırakmıştı. Bunun epeyce nedeni var da, ben şimdilik sadece birini, Beyaz Rusların büyük kısmının başka ülkelere gitmesini belirteyim. Kokainin toplumsal yaşamımıza yeniden girişiyse, ‘80 sonrasıdır, bunda terör örgütleri ve yanlış politikalar büyük rol oynamıştır, örneğin 1984 ile 2005 arasında ele geçirilen kokainden 710 kilosunun terör örgütleriyle bağlantılı olduğu belgelidir. Ancak, yirmi yılın bu rakkamları yine de 2018 sonrası için devede kulak kalacaktır. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kayıtlarına nazaran 2018’de polise 3.516 kokain olayı intikal etmiş, 4.976 şüpheli yakalanmış ve 1.509 kilo kokain ele geçirilmiş. 2019’da 3.018 kokain olayını, 4.895 şüphelinin yakalandığını ve 1.638 kilo kokainin ele geçirildiğini biliyoruz. 2020’de 2.573 kokain olayı, 4.446 şüpheli sayısı ve 1.961 kilo kokain. Sadece kokain olayı 2021’de 2.961, 2022’de 3.827 ve 2023’de 4.650 oluyor. Yakalanan şüpheli sayısı da artıyor. 2021’de 4.714, 2022’de 5.647 ve 2023’te 7.026. Bir de ele geçirilen kokain miktarına bakalım: 2021’de 2.841 kilo, 2022’de 2.299 kilo ve 2023’te 2.502 kilo. Bu rakkamlar aslında buz dağının görünen kısmıdır, İstanbul’da bir günde dağıtılan kokainin kilosunu ve kokain kullananların sayısını tahayyül etmek ise imkânsızdır. Kokain olaylarıyla eroin olaylarını sakın ha kıyaslamayın, çünkü kokain diğer uyuşturuculara ve uyarıcılara nazaran çok pahallı bir zehirdir. Bir narkotikçinin, televizyonda, üç yüz kilo kadar koka yaprağından ancak yarım kilo kokain elde edilebildiğini belirttiğini anımsıyorum, bu yüzden de kokain pazarının beyaz yakalılara ve paralılara çalıştığı kesindir.

Günümüzün Türk edebiyatçılarından kokain kullanan var mıdır, bilemiyorum, benim tanıdıklarım arasında bulunmadığıysa muhakkaktır. Ama, dünya edebiyatından, Robert Louis Stevenson, Rudyard Kipling, Sigmund Freud, Hunter S. Thompson ve Stephen King gibi büyük şöhretler, kokainmanlar arasına yazılmışlardır. Bakın, rivâyetlerin aksine Vladimir Mayakovski isminden şüpheliyim, buna mukabil Mihail Bulgakov’un “Morfin” isimli hikâyesi esâs alındığındaysa, üstâdın morfinin yanında kokaini de denemiş olabileceği düşünülebilir. Bulgakov’un otobiyografik unsurlar içeren hikâyesindeki Sergey Polyakov karakteri, “ampuldeki şeytan” olarak nitelendirdiği kokainin sarhoşluğunu, “Yüzde ikilik ilk iğnenin vurulmasının ardından, neredeyse bir ânda, muazzam bir coşkuya dönüşen huzurlu bir ruhsal durum başlıyor. Bir veya iki dakika sürüyor bu, sonra iz bırakmadan, sanki hiçbir şey olmamışcasına kayboluyor. Arkasından, acı, dehşet ve karanlık başlıyor,” şeklinde aktarmaktadır. Bulgakov’un alter egosu olarak değerlendirilen Sergey Polyakov, bu arada onun “iyi zehir” ve “kötü zehir” ayrımını dikkate almayın derim, zehir zehirdir, şunu da söylüyor: “Benimki gibi bir kaderin beklediği herkesi uyarıyorum. Siz siz olun, morfini bırakıp kokaine geçmeyin! Kokain, iğrenç, sinsi bir zehirdir.”

***

İstanbul’un fakir semtlerine girmeyi başka bir yazıya bırakıyorum, şimdilik sizi sadece orta ve üst sınıfların zehiriyle uyarmış olayım. Benim için o sınıf bu sınıf hiç fark etmiyor, “Thanatos” varoşlarda, “Beyzâ Hanım” da lüks eğlence mekânlarında ve holdinglerin yönetim kurulu odalarında, ülkemizin geleceğini tırpanlıyorlar. Aman, cerrâhın neşterine de, pilotun lövyesine de dikkat edin, çünkü kokain zehirine esir düşen beyaz yakalılar saymakla bitmiyor. Paralı bir televizyon kanalındaki filmlerin uyuşturucu ve uyarıcı kullanımını normalleştirmesini de yeni hakikatımızın bir parçası olarak görüyorum, sanki ipler bütünüyle finans kapitalin ekonomik ve siyasal beynini oluşturan yapıların veya derin iktidarın küresel efendilerinin eline geçmiş gibi.

***

Bu yazıda üç noktayı rap şarkıcısı Young MC’nin ‘89 yılındaki “Just No Say” şarkısından dizelerle koymak istiyorum, ne dersiniz: “Sıvı, yaprak, toz, hap ve taş şeklinde gelenler / Seni bir kutunun içinde sırt üstü iki metre derine gömebilir / O yüzden hayır de / Sadece hayır de / Beni duydun mu / Hayır de, hayır, hayır, hayır / Sadece hayır”...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.