Türkiye’de 1990’lar, koalisyonlar yüzünden “kayıp yıllar”dır. Fakat Türkiye, en az son beş yılı da CB sistemi yüzünden kaybetti. Gerçi CB Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz, göreve başlarken yaptığı konuşmada, evet, koalisyonların sorunlarını hatırlattı. CB sisteminde seçimlerden sonra hemen hükümet kurulmuş, siyasi istikrar bozulmamıştı…
Doğru fakat CB sisteminin büyük sakıncalarını ve tıpkı 1990’lardaki koalisyonlar gibi ülkeyi iktisadi bir çıkmaza sürüklediği gerçeğini görmezden gelemeyiz.
Türkiye’nin sorunu sistem meselesini aşan, daha derin boyutları olan bir “yönetemeyen demokrasi” sorunudur; tıpkı 1990’larda olduğu gibi…
CARİ AÇIK ZİRVEDE
Dünkü şu habere bakalım:
“Türkiye ekonomisi 18 ay üst üste aylık cari açık verdi. Nisan ayında yıllıklandırılmış cari açık da 57,8 milyar dolarla 11 yılın zirvesine yükseldi.”
Halbuki Cumhurbaşkanı Erdoğan yaklaşık on sekiz ay önce şöyle demişti:
“Cari fazla vermeye başlayacağımız günler yakın…” (28 Aralık 2021)
Dahası, “Türkiye Ekonomi Modeli”, yine Erdoğan’ın ifadesiyle “yatırım, üretim, ihracat ve cari fazla” esaslarına dayanıyordu. (15 Ağustos 2022)
Berat Albayrak, TL’nin değer kaybetmesini
“rekabetçi kur” diye alkışlamış, “cari dengeyi rekabetçi kurla sağlayacağız” diye konuşmuştu. (9 Eylül 2020)
Aksine cari açık da döviz sıkıntısı da tavan yaptı. Seçimler için baskılanan döviz aldı başını gidiyor.
SİSTEM SORUNU
Dış ticarette teknoloji yetersizliği yüzünden devamlı açık veren bir ekonomide ilk tedbir dövizi sakınmak olmalı, değil mi?
Ama seçim kazanmak için tüketimi körüklüyor, Merkez Bankasının rezervlerini harcıyorsanız bu böyle devam edebilir miydi?
Nitekim “128 milyar dolar” böyle gitti… Merkez Bankası’nın ihtiyat akçeleri, kanunla bütçeye aktarılıp sarf edildi… Merkez Bankası’nın swap hariç net döviz rezervi 1 Haziran’da eksi 60.5 milyar dolara düştü. Prof. Hakan Kara’ya göre, “Türkiye’nin döviz açığı eksi 300 milyar doları gördü.” 2001 krizinden daha ağır bir tablo bu!
Seçim kazandırdı ama önümüzdeki aylara, yıllara çok ağır yükler devretti.
Sistemle ilgili sorun şu: Yıllardır bu gidiş yaşanırken niye sistem içinde hiç kimse ve hiçbir kurum bunu durduramadı? Bu soruyu sormadan sistem analizi yapılamaz.
BAĞIMSIZ KURUMLAR
Merkez Bankası bağımsız mıydı ki, Maliye ile örtülü protokol yaparak elindeki “128 milyar dolar”ı iktidarın emrine sunmayı reddedebilsin!.. Bağımsız mıydı ki swap yaparak topladığı paraları ‘seçim ekonomisi’ne harcamayı reddetsin!..
Meclis çoğunluğu bağımsız mıydı ki, Merkez Bankası’nın ihtiyat akçesini bütçeye aktaran kanun ‘tasarı’sına red oyu verebilsin?..
Meclis’te iktidardan kim “genel görüşme” istemeye cesaret edebilirdi?..
İşte burada “kuvvetler ayrılığı” ve “bağımsız kurumlar” meselesi karşımıza çıkıyor.
Nobel ödüllü iktisatçılar Finn Kydland ve Edward Prescott, politikacıların seçim zamanlaması ile, para politikalarının gerektirdiği uzun vadeli rasyonelliğin çeliştiğini… Yani seçim kazanmanın gerektirdiği harcamaların uzun vadede dengeli büyümeye zarar verdiğini aritmetik olarak ispat ettiler.
Merkez Bankaları bu amaçla bağımsızdır: Milli ekonomiyi seçim hesaplarının tahribatından korumak.
Bütün dünyada enflasyonu bağımsız Merkez Bankaları aşağı çekiyor.
REFORM - KRİZ SARMALI
Türkiye’nin son elli yılına baktığımızda reform-kriz sarmalı gözüküyor. Kalkınmamız “vasat” kalıyor.
‘Gelişmekte olan ülke’ olarak hem acil ekonomik ihtiyaçlar iktidarları kısa süreli politikalara zorluyor… Kuvvetler ayrılığı ve bağımsız olması gereken kurumlar zayıf olduğu için de iktidarların popülizmini “denetlemek ve dengelemek” mümkün olmuyor.
1990’lı yılları da son on yılı da bize kaybettiren güç hırsıdır, denetimsizliktir, bunların kolaylaştırdığı popülist ekonomi politikalarıdır.
Yöneten demokrasiye geçmenin kurumlar düzeyinde bir şartı var: Kuvvetler ayrılığını, yargı bağımsızlığını, Meclis denetimini, Merkez Bankası’nı, Düzenleme ve Denetleme kurumlarını olması gereken kalite, bağımsızlık ve etkinliğe ulaştırmak…
İktidarın böyle bir niyeti gözükmüyor, elindeki gücü ‘şahsen’ kullanmak istiyor. Mehmet Şimşek para getirsin, yeter, sanılıyor. Yetmeyeceğini göreceğiz.
Türkiye’nin yapısal reformlara ihtiyacı var. ‘Şahıs yönetimi’nden kurallar ve kurumlar yönetimine geçmek yani.